• 1970 yılı mahsulu, saygıdeğer üstad jean pierre melville tarafından yönetilmiş olan fransa / italya ortak yapımı film.

    corey (alain delon) hapishaneden yeni çıkmıştır, aynı gün cinayet zanlısı vogel (gian maria volonte) polisin elinden kaçmıştır. bu iki adam tesadüf eseri karşılaşırlar ve birbirlerine yardım ederler. corey'nin peşinde mafya, vogel'in peşinde polis vardır. artık bu karşılaşmanın kaderleri olduğunu düşünerek bir soygun planlarlar. yanlarına polis eskisi jansen (yves montand) de katılınca üç kişilik soygun ekibi oluşur.
    ve o yaklaşık otuz dakika diyalogsuz devam eden muhteşem soygun sahnesi. (akla hemen 1954 yılı mahsulu jules dassin filmi rififi geliyor.) 1950 li yıllarda yazdığı soygun sahnesini, ancak 1970 deki bu filmde gerçekleştirebilmiş melville.
  • melville’in heist anlatısı le cercle rouge'da alkolik jansen’in (yves montand) sanrıları ile billy wilder’ın modern yaşamı ve varoluşsal bunalımı irdelediği the lost weekend adlı filminde alkolik yazar don birnam’ın (ray milland) gördüğü sanrılar koşut okunabilir:

    böcekler, yılanlar, örümcekler...

    mutlak surette demon'ı anımsatan ya da muhtemel bir anne korkusunu alegorize eden grotesk sanrılar. hoş, annenin kayıp hayaletinin demon'larla bitiştirilmesi görülmemiş şey değildir ve batı resim sanatı geleneğinde de emsalleri bolca mevcuttur. her iki film de şu paydada düğümlenir: kadın korkusunu sanrılar vasıtasıyla görselleştirmek. eh be kardeşim, neymiş bu sonu gelmez kadın korkusu! deriz filmler sona erince. noir'ın anti-kahramanı ise şöyle der muhtemelen: 'eros hepimizi korusun örümcekleri ve yılanları anımsatan kadınlardan.'

    şaka bir yana, bunlar hep dünyaya sürgün edilmeden evvelki mitolojinin arkaik uzantılarıdır. lucifer'in elma bahsi, havva'yı ayartması ve onun da adem'i ayartması, nihayetinde bilginin (erotizmin) keşfi...

    bilgi (erotizm) sonu gelmez bir derttir, kişinin sırtlandığı kamburu, onun daimi belasıdır!
  • alain delon'un le samourai'dan sonra trençkotuyla, suskunluğuyla ve cool olmasıyla jef costello'yu andıran -pek tabi farklı olan- bir karakteri canlandırdığı melville filmi.
    bu filmdeki soygun sahnesi bana bullitt'teki araba takip sahnesi kadar önemli ve seyretmesi zevkli gelir. her ikisinde de gerçekçilik ön plandadır, müzik kullanımı yoktur ve bu da etkiyi maksimuma çıkarır. özellikle bu film için yapılan bu tercih gerilimi arttıran en önemli etkendir.
    aslında filmin geneline de baktığımızda dönemdaşı fransız dalgacılarından çok farklı bir yapıya sahip olmakla birlikte bu yönüyle de kendine has bir tarafı vardır. melville amca ustadır, sıradışıdır.
  • başrollerinde alain delon , gian maria volonte ve yves montand 'ın
    oynadığı* 1970 tarihli jean pierre melville filmi. alain delon kibar bir hırsızı , gian marie volonte bir katili, yves montand ise emekli bir polisi canlandırmaktadır filmde.
    john woo 'nun bu filmden uyarladığı the red circle adlı film ise 2006 yılı içerisinde abd ve arka bahçesinde gösterime girecektir.
  • jean-pierre melville'in le samouraï'sini izledikten sonra diğer filmlerine de göz atmak istedim. le cercle rouge kimi mantık hataları içeriyor ama söyleyeceğim iyi film olduğu.
  • yaşamak istediğim.
  • o kadar güzel ki.. hollywood’un bütün klişelerinden arındırılmış, noir’ın donukluğunu iliklerinize kadar hissettiğiniz, sessizliğiyle size her an "noluyo lan bişey kaçırmıyım" dedirterek ekrana bağlayan ve alain delon’un coolluğunun arşa çıktığı film. çekimler çok güzel. o diyalogsuz soygun sahnesi.. keşke benim aklıma gelseydi.
  • ayrıca bu filmde bourvil komiser mattei rolünde yeralır.
  • melville'in rififiye cevabıdır. yapımcı henri bérard melville'e rififiyi sen çekiceksin raad ol demişmiş taa ki the naked city'i izleyene kadar. sonrası malum.
  • "klişeler filmleri neden mahvederler? " sorusuna cevap olarak okullarda gösterilebilecke bir filmdir kanımca. jean pierre melville sinematografik algısı çok yüksek, hikaye dili kurmakta çok başarılı bir yönetmen. gelin görün ki filmin güzelim dokusu basit mantık hatalarıyla eriyip gidiyor izleyicinin gözünde. yapılan hataların dönemin teknolojik gelişmişliğiyle alakası yok, karakterlerin saçma davranışları ya da zayıf bir mantıkla kurulmuş tutarsız olay örgüsünden bahsediyorum sadece. o kadar önemli bir suçlunun araba yerine trenle taşınması ya da bir karışlık sudan geçmek için hemen arkasında bir arama ordusu varken tamamen soyunup karşıya geçince de aheste aheste giyinmesini, daha da saçma bir şekilde arama ekibinin bir karış derinliğindeki dereden geçmemesi ve aramayı sonlandırmaları.film baştan aşağı böyle basit ama rahatsız edici mantık hatalarıyla dolu olunca nitelikli bir roman okuyor gibi değil de sanki çok aptal birisiyle diyalog kurmaya çalışıyormuşsunuz gibi hissediyorsunuz. jean pierre melville le samurai'de böyle basit ama çıldırtıcı hatalar yapmamış ve özgün tarzını çok güzel ifade etmişti bana göre. bu filmini izledikten sonra başka filmlerine de bakma ihtiyacı duymuştum. ama çoğu yerde kendisinin başyapıtı olarak anılan bu film benim için ne yazık ki bir hayal kırıklığı oldu. fakat öte yandan filmin sinema tarihi üzerindeki etkisi de yadsınamaz. film bir yandan başarısız birtakım gangster filmi klişelerinin kurbanı olurken öte yandan da bizim sinemamıza da sirayet etmiş birok klişe üretiyor. bu klişelerin temeli de temelde yine melville'in sinematografik dehasına dayanıyor kanımca. günün sonunda benim için atanamamış rififi olan bir filmdir.
hesabın var mı? giriş yap