• --- 2x06 spoiler ---

    konuşulan dil için turkish mi diye sorulması, kebap, nargile.. bizden esintiler vardı bu bölümde.

    villanelle'in "i'm bored" diyeceğini anlamıştım.

    villanelle'den sonra carolyn favori karakterim olma yolunda ilerliyor. spin-off'u çekilse izlerim. "i can't stand breakfast. it's just constant eggs. i mean, why? who decided?" lafları sonrası nargilesini tüttürüyor. hem eskrim de yapıyor.

    --- 2x06 spoiler ---
  • 2018'in en iyi dizilerinden biri, seviyoruz seni avrupa'da geçen diziler.

    --- spoiler ---

    öncelikle şunu belirtmek istiyorum yukarıdaki suserlara. suserlar nasıl bir dizi izlemek bu. tabiki eve, villanelle öldürmek için bir deneme yapacaktı. filmin birkaç yerinde geçen "ı have to kill you" lyricsi bu yüzden var. sonra tabiki silahla en sevdiği ve seveceği ve sevebileceği kişiyi vuramazdı. bunun için ondan vazgeçmiş olması gerekiyordu. oysa eve, çok yeni kavuşmuştu villanelle'e. o yatakta geçen yan yana uzandıkları o anda yaşandı onların ilişkisi. o uzanma anı, yıllarca süren bir andı. aşklarını, tutkularını, yaşayamadan yaşadılar ve eve onu bıçakladı. silahla vurmadı, vursa ölebilirdi o mesafeden, bıçak ise yaşama şansı tanıyabilirdi. peki neden villanelle acıdı deyince, eve vazgeçti, neden kurtarmaya çalıştı diyenleriniz var. kuzum siz hiç mi aşık olmadınız, aşık olduğunuz insanı öldürmek istediğiniz ama yapamadığınız, dilemmalar içinde geçen anlarınız hiç mi olmadı. sevgi, nefret, tutku, acı, ikilemler, gitmeler, dönmeler. bunlar ayrı düşünülemez birbirinden. eve ve villanelle arasındaki tutku, cekim, aşk bunların hepsini barındırıyor. bu yüzden de bu iki karakteri sevip, bu diziyi izliyoruz. bu nedenle bu dizi(kitap) aslında gerçek geliyor bize. bir yanıyla olmak isteyip olamadıklarımızı yansıtıyor. villanelle ve eve hem kötü hem iyi hem de insan.
    --- spoiler ---
  • güzel dizi severek izliyorum ama dizide herkesin eve' e yazıyor olması (hugo, vilanelle, arada random flört eden yan roller, kocasını saymıyorum) çok saçma. lucy liugibi taş asyalı hatunlar dururken abidik gubidik perma saçlı ve pizza suratlı sandra ohnun 7/24 şaşırmış duran surat ifadesine bu kadar yürüyen olması hiç inandırıcı değil.
  • ana karakterlerin kadın olduğu az düzgün diziden biri kesinlikle.

    drama, espionage olduğu kadar da komedi.
    ve güzel bir komedi.

    kadınların aptal olmaması büyük artı. film ve dizilerde genelde çizilen ya seksi ve muhtiş ajan karakteri, ya da birbiriyle başka bir erkek dışında konuşacakları şeyleri olmayan hikayeyi ileri taşıyan sakar/aptal, duygusal olarak zayıf figürleri oynamalarından gına geldi bana.

    diziyle ilgili ama hikaye açısından kafama takılan iki üç saçmalık var.

    --- spoiler ---

    berlin metro sahnesi:

    hadi friedrichstr. durağından indikleri trenin bi anda weberwiese durağına geçmesini iplemedim diyelim. ama bill bi sürü mesaj bıraktı eve'in telefonununa. villanelle ile orada karşılaştığı biliniyor. dizi başından beri cctv diyenler, oranın video görüntülerine bakmıyor bile. onun yerine, kıyafetler nerden alınmış oralardan kadını bulmaya çalışıyorlar.

    frank'in öldürülmesi:

    diğer yandan, frank'in itirafının telefondan yedeklenmemesini geçtim, eve'in telefonu alınır alınmaz, taksiyle gidip uyarıyor filan. ordan da frank'in kaldığı safe house'a gidiyorlar. tüm cycle telefonla halledilse, villanelle oralara gidene kadar adamı çıkaracaklar zaten evden.

    son olarak şu dizilerdeki artık kendilerine sikimsonik adlar takan kötü adam gruplarından kurtulmalarını diliyorum. burda da twelve demişler. umarım düzgün bir şeye bağlarlar da böyle ulvi mistik bir grup çıkmaz ardından.

    onun dışında beğenerek izliyorum.

