• gerçek adı louis ferdinand destouches'dur. vaktiyle nazi'lere yakın durmuş olabilir, esasen dünyadaki başka herhangi bir ideolojiye de (en aptalca, en gereksiz ya da en tehlikeli olanına bile) yakın durmuş olabilir ama celine söz konusu olduğunda bunun bir anlamı yoktur. gecenin sonuna yolculuk gibi bir kitap yazmış olan bir adamın herhangi bir ideolojiye ya da kuruma gönül verebileceğini, samimiyetle inanabileceğini ve bağlanabileceğini düşünmek tam bir ahmaklıktır...
  • futuristika, celine'in röportajlarından bir kolaj hazırlamış:

    http://www.futuristika.org/…cakalin-ve-tesekkurler/

    ''27 mayıs 1894’de courbevoie seine, com du vin’de doğdum. annem kan tükürerek, sefalet içinde öldü denebilir. 74 yaşındaydı. mücevher tamiratı yapardı, işler kötüye gidince dükkanı kapayıp annesinin yanına tezgahtarlık yapmaya gitti. kör bir kadın olarak öldü. ailemde hep çok çalıştılar, lanetliydik. babam memurdu. edebiyata ilgiliydi. geceleri, sabaja kadar masasında yazardı. birbirine iğnelediği 80.000 sayfa kağıdı vardı. pek bir şey yemez içmezdi. sigara da içmezdi, pek uyumazdı da. çalışırdı.

    sonrasında choiseul passage’a gittim. o zamanlar gazlı sokak lambalarıyla aydınlanıyordu. akşam saatlerinde caddedeki 360 lambadan sadece 4 tanesi yanıyordu. hep gaz kokuyordu.

    bir gaz lambasında büyüdüm ben.

    kokulara karşı paniğim o zamandan gelir. annemi sevmiş miydim? bu soruyu hiç kendime sormadım. her şey geçer, her şey yemek sorunu üzerine kurulur, değil mi? ben öyle hatırlıyorum. aklıma gelen bir şey var, evde sadece tek pencerede gaz lambası yanardı, çünkü başka yoktu. diğer lamba hep boştu. dolayısıyla böyle bir soru soramazsınız. şimdi ne biliyorum? karışık değil herhalde? yemek yeme derdindeydik, üzerine çökecek bir şeyler bulmak derdinde… evde sürekli makarna yiyorduk. neden makarna? ucuzdu çünkü. et, balık filan söz konusu değildi. makarna ve makarna! sonra, annem, zavallı kadın, elden geldiğince çıkar, makarna yapmaya çalışırdı. bir parça yağ ile makarna yapardı.

    makarna ve ekmek çorbasıyla büyüdüm ben.

    annem beni louis diye çağırırdı. zenginler olmasaydı yiyecek bir şeyler bulamazdık evladım derdi. (malum, o zamanlar da bir kısım fikirlere ulaşmıştım.) zenginler olmasaydı biz ne yerdik? zenginlerin de sorumlulukları var, derdi. annem zenginlere tapardı. boynuna takıp tamir ettiği mücevherlerin kendilerini takma hayalleri bile yoktu. onlar müşterileri içindi. benim için hayali ise bir dükkanda işimin olmasıydı. yaşamdan hiç keyif almadı. son ana dek çalıştı. bu yönüyle ondan etkilenmedim diyemem.

    babam, gece 1932’de yayınlanmadan hemen önce öldü. zaten okusaydı da sevmezdi. kıskanabilirdi hatta. beni bir yazar olarak değerlendirmedi, kendimi de bir yazar olarak görmedim zaten. en azından bu noktada aynı fikirdeydik. annem ise kitapların sıkıntı yaratacağını düşündü. işin sonu kötüye gidecek diye gördü. bu açıdan ileriyi görüyordu. kitaplarımı okumadı da. okuyan biri değildi. öldüğünde hapishanede miydim acaba? hayır, tam kopenhag’a vardığımda öldüğünü duydum. berbat bir yolculuk, rezillik ve bu durum, mükemmel bir orkestrasyon değil mi?

