• plato'nun "mağara benzetmesi", plato'nun benzetmesine göre toplumdaki insanlar (düşünürler dışındakiler) bir mağarada kollarından birbirine zincirlerle bağlanmış ve sırtı mağara kapısına dönük oturan esirler gibidirler. sadece arkalarındaki ışık kaynağının (doğrunun,gerçeğin) yaydığı ışıkla karşılarındaki duvarda oluşan kendi gölgelerini görebilir, bu gölgelere bakarak eğlenir ve hayatlarını böyle geçirirler. filozoflar ise kendilerini bu zincirlerden kurtararak her ne kadar zor ve acı verici olsa da yüzlerini cesaretle ışığa (gerçeğe) dönerek hayatın gerçek anlamını ve doğruyu görebilen kimselerdir. ancak bu kimselerin mağaraya döndükten sonra gördüklerini diğer insanlara anlatması ve onları inandırması da bir o kadar zor olacaktır, çünkü esaret ve karanlık rahattır, oysa gerçekleri görmek ve ışığa bakmak cesaret ister.
    (bkz: plato)
  • plato tarafindan ortaya atilmis ve turkcesi "magara yorumu" manasina gelen bir teoridir. bu teoriye gore, herhangi bir insani, derin bir magarinin icine zincirlerseniz ve o insan sadece disaridan onune yansiyan golgeleri gormekteyse, o golgeleri gercek olarak algilar. aslen toplumdaki kural ve kaliplara gonderme yapan plato, burada benzetme yontemini kullanmaktadir. buna gore;

    magaraya zincirlinmis insan: toplumun parcasi olan bireyi
    magara: toplumu,
    zincir: toplum icerisinde insani sinirlayarak belli kaliplara girmeye zorlayan hukuki, dini ve ahlaki kurallari,
    golgeler: yukarida bahsi gecen kurallara gore toplum tarafindan belirlenen ve benimsenen dogrulari

    sembolize etmektedir. modern toplum anlayisini oldukca saglam bir temele dayanarak sorgulayan guzel bir benzetmedir.
  • woody allen bir filminde anmıştır kendisini mağara içindeki zincirden kurtulan ve dışarıdaki dünyayı gören kişi alegoride filozof olması gerekirken woody allen filminde adam kasap olmuştur ve 60 yaşındada kalp yetmezliğinden ölmüştür.
  • platon'un mağarasındaki tutsaklar başlangıçta, yüzleri duvara dönük şekilde birbirlerine zincirlenmiş durumdadırlar. tutsakların arkasında bir ateş yanmaktadır. tutsaklar, karşılarında duran duvara baktıklarında, arkalarındaki ateşin oluşturduğu kendi gölgelerini ve ateş ile kendileri arasındaki nesnelerin gölgelerini görürler. sonra, arkalarını dönüp, gölge yaratan ateşi ve nesneleri görmeyi başarırlar. daha sonra da mağaradan kaçarlar, güneşin ışığı altında dış dünyayı ve sonunda güneşin kendisini görürler.

    güneş, ışığında gerçeğin görüldüğü “iyilik” kavramını simgeler. şimdiye kadar görünmez olan dünyayı açığa vurur ve aynı zamanda hayatın da kaynağıdır. yani mağaranın içindeki dünya sahte, yanıltıcı ve gelip geçicidir. yine mağara, içinde yaşadığımız toplumu, tutsaklar ise bireyleri sembolize eder. tutsakların birbirine bağlandığı zincirler ise, toplumsal sistem ve ideolojilerin size dayattığı ve dünyayı bunların arkasından görmemeye zorlandığımız “lens”lerdir. dışarıdaki dünya ise saf, gerçek ve kalıcıdır.

