• çok sevdiğim bir hocanın söylediği bir söze deneyimlerimle canı gönülden katılırım efenim.

    ''psikolojik rahatsızlığı olan bir hastayla yaşamak çok zordur ama en zoru kişilik bozukluğu olan bir bireyle yaşamaktır. bakın psikolojik rahatsızlık kategorisinde psikotik bozuklukları da katarak bunu söylüyorum. 2. eksen boktur.''
  • kişilik bozukluğuna sahip kişiler genellikler bu durumlarını kendi yararları için kullanmayı öğrenirler...
    (bkz: sosyopat)
  • american psychiatric association (apa) adı verilen, bir grup psikiyatristin sen, ben bizim oğlan kurduğu derneğin, the diagnostic and statistical manual of mental disorders (dsm), yani zihinsel bozukluklar için tanı ve istatistik kitabı bkz:(dsm-5) adındaki kitapçıkta ortaya attığı ve bazı kişlik özelliklerinin belirsiz bir şekilde sınıflandırılıp "bozukluk" şeklinde etiketlenerek insan kişiliğinin bozukluk gibi harcanması anlayışına dayalı bir kavramdır. nedense bütün dünyada klinik psikoloji alanında itirazsız uygulanmaktadır. dünya sağlık örgütü'ne ait "uluslararası hastalıklar ve sağlık sorunlarıyla ilgili istatistik kitabı da aynı "bozukluk" etiketlemesine iman eder. çekingenlik gibi bir karakter özelliğinin bile bozukluk olarak nitelenmesi ilgi çekicidir. öte yandan geçmişte eşcinselliği kişilik bozukluğu olarak tanılayan ve istatistikleyen apa, eşcinsel hareketine katılan örgütlerin kapı önünde gösteri yapması ve camları taşlaması sonucunda, bu "bozukluk" kategorisini dsm'den çıkartmıştır. bu örneğe bakıldığında, çekingen, asosyal, şizoid vb. şeklinde etiketlenen grupların bir araya gelip, toplumsal hareket oluşturarak taş atma şansı düşük olduğundan, bozukluk damgasını sürekli taşıma bahtsızlığına sahip olacakları sonucuna varılabilir. peki bu durumda başkalarının haklarını çiğneme, şiddet eğilimi, empati yoksunluğu özelliklerine sahip "antisosyaller" apa karşıtı gösteri yaparak bozukluk damgasından kurtulabilir mi? teorik olarak mümkündür. ancak gerçek "antisosyal kişilikler", pek çok toplumda kolayca güç sahibi olup politikacı, asker, polis, iş insanı sıfatıyla saygı gördüklerinden, böyle bir harekette bulunmaya gerek duymamaktadır.
    kişilik bozukluklarının tanımlarına baktığınız zaman, bunların gazete köşelerindeki burç falları gibi ilk anda gerçek bir şeylere işaret eder görünüp, dikkatli incelendiğinde belirsiz, her yöne çekilebilir, bir çok kişiye uydurulabilir özellikte olduğunu anlayabilirsiniz. bu bakımdan çok da ciddiye alınmaması, bkz:(kendini tanı) sözünü uygulama kaygısındaki duyarlı kişilerin kendisinde bulunduğundan şüphe duymaması gereken bir kavramdır.
  • genel olarak 9 alt gruba ayrılan kişilik bozukluğu kavramının cinsiyete göre farklılık gösterdiği konusunda istatistiksel bir yaklaşım vardır. erkeklerde narsisistik, antisosyal, şizoid, şizotipal ve paranoid kişilik bozuklukları sık görülürken, histriyonik ve sınır kişilik bozuklukları (borderline) kadınlarda daha fazladır. ayrıca psikopatolojilerde erken dönem anne-çocuk ilişkisinin etkisi büyük olsa da kişilik bozukluklarında babanın rolünün daha yüksek olduğu da ileri sürülmektedir...
  • sam vaknin der ki: özünde, tüm kişilik bozuklukları bir çeşit şizoid bozukluktur. esas sorun, kişiliğin oluşumunun, daha yapılanma sürecinde, henüz oturmadan sekteye uğramış olmasıdır. kişilik zaten oluşmadığı için libido dışa aktarılamaz (çünkü kişilik yok zaten, nasıl aktarsın libidoyu?) bu büyük bir problemdir ve bu problemle nasıl başa çıkıldığı kişiden kişiye değişir: örneğin çatışmacı bir karakter antisosyalliğe, dışadönük bir karakter histriyonizme, içedönük bir karakter şizoidizme, tecrübeye açık bir karakter sınırda kişiliğe doğru ilerleyecektir. vaknin, açık* ve kapalı* narsisizm arasında bir fark olmadığını söyler. açık narsist, psikopattır; kapalı narsist, sınırda kişiliktir. yani narsist = antisosyal; sınırda = bağımlı kişiliktir. bu açıdan narsizmi ve antisosyalliği birincil, sınırdalığı ve bağımlılığı ikincil psikopati olarak adlandırır.