    doğayı ilk bir mezarlıkta keşfettim. büyükannem öldüğünde mezarına gittiğimde. ölümden korkmuyorum, hele şu anda, bu bir rahatlama bile olabilir. gecenin sonuna yolculuk sırasında ise, hala yaşama nedenlerim vardı. bugün umurumda bile değil. kendimi öldürebilirim yakında, herkesin önünde, kamera önünde iyi olurdu. ama o zaman hayaller vardı, hayal demeyelim de, yaşama güdüsü. doktor olmayı, ilaçlarla uğraşmayı hep istedim. yaratıcı insanları seviyorum, yıkıcıları değil. sadece bir tarzı olanlarla ilgileniyorum. tarzı yoksa ilgimi çekmiyor. ama bu da çok nadir. çok. her yer hikaye dolu. sokaklar hikaye dolu. her yerde hikayeleri görüyorum. karakollar hikaye dolu, mahkemeler hikayelerle dolu. sizin yaşamlarınız hikayelerle dolu. hikaye herkeste var, binlerce hikaye var. her nesilde sadece bir iki tane tarzı olan yazar var. diğerleri berbat tekrarlayıcılar. hep birilerini tekrar ediyorlar. iyi bir hikaye seçip anlatıyorlar. bunda ilginç bir şey göremiyorum. yazarlığı bırakıp eleştirmen olmayı seçtim değil mi? kendimi koydum ortaya, çünkü, büyük bir ilham kaynağı var, ölüm. yaşamını risk etmiyorsan, hiçbir şey değilsin. bedelini ödemeli! bedavaya yaptıkların gözden kaçar, daha beter olur hatta. şu anda sadece böyle beleşe takılan yazarlar var. beleş olan ise, beleş kokar.

    zamanımızda üç kişinin yazar olduğunu düşünüyorum. morand, ramuz ve barbusse. onlarda his vardı. başardılar. diğerleri beceremedi.

    yaşamımda en mutlu olduğum anlar nelerdir? pek olmadığını kabul etmeliyim. neşeli biri değilim ben. öldüğümde mutlu olacağımı itiraf etmeliyim. işin aslı bu. karamsar okuldanım ben. insan mizantropiktir. herhangi bir şeye dair umudum yok. olabildiğince en acısız biçimde ölmek. sadece bu. çünkü gerçekten, acıya karşı bir açlığım yok.

    tanrıya inanmıyorum. hayır hiç inanmıyorum. pozitivistim ben. size tanrıya inanmaktan daha iyi bir seçenek sunamam. ancak kesinlikle mistiğim. tanrıya gelince, benimle aynı şeylere ilgi duymuyor. ancak kesinlikle bir mistiğim.

    insanların yaptıklarıyla, kötülükleriyle ilgilenmiyorum. insanlar ilgi alanımda değil. ben tabii ki nesnelerle ilgileniyorum. yaşamı oldukça keyifli bir şey gibi algılarsanız tabii ki orada aşk da vardır. bayağılık da… ama ben mesela, komünal olan, bayağı olan bir şeyden hoşlanmıyorum.

    şu anda ölecek olsam, son düşüncem hoşçakalın ve teşekkür ederim! olur. işe yarar bu. kötü olmanızı dilemem, kendinize dikkat edin yeter. çok da endişeli değilim kendi adıma. bencilliğim yoktur benim. dünya zaten oldukça bencil, değil mi?''
  • "insanların aslında birbirlerine söyleyecekleri hiçbir şey yoktur, karşılıklı olarak yalnızca kendi acılarını anlatırlar" diyen, kutsal kitaplarımdan birinin yazarı. doğum günü kutlu olsun.
  • edebiyat yapmayan ve bu yönüyle başımın üstünde yeri olan, olağanüstü, canavarca, rezilce bir içtenliği olan, anarşi ve nihilizmin doruklarına sevdalanmış, dilin zincirlerinden kurtularak kendi biçemini yaratmış, her yönüyle orijinal bir yazar. koyu bir yahudi düşmanı olup nazizmi ve hitler'i her fırsatta övmüştür. yine de tarzına düzinelerce şapka çıkardığım seçkin bir yazardır.
  • fransiz bir yazarin kitabina boyle bi isim koymasi daha romanesk beklentiler yaratirken aslinda gecenin anlami olum. hayat da olume yapilan yolculuktan baksa bi sey degil katlanilmasi gereken bi sure. gencliginde olumden sonsuzca korkarken sonra u korku yerini hayattan alinmasi gereken hazza birakiyor ve de cekilmez bir hazcilikla celisen bir ahlaki sorgulamaya. tum yolculuguna belli araliklarla eslik eden dostunu bile sevemiyor cunku herkes ya duzenbazin teki ya da aptal. ask ise asla anlam veremedigi duygulanimlar. dilinde beklenen derecede bir igrenclik ya da argo yok. gundelik yasaminda hic yok tersine ahlaki sorgulamalarinda ya da kadinlara dair ic dusuncelerinde dipsiz bir kendine ozgu ofke var. velhasil iyi ya da kotu duzleminde yargilayamiyorsunuz yargilama istegi de birakmiyor. bu adam nihilist ya da duzen karsiti ya da baska bi kaliba sigmiyor. tabiî ki de bardamu yazarin kendisi ama ne yazar kisiliginde ne de bardamu kisiliginde irkci bi yan yok. sadece bu sacma varolusta tutunacak bi taraf goremiyor. ne savas yanlisi ne karsiti. olumune korkak ve hayatta kalmaya calisan birisi. sadece yol onu nereye gotururse oraya surukleniyor. secme sansi vermeyecek kadar cimri bi dunyada sadece zevk ve iskembeyi doldurmak tek gerek, o kadar.
  • gecenin sonuna yolculuk kitabının bir yerinde 'aşk da var' diyen arthur'a bardamu'nun ağzından yanıt verir: 'arthur, aşk dediğin şey sonsuzluğun kanişlerin ulaşabileceği bir düzeye çekilmesidir, benimse bir onurum var..'

