• kara harp okulu'nda uzun yıllar boyunca iki yıllık eğitim verilmiştir. bir ara üç yıla çıkan eğitim sonra tekrar iki yıla indirilmiş, nihayet 1974'ten itibaren dört yıllık, üniversite seviyesi eğitime dönüştürülmüştür. mühendislik* ağırlıklı bir müfredatla başlanmıştır.

    ama bu geçiş, pürüzsüz olmamıştır. bir çeşit kuşak çatışması yaşanmıştır kara kuvvetlerinde. dört yıllık yeni sistemin mezunları, üstleri tarafından "laf geçirilmez", "çok okumuş, her şeyi bildiğini sanan" gibi görülmüştür sıklıkla.

    * * *

    günlerden bir gün, anadolu'nun herhangi bir yerindeki bir birliğe, uçaksavarlarla satıh hedeflerine atış eğitimi için, bağlısı olduğu 3'üncü ordu komutanlığından bir emir gelir. emirde, tugayın uçaksavar unsurları, askerleri ve teçhizatıyla falanca yerdeki atış alanına intikal etmesi, sahada eğitim yapıp iki gün süreyle atış tatbikatı yapması söylenmektedir. birliğin toplanması, trenlerin ve araçların hazırlanması, yüklenmesi, intikali, sahaya konuşlanmaları, saha eğitimi ve iki gün atış, ondan sonra toplanılması, geri dönüş.... toplam 1.5 aylık bir "iş"tir bu.

    halbuki söz konusu tugay deniz kıyısındadır. söz konusu eğitim müfredatında deniz hedeflerine de atış vardır ama bu konu atlanmıştır. bu durum bir üsteğmenin dikkatini çeker. konuyu tugay komutanına arz eder: birlikler deniz kıyısına geçip, gerekli tertibatı kurup hem deniz hem kara hedeflerine atış eğitimi yapabilir, böylelikle 1.5 aylık gereksiz masraf ve işin önüne geçilir, zaman ve paradan tasarruf edilebilir.

    tugay komutanı bunu makul bulur. hemen bir taslak hazırlarlar, üsteğmen uçağa atladığı gibi ordu komutanlığı karargahına gider.

    konuyu arz ettiği ilgili emri hazırlayan binbaşıdan çok sert bir tepki alır. o kimdir ki ordu emrini sorgular, onun işi emri uygulamaktır. üsteğmen altta kalmaz, "allah'ın kelamı mı bu?" der. onun bu karşı duruşu binbaşıyı hiddetlendirir. sinirler gerilir, sesler yükselir. o sırada olaya binbaşının amiri kurmay albay da dahil olur, kavganın çıkmasına ramak kalır.

    derken odaya, 3'üncü ordu kurmay başkanı tümgeneral girer. "ne oluyor" diye sorar kurmay albaya. kurmay da, üsteğmen'in binbaşıya itaatsizlik ettiğini, bağırdığını söyler. bunun üzerine tümgeneral üsteğmene hiddetle sorar "ne oluyor böyle, askerlikte var mı üstüne böyle bağırmak?" diye.

    üsteğmen tüm olayı izah eder: gereksiz masraf ve zaman kaybının önüne geçmek için bir öneri ile geldiğini anlatır.

    bunun üzerine tümgeneral, albaya döner, "çocuk haklı" der. albay "komutanım bunlara laf anlatılmıyor ki" diyecekken tümgeneral lafın nereye gideceğini anlar: "albayım sen iki yıllıksın diye aşağılık kompleksin mi var? ben de iki yıllık mezunuyum, ne olmuş yani? derhal emri hazırlayın, imzalayacağım"

    dolayısıyla lider, inisiyatif kullanmaktan kaçınmayan, fikirlere açık olandır.

    merak edenler için o tümgeneralin adı eşref bitlis'tir.
  • türkiye'nin lider tarihine pek güzel aynalık eden bir fıkraya göre;
    devenin başını dahi, çadıra sokmasına izin vermeyen insandır...