    --- spoiler ---
  • bugünkü final bölümüyle ekranlara veda eden dizi.
    içerdiği ilginç kadın karakterlerle heteronormatif ve ataerkil dünyanın sıkıcı parametreleri dışında kalan ve genel geçer kurallara sık sık nanik yapan bu tuhaf ama eğlenceli diziyi, çok çok aceleye gelmiş bir finalle bitirdiler. hristiyanlık mesajı, sembol sembol, alegori, son bölüme kadar buluşturmama matematiği diye kastırırken dizinin özünü ıskalamışlar. mesala bu son bölümde ve özellikle son sahnede hristiyanlıkla ilgili çok fazla sembol ve mesaj var, spoiler vererek aşağıda uzunn uzun yazdım. estetik çekimlerin ve kaotik sahnelerin tavan yaptığı bu dördüncü sezonla çok daha güzel bir şekilde veda edebilirlerdi ekrana. şimdiki sonuçtan ne oyuncular ne de seyirciler memnun. yazık oldu güzelim diziye.
    bunu şeye benzetiyorum biraz, konstantin s2e4 desperate times bölümünde dizi için "anlamlı" olan havva ve adem * tablosuna bakarken büyüleniyordu; fakat öte yandan villanelle tıpkı biz izleyiciler gibi bu "sembolik" tabloyu pek önemsemeden özündeki asıl dürtüsünü ateşleyen görmek istediği mizansene kayıyordu. bu eski sekans senaristlerin dördüncü sezonda dikte ettiği bakış açısını karşın seyircinin ne düşündüğünü güzel özetliyor.
    neyse final diyordum.

    -- spoiler s4e8 ---

    kübler-ross modeli'nin tam neresindeyim bilmiyorum ama finalle ilgili hislerim karışık, adeta bir rollercoaster: kızdım, güldüm, sevdim ve sevmedim. izleyiciyi hassaslaştırıp acımasızca vurmuşlar, katakulliye getirmek denir buna. ayıp. dikkat çekti mi? evet. şahane bir son muydu? got'un finali bundan iyiydi, öyle diyeyim. character arcların, ana hikayenin pek bir anlamı yokmuş gibi her şeyi bir anda kenara fırlatıp trajediye koşmuşlar. misal, son sahne ile villanelle eve'in gözleri önünde korkular içinde, hayatında ilk defa gerçekten sevildiğini bildikten birkaç saat sonra öldü *; eve'in geleceği ise artık ölü**, çünkü yıllar sonra uyandığı bu “yeni heyecanlı dünyasını” kaybetti.

    baştan uyarayım, biraz uzun bir yazı olacak, şu an bana inanmayıp sayfayı aşağıya doğru çekiyor olabilirsiniz, evet demiştim uzun bir yazı, çünkü final sezonunu tekrar izledikten sonra nöronlarım yeniden çeneme vurdu, ve evet böyle güzel dizilerin boktan final yapması insanı her gerçeklikte sinirlendiriyor. arada dönüp baktığımda en kalas entryim olarak görmek bana nasıl hissettirecek tam bilmiyorum ama artık neyse. bu diziyle alakalı kadınsal dokunuşları, psikolojik karanlık altyapıyı, araya sakladıkları sembolleri yakalamayı seviyorum.

