• otuzlarda hedef, kırklarda yasak, ellilerde dinsiz, altmışlarda hippi, yetmişlerde düşman, seksenlerde eski dost, doksanlarda efsanenin çöküşü, milenyumda tişört olmuştur...
  • ilkokul birden ikiye geçmiştim, yaz tatiliydi. bütün arkadaşlarım kuran kursu diye benim gitmediğim bir yere gidiyorlardı. bir gün sokakta birkaç çocuk konuşurken biri benim niye kuran kursuna gelmediğimi sordu. ben kursun neresi olduğunu ve neden gitmediğimi bilmiyordum. onların neden gittiklerinin de farkında değildim. başka bir çocuk benden önce cevap verdi soruya: "onun babası komünistmiş, göndermezmiş kuran kursuna" diye. ilk defa o gün duydum komünist sözcüğünü. bayağı üzülmüştüm, elin çocuğu benim babam hakkında benim bilmediğim birşeyi biliyor diye. ben babamın mesleğini başka bir şey sanıyordum, baksana komünistmiş de haberim yok. akşam babama -olayı da anlatmadan- sordum "komünist" ne demek diye.
    *"komünist iyi insan demektir oğlum, sen şimdilik böyle bil" dedi. sonraları gerçekten ne demek olduğunu da öğrendim tabii, ama öğrendikten sonra daha çok inandım "iyi insan" demek olduğuna.
  • hayalleri, söyleyecek sözü olan, sevmeyi ve sevilmeyi bilen, paylaşmaktan hoşlanan, hayatı ucundan değil tam ortasından yakalayan kişilere verilen ad...
  • yarın bir başka ülkenin ordusu gelip vatanını işgal ederse, göğsünü siper edecek ilk kişilerdendir. her şeyden önce ülkesinin bağımsızlığına inanan bir emperyalizm düşmanıdır.
  • yaşadığı yerin bir ev ya da plaza değil de evrenin sonsuzluğu içindeki bir mavi gezegencik, yaşadığı yüzyılın tarih içinde eşit oranda küçüklükte bir zaman dilimi olduğunu ve bu gezegen üzerinde, bu kısacık zaman diliminde birlikte bulunma ortaklığını yaşadığı bir ağaçtan daha fazla hakka sahip olmadığını ama ondan daha fazla zarar vermeme yükümlülüğüne sahip olduğunu bilen, buna uymaya gayret eden ve edilmesini isteyen kişilere deniyor aslında.

    ayrıntıları ise, yazılmıştır mutlaka daha önce...
  • komünist (veya genel olarak sol kanat diyelim) fazlaca bölünür, doğrudur. bunun pratikte sorunlar doğurduğu da doğrudur.

    bunun sebebi okumaları ve düşünmeleridir yalnız, bunu es geçmemek lazım. bu insanlar felsefelerini ince ince düşünen, üstüne konuşan, tartışan insanlar. tutup da tek bir liderin ardından sorgusuz sualsiz giden, soru sormaya korkan, "amaaan n'olcak yeaa, orası da öyle olsun" diyen kişiler değiller. haliyle o kadar önce eleyip sık dokuyunca da, bir bölünme oluyor. bu biraz ironik, normalde ince eleyip sık dokumak iyi bir şey olarak kabul edilirken, düşünsel anlamda bunu yapmak, iyice bölünmeye, bir türlü birlik olamamaya sebep oluyor. bu eleştirilerin hepsi doğru, hepsi yerinde. ama dediğim gibi, uluyan insanlarla karşılaştırmak abes. bir tarafta "kar etmek her şeyden önemlidir, görüşten felsefeden bana ne yihuuuu" diyen tipler yahut "en üstün ırk biziz çünkü alman'ız, türk'üz, japon'uz" diyen ve ardını aramayan sürüler varken, diğer yanda "devleti ele geçirmek için devletin araçlarını kullanmak mübah mıdır, yoksa o araçları toptan reddetmek mi gerekir?" yahut "organize olarak mı devlet denen kurumu sönümlendirmeliyiz yoksa örgütlenmenin her türüne karşı mı çıkmalıyız?" gibi sorular sebebiyle ayrılan insanları bir tutmak dallamalığın daniskası olur.

    boşune bölünmeyişinizle de övünmeyin yani, zira "neden" bölünmediğinizi saptamak önemlidir. soru sormadığınız, düşünmediğiniz için bir arada takılabiliyorsanız eğer, bunda övünülecek hiçbir şey yok.

    ha, komünistlerin eleştirilecek yanı yok mu, dünyalar kadar var! bazen kendi "ayrıcalıklı" alanlarından kopmamak için kimseyle birleşemiyorlar, bazen gerçekten pire için yorgan yakıyorlar. etraflarındaki, onların ağzının içine bakan tilmizlerinden pek hoşnutlar ve hiçbir şey yapmadan, diğer komünistlerle laf dalaşına girmekten ibaret hayat sürdürenleri maalesef çoğunlukta. kadın meselesi, lgbti ve hayvan hakları gibi meselelerde ne yazık ki 50 senede bir arpa boyu yol ancak alabildiler, daha kendi parti programlarına bile "ayrımcılığa karşıyız" yazmanın ötesine geçemediler. birçoğu hâlâ cinsiyetçi, homofobik, heteronormativiteye bağlı. "taş kafalı solcu" imajının müsebbibiler, "işçi" deyince aklına 1 mayıs afişindeki tulumlu fabrika işçisi, "emekçi" deyince köydeki çiftçiden ötesini aklına getiremeyen, ancak her fırsatta beyaz yakalıları "yeaa siz de işçisiniz, farklı diilsiniz, kendinizi ne sanıyosunuz?!" diye fırçalayan, lakin oturup "bu insanlarda işçi bilinci yoksa biz nerede yanlış yapıyoruz?" diye sorgulamayan insanlar ağırlıkta... çay ocağında çay-sigara ikilisi ile türkü çığırmak ve "yarınlar güzel olacak" demekten ötesini yapmayanlar da çok...