    ilgili fıkra:

    ingiliz gazeteci, sina dagında karşılaştığı bir bedevi'ye sorar:
    "sence lider kimdir?.."
    bedevi;
    "bir tanım yapmak yerine, bir öykü ile sorunuza cevap verebilir miyim" der gazeteci; "elbette, anlat öykünü" diye yanıtlar.
    bedevi anlatır;
    "benim gibi bir bedevi, devesinin üstünde ve kızgın güneşin altında, sina çölü'nde yol almaktadır. birden ufuk çizgisi kararır, gökyüzünde nadiren tek tük görülen kuşlar, bu kez toplu halde, karanlığın aksi istikametine doğru, telaşla kanat çırpmaktadır. çölün mutlak sessizliği, daha da yoğunlaşır sanki. deneyimli bedevi; bu alametlerin, şiddetli bir kum fırtınasının habercisi olduğunu hemen anlar.
    devesini çökertir, üstünden iner. heybeden aldığı sağlam bir kazığı, kızgın kumlara çakar ve devesini sıkıca bu kazığa bağlar. sonra yine heybelerden, katlanmış parçalar halinde çıkardığı küçük çadırını alelacele kurup,
    içine girer ve kapı örtüsünü her iliğinden düğümler.

    son düğümü henüz atmıştır ki; fırtına bulundukları bölgeye ulaşır. küçük çadır havalanacakmış gibi sallanmakta, rüzgarın oluşturduğu kum sağnağı, neredeyse delip geçecek bir hızda, çadır yüzeyine çarpmaktadır. her kum tanesinin, boyları küçük fakat verdikleri acı büyük oklar gibi bedenine saplandığı deve, dile gelir:
    'efendi, canım çok acıyor. hiç olmazsa başımı çadıra sokmama izin verir misin' der. dışarıda olmanın ne kadar zor olduğunu iyi bilen bedevi, zavallı devenin bu dileğini kabul eder ve 'pekii, başını çadıra sokabilirsin' diyerek, kapıyı bağlayan düğümleri boşaltır.

    durmak bir yana, fırtına giderek daha da gemi azıya almaktadır. deve, sahibine tekrar yalvarır; 'efendi, derimin en ince olduğu yer boynumdur ve şu an çok acıyor. izin ver, boynumu da çadıra sokayım.' biraz ikirciklenmeyle, bu isteğe de 'pekii' der bedevi.

    fırtına, sanki sonsuza dek sürecek gibidir. deve bu kez, ilk ikisinden daha acıklı bir sesle yalvarır; 'efendi, ne olur, hörgücümü de çadıra sokmama izin ver...' bedevi bu son isteği de kerhen kabul eder. ancak, hörgücün de içeri girmesiyle, küçücük çadırda, artık kımıldayacak yer kalmamıştır. bu duruma, bedevi'den önce, deve tepki gösterir; 'efendi, bu çadır ikimize dar geliyor. sen dışarı çıkıp, başının çaresine baksan...'

    'lider kimdir?' demiştiniz; bu hikayeyi mesnet alarak cevap vereyim;
    lider; devenin başını dahi, çadıra sokmasına izin vermeyen insandır... "

    atatürk'ten sonraki lider ismet inönü; köy enstitüleri'ni kapatarak, cumhuriyet devrimlerinin kırsala uzanan kollarını kopardı.

    sonraki lider menderes, dini politik bir enstrüman olarak kullanma geleneğini başlattı. dini; hurafelerden, siyasi spekülasyonlardan arınmış bir şekilde halka öğretecek aydın din adamları yetiştirmek üzere kurulan
    imam hatip liselerinin misyonunu ters çevirdi.

    sonraki lider demirel; menderes'ten de baskın çıktı. tarikatlar üzerinden siyasi ikbal aramaktan çekinmedi.

    arada gelen ve çoğumuz tarafından, cumhuriyet devrimlerinin, laisizmin ve demokrasinin seçkin temsilcisi olarak gördüğümüz bir başka lider, fethullah gülen ile muhabbetli olmaktan sonuç bekledi.