    dizinin ciddi olmayan absürt atmosferine böyle kanlı sert bir final eklemelerini oldukça gereksiz buldum. azıcık kafamız dağılsın diye izlediğimiz diziyi bile hayatın gerçekleri bu'ya bağladılar. halbukisi biz bu diziyi biraz fresh hikayesi, biraz kadınların gizli yönleri, çookça da absürt ciddiyetsiz dünyası ve villanelle'in bu sıkıcı dünyadaki eğlenceli varoluşu için izliyorduk. böyle bir final bu dizi için fazla realist ve sert. dizinin lokomotif karakterini en mutlu anından beş dakika sonra öldürmek de yani bilemiyorum altan bilemiyorum... her sezon bilinçli olarak değiştirilen başyazar dizinin tonuna ve vizyonuna taze çok şey katabildiği gibi bu sonsuz rotasyon diziye son noktayı saçma bir şekilde koyabiliyor(muş)(bkz: #134268758). herkesin anlatmak istediği hikaye, absürt nüans, ikiliyi anladığı dinamik ve karakterlerle kurduğu bağ çok farklı çünkü. mesala son sezonu phoebe waller-bridge (s1 yazarı) veya emerald fennell (s2 yazarı) yazsa büyük ihtimalle villanelle'e böyle bir son veya diziye bu denli karanlık bir final sezonu biçmezlerdi, muhtemelen daha muzip bir şeyler izlerdik. ki özellikle phoebe'nin "tuhaf" karakterlere ve doğumuna şekil verdiği villanelle’e olan hayranlığı bilinen bir mevzu. son sezonun yazarı laura neal ise ne anlatmak istediğine pek karar verememiş gibiydi. açıkçası bu kadar sallanacaklarını pek tahmin etmemiştim; üçüncü sezonda yazdığı birkaç fresh bölümden ötürü kendisinden son sezonda daha umutluyduk. haklarını yemeyeyim, yeni sezonda beğendiğim çok kaliteli, incelikli, unutulmaz sahneler ****, bölümler**var, ama tüm sezonu tekrar izleyip bütüne baktığımda anlattıkları hikaye (ve ana tema) oldukça dağınık, villanelle ile ne yapmak istediklerine karar verememiş gibiler (tam olarak ne yaptı koca sezonda?), the 12 desen hikayenin ortasında ama bir şey yok, eve aşırı sinirli ama makul bir sebebi yok, muzip atmosfer azalmış, hristiyanlık ve incil teması nedense merkezde, carolyn desen neredeyse başrolde...

    *senaristlerin daha kolay bir şey yapmak yerine ses getirecek iddialı büyük bir vuruş yapmasını hadi anlıyorum, şovbiznısss. carolyn'in adına böyle bir twiste de hadi belkiii okey, neticede evet kendisinin kimseye bir bağlılığı veya sözü yok, duyguları ve bağlanmayı anlamsız buluyor. mi6'e dönmeyi de delicesine istiyor; sırf bunun için vlad'ı, hugo'yu, villanelle'i, lars'ı hepsini avucunun içinde oynattı. eve'in dediği gibi belki de olay hiçbir zaman kenny değildi. ama iki ana karakteri öldürmeye teşebbüs etmek? gerçekten? dizi bizi şaşırtmayı seviyor ve bunu tartışmasız bir şekilde son sahne ile başardı, ama gerçekten ne uğruna? evet çok sembolik sahneler, çok alegori, dediklerine göre şiirsel bir trajedi izledik ama açıkçası dixie queen sahneleri çok aceleye gelmişti, tam bir lazy writing işi. hem baş senarist laura hem de yönetmen stella, mantıklı, sağlam, iyi bir hikaye yerine tüm bu sembolleri ve metaforları sanırım daha çok seviyorlar. trajedinin kendisi iyi hikaye anlatımına eşit değildir, hüzünlü sonlar da bir altyapı ister demek istiyorum kendilerine. villanelle & eve'in yolculuğunun, hatta carolyn'nin bile, sezon boyunca çektikleri acıların, character arclarının pek bir anlamı yokmuş gibi bir anda fırlatıp ajitasyona koşmuşlar. tüm sezon şamar oğlanına döndürdükleri villanelle'i en sonunda birazcık mutlu edip sezonlardır delicesine istediği -ve elde edemediği- tek şeye, en ulaşılmaz arzusuna, henüz kavuşmuşken hemencecik öldürdüler lan. bari oklandığı bölümde ayrılsaydı aramızdan, daha şiirsel, daha anlamlı bir ölüm olurdu. doomed love matematiği daha kibarca yerine otururdu.