    ama -koccaman bir "ama"- bu eleştirilerin hepsi pratiğe yönelik. hiçbiri, "komünizm çöp o zaman yeaaa" noktasına varamaz. komünistlerin işe yaramadığını söyleyemeyiz, sadece yeterince iyi örgütlenmediklerinden, yeterince değişime açık olmadıklarından, yeterince iyi kenetlenemediklerinden söz edebiliriz. her ne kadar eleştirilerimin en ağırını bu insanlara yöneltsem de, bu, aslında onlardan beklediğim bir şey olduğundandır. diğerlerini eleştirmiyoruz ble, çünkü onlardan bir şey beklemiyoruz. komünistlerin de bu noktada yapması gereken "ama bizim çok üzerimize geliyorlar" demek değil, eleştiri, kendisini geliştirmek isteyen için daima en iyi şeydir. nitelikli eleştirilere kulak versinler, muhafazakârlaşmasınlar, değişime açık olsunlar, "devrimci" geçinip stalin'e yapışıp kalmasınlar ki, biz de onlarla birlikte saf tutalım, destek olalım.
  • teslim olmaz, böyle gelmiş böyle giderci değildir. hayali cihana değer bir sistemi savunur.
  • kapitalist bir toplum icerisinde bir kapitalist gibi yaşamak zorunda olan ki$idir .
  • ismet amcadır benim için, hem de 80’lerin hemen başında…
    egenin o kasabasında, 80 öncesi büyük şehirlere nazaran daha serin geçmişti. çünkü annem ve babamın anlattıkları çok hazin öyküler yok o döneme ait. ya da ben çok küçüktüm anlamadım. aklımda siyasete ilişkin tek kare kalmış, duvara boya fırçası ile dev-sol yazan delikanlı.
    80 yılında yeni evimize taşındık, üst katımıza da benim yaşlarımda iki çocukları olan karı-koca çalışan bir çift taşındı. her şey çok güzel. filiz benden bir yaş büyük, tolga ise sınıf arkadaşım. okula başladığımız gün, tolga annesi ile gitmek için ağladığından, annesinden şamar yiyor, gidip ben sakinleştiriyorum. çok naif çocuklar, annesi çok baskılamış, oyuncaklarını bile vermiyor, büfeye süs diye koyuyor, arada kaçırıp oynuyoruz ama. anne çalıştığı için bunlara ev işi yaptırıyor, ileriki yıllarda da yemek yaptırdı mesela. çok klasik bir kadın, sürekli babadan şikayetçi, baba ise çok farklı; ismet amca. “komünist ama iyi adamdır” diyorlar. pos bıyıkları var, bir de kütüphane dolusu kitabı.
    ismet amca, iş bankasında memur. sürekli bize iş bankası çocuk yayınlarının dergisini getiriyor. 80’lerin başında şimdiki gibi çocuk dergisi enflasyonu yok. bir de hürriyet çocuk giriyor eve. ikisinin geldiği günler evde benim için şenlik var. ismet amcayı o yüzden çok seviyorum. bir de ebeveyn yatak odasında sakladığı gırgır ve fırt dergilerini seviyorum. filiz ve tolga ile saklambaç oynarken yatak odasına giriyor, sessizce bir köşede dergi okuyup saklanıyorum. hep farklı bir yerde sotalanıyorum ki bulamıyorlar hemen. ismet amca dergileri ciltliyor. kitaplarını ciltliyor. cilt makinesi var evlerinde, çok ilkel şimdi düşününce, ama bana dünyadaki en karmaşık iş gibi geliyor. izlemek çok zevkli, ama babalar eve gelince çocuklar kendi evlerine gittiklerinden ben genelde göremiyorum.
    bazen ailecek görüşüyoruz. biz 3 çocuk ajan olup, anne babalarımızı izliyoruz, bilgi topluyoruz, annem mutfaktan yiyecek çalıyoruz diye düşünüyor. oyunun kurgusu ve yönetimi bana ait. babalar siyaset tartışıyor bazen sesler yükseliyor, anneler ortalığı sakinleştiriyor. herkes ürkek zaten siyaset konuşmak için, asker yanlısı olanların tuzu kuru.
    ismet amcanın kitaplığını karıştırıyorum sık sık, genelde tiyatro oyunları var, çocuklar babalarının tiyatroya düşkün olduğunu, annelerinin kızdığını anlatıyorlar. ileriki yıllarda tiyatro yönetiyor ismet amca. oyunun adı “teneke”. başrolünde bizim eczacı abi. beni de götürüyorlar, izliyorum. oyun bitince deli gibi alkışladığımı hatırlıyorum ama konu hakkında kafamda tek bir detay bile yok.
    89 yılında ankaraya taşındık. onlar da marmarise taşınmışlar sonra. kolay yoldan para kazanmaya çalışmış, kooperatif kurmuş, işler batmış, çok borca girmiş. çok üzülüyorum duyunca. keşke diyorum yaşlılığında tiyatro yönetseydi, keşke sahaftan kitap alıp ciltleseydi, keşke komünist kalsaydı.
  • tekilaya karşı değildir ama rakıyı tercih eder.
hesabın var mı? giriş yap