    sonraki lider sayın özal; zaten muhibban-ı tarikat olduğunu, gizlemeye gerek bile duymadı.
    sonraki lider erbakan döneminde, tarikat şeyhleri, başbakanlık protokolünün liste başındaydılar.

    modern türk kadını imajını güçlü bir rüzgar gibi arkasına ve oy portföyüne alıp, başbakan olan çiller, nabzını tarikatlara tutturdu.

    ecevit, bahçeli, yılmaz'lı hükümet, tarikatların ve dipten gelen dalganın sırtını sıvazlamaya devam etti.

    sonuc olarak;
    atatürk'ten sonra gelen bütün liderler; devenin çadıra girmesine izin verdiler. izin vermenin ötesinde, teşvik ettiler.

    özetle;
    biz de bedevi'nin öyküsünü mesnet alırsak; ortaya şu sonuçlar çıkıyor:

    1). türkiye; '10 kasım 1938'den beri, varlık nedeni olan cumhuriyeti, gerçek anlamda savunan bir liderden
    yoksun olarak, 69 yıl geçirmiştir.

    2) bu dönemde gelen istisnasız tüm liderler, kendi siyasi pazarlamalarını, cumhuriyete ve cumhuriyet
    devrimlerine 'vurmak' üstüne kurulmuş stratejilerle yapmışlardır.

    3) yaklaşık üç kuşağa tekabül eden bu zaman zarfında, türkiye'nin milli eğitim politikası
    'teokratikleştirilmiştir' ve 'teokratikleştirilmekte'dir.

    4) 29 ekim 1923'te gerçekleştirilen 'devrim', bila fasıla tam 84 yıl süren bir 'karşı devrim' ile tasfiyenin son
    aşamasına gelmiştir.

    son söz: "başını rica ile çadıra sokan deve, artık sahibini dışarı davet etmektedir..."
  • bu mecliste benim lider diyebileceğim kimse yok!
    çünkü ben iyi kalpli olmakla kötü kalpli olmayı ayıran o incecik zarın hangi tarafında olduğumuzu ayırt etmenin çoğu zaman olanaksızlığını biliyorum. inandığımız şeyin dünyanın gerçeği olduğuna dair bir kurgu yapıp onu kabul etmekte ustayız. insanoğlunun tabiatı bu.

    temelde iyiyi ve kötüyü ne dinlerin, ne cemaat illişkilerinin, ne örgütlerin, ne kültürün öğrettiğinin aksine, bu algının insanın doğrularından bağımsız, aklın iradesiyle baktığı bir yere yönlendirilmesiyle görmek gerekir. yani insan hisleri muğlaktır, her an karanlığa kayabilir. ancak evrensel gerçeklerle şekillendirilmiş bir akıl-muhakeme durumu, hisleri dışlayıp doğru olanı yapar.

    konfiçyüs'e kral iyi bir baba mıdır diye sorduklarında "iyi bir komutandır ama iyi bir baba mıdır bilmiyorum" demiş, aynı durum işte, siyasi liderin evliliği, evlendiği yaş, nerede öğrenim gördüğü ne işler yaptığı beni ilgilendirmiyor.

    peki neden benim kriterlerime göre lider olamaz hiç kimse? çünkü liderlik vasfı olan kimse yok. nedir bu liderlik vasfı? arkasında binlerce önünde onbinlerce insan olması ve konuşurken onları galeyana getirmesi mi? elbette hayır!

    evvela benim lider diyebilmem için sıkı bir edebiyat takipçisi olması gerekir. ben evrensel doğruları falancadan filancadan, filancaların rahle-i tedrisatından geçerek öğrenen birini değil, dostoyevski'yi, kafka'yı tanıyan, tanpınar'ı, atılgan'ı okumuş bir lider isterim. filanca ekonomi tarihçisinin ismini bildiği kadar, filanca besteciyi tanıyan bir lider isterim. resim sanatı dendiğinde bilinen yabancı tablolarla beraber ibrahim çallı'yı, turgut zaim'i, nuri iyem'i gerektiğinde monet'nin nilüferleriyle yahut velasquez'in las meninas(nedimeler) tablosuyla harmanlayıp bir şeyler anlatabilen bir adam/kadın isterim.