    yorum yok.
  • céline değerlendirmesi yapmak bir yana céline'e dair bir şeyler yazabilmek bile haddime değildir. ancak kendisiyle ilgili troçki tarafından yapılan bir değerlendirmeden alıntı yapılamaz demek değildir bu. troçki "sanat ve edebiyat" kitabında şöyler der :*

    "louis ferdinand céline büyük edebiyat dünyasına başkalarının kendi evlerine evlerine daldıkları gibi girdi. hekimlik ve sanatçılığın geniş gözlem birikimiyle donanmış olgun insan céline, kurumsallığa karşı hakim bir aldırmazlıkla, olağanüstü bir yaşam ve dil duygusuyla yüklü olarak, daima yaşayacak bir kitap yazdı, bu kitabın düzeyine varacak başka kitaplar yazsa bile...karamsarlığın kitabı voyage au bout de la nuityi isyandan çok yaşam karşısındaki korku ve bu korkunun yol açtığı bezginlik yazdırdı. etkin isyan umutla bağlantılıdır. céline'in kitabında umut yok.
    ...
    céline bir bütün olarak insanlardan ve yaptıklarından hoşnut değildir. roman yaşamın saçmalığının, acımasızlığının, yalanlarının bir çıkış noktasından veya ümit ışığından yoksun bir panaroması olarak düşünülmüş ve gerçekleştirilmiştir.
    ...
    céline bir ahlakçıdır. sanatsal yöntemler yardımıyla, olağan yaşamda en derin saygıyı gören her şeyi -vatanseverlikten kişisel ilişkilere ve aşka kadar tam yerleşik toplumsal değerleri- adım adım kirletir. vatan mı tehlikede? "malsahibinin evi yandığında kapı dar gelir..zaten her şartta ödemek gerekecektir" céline'in tarihsel kriterlere gereksinimi yoktur."

    belki de voyage au bout de la nuit bu yüzden defalarca başlanıp başlanıp yarım bırakılıyor, belki de bu yüzden céline bu kadar spekülatif bir edebiyatçı ünvanını koruyor..
  • halk dediğimiz birleşik insan kümesine dair çarpıcı tespitleri barındıran aşağıdaki pasajın sahibi fransız yazar.

    "halk ihtilallere kalkıştığında, bu özgürlüğünü istediğinden değil, daha sağlam despotluklar talep ettiğindendir. halkın nefret ettiği bir şey varsa o da özgürlüktür. dehşete düşer özgürlükten, ona bakmaya bile tahammül edemez. halk çağlar boyunca süregelen bütün ahmaklıkların sergilendiği gerçek bir müzedir, her şeyi yutar, her şeye hayranlık duyar, her şeyi savunur, hiçbir şeyi anlamaz."
  • "asıl korkulması gereken insanlardır, yalnızca onlar" sözünün sahibidir kendisi. bu sözü söylemiş bir insanın, nazizm'i nasıl olup da savunduğuysa, ayrıca düşünülmesi gereken bir şeydir sanırım.
  • "...insanın, kendi sızlanmalarına kesin bir son verecek cesareti olmadığı sürece, kendini hergün biraz daha iyi tanımaya katlanması gerek..." gibi saptamalarıyla bana "keşke arkadaşım olsaydın da senle arada oturup dertleşseydik, içseydik saçma sapan dolansaydık be céline" dedirten yazardır. ama öyle bir dille ve duyguyla yazmıştır ki kitaplarını, o sofrada onunla otrumuş bir ömür geçirmiş gibi hissettirmiştir milyonlara kendilerini. o yüzden ölümsüz bir derttaştır, arkadaştır bu adam.
hesabın var mı? giriş yap