    ne tuhaftır ki, bu alegorinin yazımının üzerinden iki bin küsur sene geçmiş olmasına rağmen, hâlâ ateşe tapınmaktayız! güneşin ve ışığının sembolize ettiği iyilik ve gerçeklik kavramlarına sırt çevirip, kafileler halinde mağaralarımıza doğru uzun yürüyüşler tertipliyoruz. mağarada yanan ateş ve yarattığı gölgelerin gerçek dışılığı içerisinde yaşamaya şehvetli bir arzu duyuyoruz. acaba, topyekün “gerçek”i mi, yoksa sadece kendi gerçekliğimizi mi katlanılmaz buluyoruz? işin en tuhaf yanı da, güneşten süzülüp mağaraya girenlerin, yeniden dışarı çıktıklarında, mağarada geçirdikleri zamanın kendilerine verdiği hazzı kimi zaman tamamen yadsıyarak kimi zaman da bu hissi küçümseyerek, tercih ettikleri sahte gerçekliği inkâra meyilli oluşları. dolayısıyla, insanloğlunun ikiyüzlülüğü güneşin altında da ateşin önünde de “tek ve bir”!
  • matrix beyaz perdeye getirdiği plato veya diğer ismi ile ,eflatunun dünyanın ve yaşam tecrübesinin ne denli gerçek olup olmadığını tartışan felsefe teorisi.
    (bkz: the matrix) (bkz: matrix)
  • başka santçılar kullanmış mı bilmiyorum ama bülent ortaçgil çok muhteşem bir şarkı yapmış bundan:
    "...yüzünü dökme küçük kız
    kızma onlara
    yalnız sen misin, bir düşün
    zincir oranda, buranda.
    her tutsağın bir kaçışı
    uykunun uyanışı da vardır.
    yüzünü dökme küçük kız
    yaşamın anlamını bul
    sonra dinle kendini
    yolunu bil!
    her siyahın bir beyazı
    gecelerin gündüzü de vardır..."
  • magara alegorisi ile ilgili filmler:
    1. the truman show
    2. thx 1138
    3. the matrix
    4. dark city
    5. stranger than fiction
    6. el laberinto del fauno
    7. the village
    8. last action hero
    9. strangers on a train
    10. synecdoche new york
    11. shutter ısland
    12. ınterstellar
    13. they live
    14. the lego movie

    ayrica
    gerceklik ve simulasyon ile ilgili filmler icin
    (bkz: #73026827)
  • platonun cumhuriyet veya republic isimli diaolğunda, glaucus'e her insan'a gerçek gelenlerin ne kadar doğru olduğunu tartışmak uğruna bir magrada arkalarını güneş ışığına dönmüş kımıldayamayan ve başlarını çeviremeyen insanlara karşılarında kurulmuş bir nevi karagöz ve hacivat perdesinde gördüklerinin ne kadar gerçek geleceğini açıklayan ve eğer bu mağrada hapis tutulan şahıs güneş ışığına çıkarılıp gerçekle yüzleştirilirse mağrada gördüğü gölge oyununun kendisine ne denli daha gerçekçi geleceğini tartışan felsefe teorisi.
  • eflatun tarafından oluşturulan, bugün bile geçerliliğini an be an koruyan teori. devlet eserinin 7. kitabında geçen mit.

    üzerine ekşisözlük'te yeterince yazılmış, çizilmiş elbette. biz de şöyle bir üzerinden geçelim.

    bahsi geçen alegoride toplumu simgeleyen mağara, toplumsal gelenek-görenek,ahlak kurallarını simgeleyen zincirler, bizleri temsil eden insanlar ve gerçeği ifade eden ışık bulunmakta. insanlar toplumsal kurallar tarafından bileklerinden zincirlenmiş ve gerçeğe sırtlarını dönmüş durumdalar, mağaranın duvarında ise gerçekliği simgeleyen ışığın önünden geçen canlı ve/veya neslenerin yansımaları görünüyor. zincirler ile bağlanmış insanların herhangi bir hareket kabiliyeti de bulunmadığı için yalnızca mağara duvarına vuran yansımaları görebilmekle yetiniyorlar. gözler ise sürekli bu karanlık ortamda bulunmaktan ötürü karanlığa alışmış. insanlar gerçekliğin ışığını göremez vaziyetteler. ve daha sonra zincirlerle bağlı olan insanlardan biri bu zincirlerden ve doğal olarak da mağaradan kurtulmakta ve gerçekliğin ışığına kavuşmakta. bahsigeçen insanımız ilk etapta sürekli karanlık ortamda kalmaktan ötürü aydınlık ortama alışamaz ve ışığa, gerçekliğe ayak uyduramaz. ama daha sonra yavaş yavaş gözleri buna alışır ve zamanında zincirlerle bağlı şekilde bulunduğu karanlık mağarasının duvarlarına vuran nesnelerin/canlıların yansımalarının asıl formlarını ve gerçekliklerini görür. ve aydınlanır.