    yaşar kemal'in anadolu insanını anlattığı romanlarındaki tadı da bilen ve yaşayan oradan sabahattin ali'ye, hüseyin rahmi'ye, peyami safa'ya, modern romanın yüzü olan genç yazarlara ve yabancı şairlere uzanabilen bir cumhurbaşkanı isterim.

    insanların iyi ve kötü gibi basit, temel kavramlarla düşündüğünü, et elbisemizin üzerine, bizi gördüklerinde bize dair fikirlerini bu temellerle giydirdiklerine inancım var. yaptığımız iş doğru ya da yanlış olabilir ama sahiden böylesi zengin bir dünya görüşüyle beslenmiş bir insan görsem, onun seçimlerinde bir derinlik olduğuna inanırım.

    bugün, tüm bakanlar ve milletvekilleri için, tüm oda başkanları için geçerli bir şey var, vakitsizlikten yakınıyor ve kendilerine gönderilen kitapları danışmanlarına okutuyorlar. bu bir yere kadar doğal bir durum. bana diyeceksiniz ki bu “büyük insanlar” gününü roman okuyarak mı geçirsin, açıkçası roman okuyan insan, hayal dünyası gelişen insandır. hayalleri özgürleşen insan, dünyanın ona koyduğu sınırları kaldıran insandır. benim liderim okur.
    okumayan hiçbir kimse benim gönülden kabul edebileceğim cumhurbaşkanı, başbakan, adalet bakanı olamaz. kitap okumayan, mecliste arkalarda dokunmatik bilgisayarlarla oyun oynayan milletvekilleri benim vekillerim olamaz.

    sahiden okuyan insanlar, naiftirler. rahmetli ecevit'i hatırlayalım, kimseye kötü söz etmeyecek kadar naif, sağduyulu ve namuslu bir adamdı. okumak, insanları siyasi polemiklerden çıkar sağlamak gibi basit bir ruhla yaşamaktan kurtarır. (o da benim liderim değildi, liderliği tek bir vasıfa bağlamıyorum ancak en önemlisi okuma alışkanlığıdır diyorum)

    eğitim seferberliği, eğitimde kız-erkek beraber (tüm süreç olarak) nasıl okuyacaklar diye düşünerek değil, memlekette herkesin elinde bir kitap, aklında bir düşünce oluşmasını sağlayarak mümkündür. niteliği yüksek yayımlar yapılmasını sağlayarak mümkündür ve eğitimden söz eden insanların kendileri de bunun parçası olmalıdır.

    bu bir eksiktir ve bizdeki lider profili, muhalefet de buna dahil, okuma özürlüdür.
    oradaki adamların, onları seçip gönderen insanlardan en az on adım önde olması gerekir. hani, nerede? akademik kariyer sahibi olmak iyi bir okur olmakla aynı şey değildir. tek tip bir öğrenme biçimi insanı geliştireceği yerde at gözlüklü yapar.

    elimizdeki raporları okumak çok zaman alıyor diyecekler, o kadar danışmanınız var. eskiden bir yerde okumuştum, ne kadar doğrudur bilemiyorum. ishak alaton her gün bir saate yakın felsefe kitabı okuyormuş. başarısının sırrını, kendine, zihnine harcadığı bu zamanla ilişkilendiriyordu.
    belki bu bir örnek olur. hakiki zenginlik, hakiki güç cümlelerdedir. iyi hatip olmayı karşıdakini savuşturmak sanıyor bugünün insanları, oysa bazı cümleler vardır, kuşkuya yer bırakmaz. o cümleleri, dünyayla ilgili perdeyi aralamış, okuyan insanlar kurabilirler.

