• şahsi kanaatimce marcello mastroianni 20. yüzyılda yaşamış en yakışıklı erkektir.

    buna katılmayan sözlük yazarları elbette olabilir çünkü aslında itiraf etmeliyim ki benim estetik zevklerim pek gelişmemiştir; zira ilk aşkım şen sazın bülbüllerinde izleyip beğendiğim erol evgin olmuş; annemin "o adamın saçları peruk, sen onu boşver!" demesiyle ilk duygusal hüsranımı, hayal kırıklığımı, travmamı yaşamışımdır. kendimi uzun zaman boyunca nevra serezli sanıp, ellerime soket çorapları geçirip, onların birer eldiven olduğunu varsayarak perukalı erol evgin'le danseder bir halde hayal etmişimdir. bugünkü zaman zaman şizoid belirtiler gösteren bünyemin temeli de kanımca erol evgin'e duyduğum travmatik sonlu, platonik aşkttır.

    ama burada konu bu değildir... marcello mastroianni'nin 20. yüzyılda yaşamış en yakışıklı erkek olduğu savımdır konu... entrye anı serpiştirmek eylemini pek benimsemesem de aynı da erol evgin gibi marcello mastroianni de kesinlikle duygusal altyapımı bilinçaltı düzlemde yerlerden yerlere vurmuş bir kişidir. borderline hassasiyetindeki bünyemi de belki de onun bu pervasız yakışıklılığı yaratmıştır. ki ben çok sağlam bir bünyeyimdir. ama bu adamın filmlerini izleye izleye bir acayip olmuşumdur.

    marcello mastroianni her erkeğin rüyası olabilecek bir kavramı beraberinde getirir. şöyle denir: "hiç bir şey istemem, marcello mastroianni gibi cenazem olsun yeter." bu ne demektir? bir sürü güzel kadının sizin tabutunuzun başına gelip feryat figan etmesi demektir... yani, bir erkek, bir sevgili olarak hiç unutulmamanız anlamına gelmektedir. dünyaya değil de kalplere kazık çakmaktır. mastroianni bunu yapmayı başarmıştır. çapkındır ve o bir italyan rüyasıdır. gerçekte italyan erkeklerinin ne kadar öküz olduklarını düşünecek olursak, onun şirin bir rüya olduğunu anlarız... en azından o şekilde sunulmuş ve ambalajı da gayet hoş duran bir oyuncudur... yeteneğinin en yüksek noktalarında gezinen bir oyuncu... doğal, olduğu gibi ve bu yüzden de bu kadar yakışıklı duran. ve bir konsepti bu denli işleyen... en muzur rollerde de, en duygusal, dramatik oyunların gerektiği yerde de aynı başarıyı gösteren bir aktör...

    alain delon'la karşılaştırılır bazen mastroianni. ama onda delon'daki o soğukluk asla ama asla yoktur. delon piçtir, çelik mavisi gözlere sahiptir ve fransızdır sadece. mastroianni ise hem piç, hem duygusal, hem deli, hem akıllı, ama her zaman ve her zaman sıcak; sinema perdesinden çıkıp karşınızda durup konuşacak denli canlı bir oyuncudur. ve üstte de değindiğim gibi italyan'dır. iyi pişirilmiş bir italyan sineması insanıdır, akdeniz'i ve akdenizli olmanın getirdiği bize her daim sunulan kavramları üzerinde çok iyi taşır; üstelik bunu çok doğal ve içten yapar gözükür.

    marcello mastroianni yakın durmasına rağmen asla ulaşılamayacak bir adamdır. alain delon'a ise asla ulaşamayacağınızı bilip ümidi kesersiniz. marcello mastroianni'yi bu kadar çekici yapan şeylerden birisi yakın ama uzak duruşu ile ilgilidir sanırım. bu da kadın psikolojisinin ya da duygusal zemininizin temellerine dayanır belki de. bilemeyeceğim. bildiğim şudur: marcello mastroianni gibi bir dedem olsun isterdim... ondaki duruluğu ve piçliği ve o bütün saydğım şeyleri genetik bir şekilde kendime aktarırdım belki de böylece. mastroianni, 20. yüzyılda yaşamış en yakışıklı adamdır; çünkü kendisi eğer erkek olsaydım yerinde olmak istediğim kişidir aslında*.
  • dolce vita icin siradan bir yuz arayan fellini'ye onerildiginde, bir goruselim bakalim bu adamla denilmistir hakkinda. fellini ile ilk tanistiklari gun biraz da profesyonel gozukmek icin fellini'ye filmin senaryosunu gormek istedigini soylemistir. fellini, o ince, flut gibi sesiyle yardimcisini cagirmis, marcello'ya script'i goster demistir. memnuniyetle diyen yardimcisi fellini'nin, marcello'ya bos bir defter uzatmis. marcello defterin bos sayfalarinda gezinirken fellini'nin yaptigi bir karikaturu gormus defterin tam ortasinda.
    karikaturde sandaldan denize uzattigi penisinin etrafinda su altinda donen kadinlara bakan bir adam vardir. marcello mastroianni bunu gorunce defteri kapatmis ve bir daha fellini'den senaryo istememistir hic bir filminde.
  • (bkz: frederico fellini) nin niye dunyanin en akilli adamlarindan oldugunun kaniti. (cunku fellini la dolce vita'yla, otto e mezo'da kendisini marcello'ya oynatmistir.)
    ismi bile karizma olan adam. 8 bucuktaki gozlukleri indirisi baskadir. yakisiklilik otesi.
    ilahi adalet onu (bkz: catherine deneuve) ile evlenmesini saglamis ve ortaya chiara mastrioanni gibi bir mukemmellik cikmistir.
  • birçok kadinla iliski yasayan ama kendi beyanatina göre tavlayamadigi tek kadin sophia loren olan karizmatik aktör. iliskisi olan kadinlar "ya ben ya karin" diye resti çektiginde her defasinda karisini tercih edip evine dönen tuhaf bir koca.
  • i fellini'de fellini anlatıyor:

    "bana sık sık marcello mastroianni'nin benim ikinci benim olup olmadığını sorarlar. marcello pek çok insan için pek çok şeydir. ama yine de benim ikinci benim değildir. o marcello'dur, bir yılan adam gibi her şeyi kolayca yapabilen, benim isteklerime mükemmel biçimde uyabilen bir oyuncudur. (...)

    sigarayı bıraktığımdan beri yanımda birisinin sigara içmesine kesinlikle tahammül edemiyorum ve marcellino devamlı sigara içer. günde en az üç paket tüketir - üstelik gurur da duyduğu gerçek bir parlak başarı örneği. sigarayı bırakma düşüncesiyle asla flört etmeyecek. ama sigarasını söndürmesini rica ettiğimde derhal söndürür. sonra tamamen otomatik olarak bir yenisini yakar.

    o kadar doğal bir insandır. kamera karşısında asla gerginleşmez. sadece televizyonda mesleği üzerine konuşmak zorunda kaldığında gerginleşir. biz konuşmadan da anlaşırız. bazen aramızdaki anlaşma o kadar eksiksizdir ki, sözcükleri düşüncelerden ayırdedemem.

    la dolce vita, mastroianni ile yaptığım ilk filmdi. tabii ki onu tanıyordum, film ve sahne sanatçısı olarak italya'da kendisine çoktan bir isim yapmıştı. giulietta* onu benden daha iyi tanıyordu. roma üniversite'sinde birlikte okumuş, öğrenci tiyatrosunda birlikte oynamışlardı. bazen lokantada karşılaşırdık. her zaman fazla yerdi. yemek yemeyi seven insanlara doğal bir ilgi duyduğum iiçin dikkatimi çekmişti. yemeyi seven bir insan yediği miktardan değil, yerken aldığı gerçek tattan, zevkten anlaşılır. bu dikkatimi çeken ilk ortak yanımızdı.

    (...)

    bu rol için niçin özellikle kendisini istediğimi anlattığımda bir parça şaşırdı, çünkü oldukça densiz davranmıştım. sonradan ona şunları söylediğimi anımsadım: 'çok sıradan, kişiliksiz bir yüze, ifadesiz, banal bir yüze ihtiyacım olduğu için seni aradım - seninki gibi bir yüze.' samimi davranmıştım, onu kırmak istememiştim.

    (...)

    öncelikle, başrol oyuncusu için zıt bir karakter düşünülmüşse marcello ile beraber çalışmak olağanüstüdür. aynı zamanda hem filmin içinde hem dışındadır. marcello ile çektiğim bütün filmlerde, oynadığı karakter kendisinin bir yankısı gibidir. her defasında göstermek istediğim bir entelektüeldi. filmde, tiyatroda, hatta bir kitapta bir entelektüeli göstermek çok zordur, çünkü her şeyden önce entelektüel bir içyaşam sürer. düşünür ama çok da hareketli değildir. marcello'da bu özel nitelik vardır. olaylar karşısında tepki göstermek yerine gözlemleyen biri olarak inandırıcıdır. ekbette bazen harekete de geçer. bu nedenle, hikayeyi yaşamakla birlikte aynı zamanda dışında kalıp seyreden ikili bir rolün içindedir.

    inandırıcılık elde etmek marcello ile hiç sorun değil. her zaman tümüyle inandırıcı. oyuncu olarak duyarlı ve aynı zamanda özbilince sahip. yönetmene incelikli ve çok etkin bir şekilde yardım eder. yeteneği doğuştan fakat buna rağmen çok yoğun çalışır.