    beyniniz sikildi değil mi? çok doğal. çünkü bunların, bu tanımlamaların birinin bile gerçekte bir karşılığı yok. hiçbir doktor kan/idrar testinize bakıp "z vitamininiz olağan değerlerin altında çıktı. sizde narsisistik kişilik bozukluğu var ama üzülmeyin, z vitamini takviyesi yazıyorum size..." demeyecek.

    dahası tüm bu kişilik bozukluklarının, hepsinin, travma sonrası stres bozukluğunun farklı biçimleri olmadığını söylemenin bir yolu da yok. sam vaknin'in "tüm kişilik bozuklukları şizoidizmdir," argümanını alıp "tüm kişilik bozuklukları kompleks travmadır," şekline de sokabilirsiniz. bir tane kişilik bozukluğu yok ki kökeninde çocukluk travması olmasın ve bir tane belirti yok ki travma sonrası stres tepkisi olarak okunamasın. kollarını mı kesiyor hasta? sınırda kişilik. neden? dissosiyasyonla başa çıkmak için yapmıyor mu bunu? kendini vücudunda hissetmek istiyor işte ne var bunda anlaşılmayacak? kronik stres ağalar, beyler; yok mu sizin hayatınızda olmadı mı hiç?

    yeryüzünde iki terapist yok ki aynı kişiye aynı teşhisi koysun. birinin sınırda dediğine diğeri kaygı bozukluğu veya dehb diyor. dehb hadi yine nörolojik bozukluk. fmri'dan çıkıyor ama işte insanlardan kaçıyor, o halde çekingen kişilik bozukluğu! vay canına! çocukken güven vermesi gereken otorite sahipleri hayatını siktiği için kaçıyor olmasın insanlardan? yok yok bozuk bu.

    hayır efendim işte öyle değil. net bir standardı yok bu teşhislerin: hepsi bütünüyle soyut. sözümona hastalık hepsi ama ilaçları yok. ilaçlarını geçin, çoğunun tedavisi bile yok.

    yapmıyorlar zaten teşhis falan koymuyorlar artık kimseye. özel klinikler kesinlikle koymuyor zaten. bu trend, yani teşhis koymama trendi ilk abd'de başladı ve sebebini de anlatayım: çoğu eyalette biri, ona hatalı teşhis koyup hatalı tedavi uyguladığınız gerekçesiyle sizi dava edebilir ve kanıt olarak da kolaylıkla başka bir terapistten farklı bir teşhis alabilir yukarıda izah ettiğim gerekçelerden ötürü. eğer psikolog ya da sosyal sağlıkçıysanız pek canınız yanmıyor ama psikiyatristseniz kan alıyorlar böyle bir durumda. peki böyle bir durumda hastaya tazminatı kim ödüyor? sigorta şirketiniz ödüyor. siz de her sene bu durumlarda tazminatı karşılasın diye malpractice sigortası yaptırıyorsunuz. sigorta şirketi, sigortanızı yenilerken tek bir soru soruyormuş (bu içeriden aldığım bilgi): "bu yıl hastalarınızın yüzde kaçına kişilik bozukluğu teşhisi koydunuz?" eğer cevabınız %5'ten fazlaysa sözleşmeyi yenilemiyorlarmış. bakın bipolar, şizofren, dehb, depresyon, kaygı falan değil; kişilik bozukluğu. bu konuda çok bilen çok yanılıyor yani.

    ha ama devlete gidin anında teşhisiniz hazır. siz hiç "ergen" diye bir teşhis gördünüz mü? baya, bildiğiniz, teşhis kağıdında üç tane madde: sınırda kişilik bozukluğu, depresyon, ergenlik. ben bunu gördüm. nasıl bu kadar sikleri taşaklarına denk olabiliyor devletteki çalışanların? çünkü kim onları denetleyecek? çok basit. oraya "ağzı gevşek, mokar hastası" falan bile yazabilir yani ne olacak ki? kim hesap soracak?

    neyse arife tarif zaten gerekmez ama demek istediğim şey, hiçbirimiz bozuk değiliz çünkü aslında hepimiz bozuğuz. eh, madem bu kadar konuştum, bir yere de bağlayamadım, selamlar ve sevgiler bırakıp bir şarkıyla bitireyim: eksiklik kendi özümde
  • kişilik bozukluklarının sadece kompleks travmayla* farklı başa çıkma metodları olduklarını anlamamız lazım. kişilerarası ilişkilerde yaşanan ufak gerilimlerde abartılı tepkiler veren; yani kaçan, saldırganlaşan, aldatan, yok sayan ya da yapışan, ilahlaştıran ya da şeytanlaştıran insanların verdikleri bu tepkiler, vietnam gazilerinin gürültüye verdikleri abartılı tepkiler kabilindendir: o gazi, nasıl bir arabanın egzozunu tüfek ateşi sanıp da sokağın orta yerinde kendine siper arıyorsa, "sınırda kişilik" yaftası vurulan birey de telefonu açmadığınızda sizi annesi sanıp ağlayarak intikam yeminleri ediyor.

    bu bakış açısını kavramak, bir şeylerin yasını tutmak ama kesinlikle bireysel algılamamak; youtube doktorlarının her gün yeni bir videoyla bir başka yönünü ele aldıkları narsisistik istismar anlatılarının size sağlayabileceği mağduriyete sığınmaktan daha olgun bir tavır.