    bizim insanımız sanıyor ki öğrenim düzeyi yükselince cehalet gidiyor, asıl iş eğitim düzeyinin yükselmesinde ve bu aileden başlayan, aile terbiyesiyle ve kişisel çabayla süren bir şey. liderlik vasıfları bu terbiyeyi yaşatan insanlarda olabilir. okumayan insanın terbiyesinden söz edilemez.
    vekillerin halı saha maçlarının haber olduğunu görüyorum, vekillerin tiyatro grubunun haber olduğunu görmek istiyorum, vekillerin filanca kitabın çevirisini konuştukları haberler görmek istiyorum. halı saha nedir yahu?

    vekillerin sinemaya gitmesini istiyorum. bunu dedim ya üç beş gün sonra bir sinema çıkışı ülke gündemiyle ilgili konuşmak yerine sinema filmi hakkında söylenebilecek en ucuz sözleri söyleyip filmi beğendik demesinler istiyorum. danışmanlarına okuttukları kadar kendileri de okusunlar istiyorum. meclisin kütüphanesi hakkında haberlere konu olsunlar istiyorum. yazarlarla bir araya gelsinler, okuyan, düşünen ve gelişen bir toplum olalım istiyorum.
  • herkesin koşacağı yönü önceden anlayıp en öne geçerek "bu tarafa!" diye bağıran insandır.
  • kitlelere karşı hem canavar hem de palyaço ruhu taşıması gereken kişi.
  • efenim geçenlerde necatibey caddesinde yürüyorum, çok işlek olduğu vakitlerden birisi. karşıya geçmem icab etti. trafik ışıklarının olduğu yere doğru yöneldim, ama trafik ışıkları çalışmıyordu ve yoldan oluk oluk araçlar akıyordu.. bendeniz de diğer tüm zavallı insanlar gibi pasifize olmuş, içine kapanmış şekilde yol kenarında beklemeye koyulmuştum. o sırada arkadan bir kadın geldi, ışıkların çalışmadığını gördü, bir saniye bile düşünemeden "ee bu çalışmıyo ki!" diyerek yoldan geçen araçlara elini kaldırdı. minibüsün birisi zınk diyerek durdu, sonra diğer araçlar. kadın hızlı adımlarla yola atladı, bizler de "onun açmış olduğu yoldan" ilerledik ve karşıya geçtik.
    "işte" dedim, "doğal lider dedikleri bu olmalı!".. hızlı karar verme ve bu kararları cesaretle hayata geçirme, büyük kitleleri peşinden sürükleme, hepsi vardı..
    gene de gel lider ol deseler olmam, içimde yok ne yapayım, hatta: (bkz: liderlik/@tduirlaan)
  • işleri doğru yapmaya verimlilik, doğru işi yapmaya etkinlik denir.

    bu noktadan hareketle; işi doğru yapana yönetici, doğru işi yapana lider denir.

    ülkemizin yöneticilere değil liderlere ihtiyacı var her zaman.
  • liderlerle konuştuğunda önemli olduğun hissine kapılırsın.

    yöneticilerle konuştuğunda onların önemli olduğu hissine kapılırsın.
  • lideri lider yapan takipçileridir
  • franco dünyanın en uzun iktidarda kalan adamı oldu da ne oldu? çok uzağa gitmeye de gerek yok, sizin tasvir ederken lider dediğiniz başbakanlarınız, cumhurbaşkanlarınız 'lider' oldular da ne oldular?
    dünya da lider olarak nitelendirilen kişiler bir direniş hareketini taşımış kişilerdir. var olan ama kaybedilen şeyleri yeniden kazanma savaşını üstleniyorlar ve toplumu peşlerinden sürükleyebiliyorlar. mandela, gandhi, che guevara gibi.
    bu yüzden yönetim kademesinde bulunmuş herkes lider değildir.
    hakkı olmadan kullanımı yaygındır.
hesabın var mı? giriş yap