    daha sonra yeniden mağaranın içerisinde toplumsal baskılar-sınırlar-kurallar-görenekler'in zincirleriyle bağlanmış yalnızca yansımaları izleyebilen, gerçeklikten bir haber insanlara bu gerçekliği ve aydınlığı anlatmak adına karanlık mağaranın içerisine döner. ancak elbette bu defa da karanlığa alışmaz gözleri. zaten gerçekliğin ışığını görmüş insanımızın karanlığın renkleri ile pek de bir problemi yoktur artık. esas problem gördüklerini bu mağarada hala zincirlerle bağlı bulunan insanlara anlatabilmektedir. ancak elbette hayatları boyunca bir mağaradan dışarı çıkmamış, gözleri karanlığa alışmış insanlara bunu anlatmak izah etmek mümkün değildir. aydınlanmış insanımızın anlattıkları mağara içerisinde zincirlerle bağlı yaşamlarını sürdüren insanlarımız tarafından elbette kabul görmez.

    eflatun elbette bu alegorinin görünen yüzünde sokrates'in savunması adlı kitabında anlattığı, o zamanlar düşünce suçlusu ilan edilip idama mahkum edilen sokrates'i anlatmaktadır. ancak bir de madalyonun diğer yüzü vardır ki o da toplum-birey ilişkisini sert biçimde suratımıza çarpar.

    dün, bugün ve de yarın dahi türkiye nazarında çok keskin biçimde geçerliliği bulunmaktadır bu teorinin. öyle ki gelenek-görenekleri, elalem ne der safsatasını, kendi cemiyetini, dayatmaları, nereye dayandırıldığı hiçbir şekilde bilinemeyen sözde ahlak kurallarını ve hatta bizatihi ahlak kavramının kendisini ve daha da çeşitlendirebileceğimiz birçoklarını bünyesinde bulunduran ülkemiz insanı, mağara alegorisi üzerinden gidecek olursak zincirlerinden bir şekilde kurtulup dışarı çıkan ve gerçekliğin ışığını gören daha sonra da içeri büyük bir hevesle girip zincirlenmiş mahkumlara bu ışığı anlatmağa çalışan kesimi ayıplamakta ve elbette idam etmektedir (bkz: sokrates). insanlar kendisine dayatılanı sorgusuzca kabul etmekte, zincirlere mahkum şekilde yansımalarını izlemekte ve yalnızca yansımaları görebilmektedir ve yalnızca verileni tüketebilmektedir.

    üzerine dakikalarca, saatlerce, haftalarca ve hatta aylarca düşünülmelidir bunun. yıllar yılı aktarım yolu ile nesillerarası devredilerek gelen bu toplum kurallarının nedenlerini sorgulamayan, şüphe duymaya korkarak yaşayan insanlar her zaman bu zincirler ile yaşamaya mahkum olacaklar. ancak ne kadar yazıktır ki değil toplumun zincirlerinden şikayet etmek, onların farkında dahi değillerdir. ve işin en acısı da bu zincirleri oluşturanlar da, kendilerini gerçekliğin ışığına sırt çevirtenler de yine kendileridir.

    hayatları boyunca 'neden?' sorusunu sormaktan ısrarla imtina etmiş, at gözlüklerini takmış, yalnızca verileni tüketen insanlar toplumun zincirleridir, ahlak bekçileridir, namuslarıdır, gelenekleridir, görenekleridirler. kısacası onlar toplumun kanserleridirler. ve onlar oldukça eflatun'un değinmediği tek kısım olan zincirlerle bağlı iken de hiç değilse kafasını arkaya çevirip orada gerçekliğin ışığı olduğunu gören, izlediklerinin yalnızca yansımalardan ibaret olduğunu fark eden insanlar ne yazık ki her sabah yeniden dünyaya bu zincirler ile bağlı olarak gözlerini açmayı sürdüreceklerdir.

    edit: düzelti.
  • eflatun yuzlerce sene once aslinda neredeyse sinemayi tarif etmistir. bu nedenle magara alegorisi film kuramlarinda, ozellikle gerceklikle ugrasan kuramcilarca sik sik anilir.
hesabın var mı? giriş yap