    (bkz: metandan korkmam meta anlatıdan korktuğum kadar)

    bununla beraber, travma tepkileri veren insanlarla giriştikleri ilişkilerde karşılaştıkları abartı tepkilerden ötürü yaralanan insanların, yas süreçlerinde, acılarını hafifletmek ve kafa karışıklıklarını gidermek için sarıldıkları anlatılar; bu anlatı ister "kara empatım ben" olsun, ister "eski sevgilim narsistti" olsun, kesinlikle anlayış gösterilmesi gereken şeyler.
  • ayırıcı en önemli kriter: on yaştan önce başlaması. bir de beyefendide döpiyes havası vermez psikozlarda olduğu gibi; tutarlı bir şekilde şahısla bütünleşmiştir.
  • her 10 kişiden birinde bulunan, kisiliklerinde düzeltilemeyecek olan bozukluktur. millet güzel güzel sınıflandırıp, keskin çizgilerle ayıtmış, lakin o kadar sınırları basit çizilecek olgular değillerdir. dsm bugün "ak" dediğine, yarın nasıl olsa "kara" diyecektir, o bakımdan sıkıntınız olmasın.
    normalde bir kaç tane emare sıralanır ve bu emarelerden en az 5'ine sahip ise (şimdi değişmiş olabilir. dmv ile yola çıkılmaz ne de olsa), belirli bir kisilik bozukluğu tanısı konur. normal bireyde 3 tane emare görülebilir.
    mesele, bunların şimdinin şartları altında düzelemeyecek olmalarıdır. ruhsal bir sorun değil, bir hastalık değil. kisilik o şekilde biçimlenmiş ki, sebepleri hakkında bilimum teoriler mevcuttur.
  • dsm-5'te bunlar önceden ayrı bir skalada sınıflandırılırken, geri kalan mental bozukluklarla aynı sınıflamaya alındı. dsm-5 bu dramatik kategorik değişikliğin sebebini, herkeste farklı miktarda bulunabilen ve kişiye özel seyreden semptomların daha derinlemesine incelenmesine olanak sağlamak olarak açıklıyor.

    akıl hastalıklarının tanımlarının, tarihsel ve toplumsal olarak nasıl değişiklik gösterdikleri malum. dsm-5'teki kategorik ayrımda yapılan değişiklik, ilk bakışta kişilik bozukluklarının geri kalan akıl hastalıklarıyla aynı kategoriye alınması gibi görünse de, bence aslında orta vadede gerçekleşecek farklı bir değişikliğin ilk adımı. liberal demokratik toplumlarda, insan hakları kavramının ortaya çıkışı, feminizmin onu takip etmesi, bugün lgbti'nin onur hareketi gibi gelişmeler, bireysel farklılıkların toplumlarda daha yaygın kabul görmelerini, bu kişilerin özgürleşmelerini sağlıyor. kişilik bozukluklarıyla ilgili, bunları geri kalan akıl hastalıklarından ayıran en temel fark, bunların kişilik özelliği olarak adlandırılabilecek seviyede egoya entegre durumlar olmaları. nörokognitif bilimde ve gen araştırmalarındaki yeni keşifler sayesinde, bunların çoğunun doğuştan gelen biyolojik temelleri olduğunu da öğreniyoruz. bir psikopat, biyolojik ahlaktan yoksun, senin benim gibi vicdan azabı duymuyor. bizim vicdan azabı duyarken gösterdiğimiz nörolojik aktiviteyi de göstermiyor, göstereceği enstrümandan da biyolojik olarak yoksun. yani bunlar evrimin varyasyonları. üstelik toplumsal olarak da tamamen işlevsiz değiller. varolan toplumsal sistemimizde üst düzey yöneticiler arasında psikopatolojiye, nüfusun geri kalanına kıyasla çok daha sık rastlandığını biliyoruz. demek ki bu durum, şartlara bağlı olarak yönetilebilen ve verim de alınabilen bir durum.

    öyle sanıyorum ki, çok uzak olmayan bir gelecekte, bugün kişilik bozuklukları olarak değerlendirilen durumlar bütünü, akıl hastalığı tanımından tamamen ayrı bir sınıfta değerlendirilecek, bunların yönetimine, genel popülasyonla zararsız ve yapıcı ilişki kurmalarını sağlamaya ilişkin metodlar gelişecek ve bu duruma sahip insanlar basitçe farklı insanlar olarak kabul görecekler. çünkü bu insanlar gerçekten sadece farklılar, dünyayı başka türlü algılıyor ve yorumluyorlar.
hesabın var mı? giriş yap