    bir keresinde bir söyleşide marcello'nun çok güzel ve çok zekice sözlerini okudum. bir gazeteci ona şu soruyu soruyordu: 'mastroianni, fellini ile çalıştığınızda senaryoyu önceden okumadığınız doğru mu?' marcello'nun yanıtı: 'evet, çünkü federico'nun ne tasarladığını bilirim. kaba hatlarıyla hikayeyi bilirim. fakat çok fazla şey bilmemeyi de yeğlerim, çünkü çekim çalışmaları sırasında yarın, ertesi gün ve bütün hikaye boyunca ne olacağı konusunda duyduğum merakı korumak zorundayım, aynı canlandırdığım kişi gibi. önceden fazla şey bilmeyi hiç istemem.'"
  • bir alter ego saheseri. oyunculuk stili olmayan en iyi oyuncular listesinde basa oynar. sinema nedir diyene gosterilecek en aciklayici resimdeki aktorun adidir.
  • mastroanni'nin hatırlıyorum kitabında karşıma yine martin scorsese çıktı. mastroanni'yi yakalayınca sinema üzerine darlamak için hemen evine davet etmiş. inanılmaz bir insan gerçekten. kimi yakalasa en dar açıdan sinemasal darlama yaşatıyor.

    "scorsese tarafından davet edildik, ünlü amerikan yönetmenin evinin duvarlarında hiç resim yoktu, yalnızca italyan filmlerinin afişleri asılıydı. her taraf afiş doluydu sanki duvar kağıdı gibi! en üstte de visconti'nin il gattopardo'su tüm afişlere egemen bir konumda asılmıştı.

    bir ara scorsese geldi ve bana: 'bu hangi film biliyor musun?' diye sordu. bembeyaz bir afiş, iki siyah işaret, ne bir ad ne başka bir şey. 'divorzio all'italiana'nın polonya'daki afişi' diye açıkladı: o beyaz bölümün üstündeki iki siyah işaretse iki bıyığı simgeliyormuş. scorsese'nin 'duvar kağıtları' bize amerikan yönetmenlerin italyan sinemasından nasıl beslendiklerini ve sinemamızın otuz yıl boyunca ne denli öncü olduğunu hatırlatıyor..."

    ***

    anne bancroft'u görür görmez nasıl çarpıldığını da şöyle anlatıyor:

    (...) bir başka salona geçtiğimde, bir anda, yerde oturan nefis bir esmer gördüm. bir sürü genç ve actor's studio's öğrencileri tarafından kuşatılmıştı, herkes dikkatle onu dinliyordu. onunla la dolce vita'da anita ekberg karşısında kullandığım repliklere dayanarak konuşmaya başladım: 'kimsin sen? sen benim annem misin, kardeşim misin, dünya mısın, ay mısın? kimsin?' mükemmel bir italyancayla, 'peki sen kimsin?' deyiverdi.
    'bak şu işe, italyanca biliyor musun?'
    'yalnızca italyanca bilmekle kalmıyorum, hatta bana italyan derler.'
    'burada ne yapıyorsun? ben, ilk kez new york'a geliyorum. beni neden bir yerlere götürüp bir şeyler göstermiyorsun?'
    aman tanrım neydi adı? ah, evet, anne bancroft! belleğim bocalamaya başladı artık. anne bancroft: muhteşem bir güzellik!"

    sonrasında yemeğe çıkmışlar, vakit geçirmişler, ama bancroft, mastroianni'yi reddetmiş.
  • "marcello, aziz, eşsiz, marcello mastroianni. ancak ingiliz yazarlarının romanlarından bulunabilecek türden sadık, fekadar bilge bir dost. marcello ve ben birbirimizi, hiç denebilecek kadar az, çok ender görürüz. bu belki de dostluğumuzun nedenlerinden biridir. bu, hiçbir şey talep etmeyen, zorlamayan, hiç şartlandırmayan, kurallar ve sınırlar koymayan bir dostluktur. karşılıklı güven temeline oturmuş, gerçek, güzel bir dostluk. " federico fellini
  • kaç dil bildiğini merak ettiğim adam. zira çeşit çeşit dillerdeki çeşit çeşit güzel amcaların güzel filmlerinde boy göstermiştir. italyanca konuşur, yunanca konuşur, fransızca konuşur, almanca konuşur, ispanyolca konuşur, ingilizce konuşur. helal olsundur, toprağı bol olsundur. konuşmasa sadece öyle dursa bile yine gözümde gelmiş geçmiş en iyi erkek oyuncudur.
  • sophia loren ile birlikteliği, hayata bırakılan neşeli bir övgü olmuş.*
hesabın var mı? giriş yap