    * villanelle ve eve normal bir film karakteri değiller. ve her ikisi de biraz tuhaf, biliyoruz. misal, s2e3’deki villanelle'in gönderdiği, içerisine jilet saklanmış kinky ruj hediyesini ele alalım, veya tutkuyla birbirlerinde açtıkları ölümcül yaralar, kaotik ilk öpücükleri, beraber işledikleri ilk cinayetleri, izlenme-izleme obsesyonları. hepsi onlara özel: kaotik ve tutkulu. biraz sadomazoşist, biraz kedi-fare ve çokça kinky. evet garipler, ve yine evet birbirlerine fazlasıyla uygunlar. fakat senaristlerin tüm son bölümü bu ikilinin domestike mutlu hallerine kanalize edip ardından "zaten mutlu olamazlardı" diye demeç vermeleri biraz şaşırtıcı, sanki yazdıkları karakterleri unutmuşlar gibi, sanki normallik herkesin beklentisiymiş gibi. gerilimli ve çatışmalı halleri zaten diziyi çekici kılan. ama hadi illa çift yapacaksınız, ulan deli misiniz, elinizde böyle tanımsız bir çift, sınırsız delilik imkanı, kuralsız fantezi dünyası var sizin yediğiniz naneye bak. normal ve mutlu olamazlarmış... peh. yapış yapış romantizmi kim nasıl yazsın zaten bunlara, biz delilik istiyorduk zaten. neticede ikisi de çabuk sıkılan, heyecan arayan, a-normal birer baş belası. milleti dolandırmayı, ona buna salça olmayı, hırsızlık yapmayı, birbirlerini sinir etmeyi derken derken bir sürü itlik serserilik yaparlardı. birbirlerinin "normal" taraflarına hayran olmadılar neticede, hedonizmi reddeden bir tutumları da yok. önlerinde kilitli/yasaklı bir kapı da hiç olmadı, içgüdüleriyle eyleme geçmeye yatkın olduklarından kurallar onlar için birer boş küme. illa birlikte olacaklarsa indili çıktılı kendilerince garip bir ilişki izlerdik. ki zaten misal eve eninde sonunda, villanelle ile birlikte dahi olsa, daha önce onu sarsmaya sevk eden benzer sorularla karşılaşırdı, çünkü bu eve: hayatımı nasıl daha anlamlı-heyecanlı hale getirebilirim, bunu nereye kadar zorlayabilirim? zorladığımda kırılır mı? bu şehvet sisinin içinden geçebilecek miyim, geçmeli miyim? kadının doğasında dürtüsel kararlar, arzular ve bitmek bilmeyen çelişkiler var. cennetten de bunun için kovuldu. her şeyi en zor, en uzun, en kabız yoldan yapmayı seviyor... veya villanelle için dürtüsel eylemler, psikopati, güç savaşları, possessive yönü, öfke vesaire vesaire. her ikisinin de personaları bir hayli karışık, her ikisi de bir şeyleri ölümüne yapmayı seviyor... uzun vadede birbirlerini uçlara kadar zorlayıp yok edeceklerdi, fakat kısa vadede ilişkilerini izlemeyi gerçekten isterdim çünkü killing eve'i bir peri masalı ve kaçış fantezisi olarak izlemekten (sıkıcı bir mı 6 ajanı ile saldırgan queer bir psikopatın ilişkisi kesinlikle ilginç bir dinamik) hoşlanıyor(d)um. elbette birlikte olsalar çözmeleri gereken çok şey olacaktı - iletişim, kırgınlıklar, geçmiş konular- fakat totelde bayağı uyumlular, açıkça aşıklar ve birlikte olmanın saf heyecanı, beraber suç işlemenin hazzı onları (ve bizi) bir süre tatmin ederdi. ilginç bir final sezonu olurdu, sakarlık dolu ortak suçlarına eminim çok gülerdik. (özetle: ben daha iyisini yazardım)
    senaristlerin ikiliyi (ve finali) daha basit bir neden-sonuç denklemine bağlayıp ilişkiyi brutal bir realist sonla hızlıca sonuçlandırmalarına biraz şaşırdım. ilk yedi bölümü mü çok yaydılar, çok mu yavaş ilerlediler, yoksa beşinci sezonun iptali mi bu diziyi bu kadar hızlı bir şekilde bitmesine vesile oldu bilinmez. yapımcının ayıbı deyip geçiyorum.

    uzun süredir yatırım yaptığımız bu iki kadının hikayesi beklenenin aksine alakasız bir dış güç nedeniyle bitti. ne sakarlıkları, ne tutkuları ne de obsesyonları yüzünden değil yani, peh. eve ve villanelle ilk sezon finalinde karışık duygularla dolup taşan, birbirlerinden ne istediklerini öğrenmeye çalışan, ölüm etrafında inşa edilen tehlikeli bir arzunun taraflarıydı. birbirlerini öldürecekler mi yoksa birbirlerini öpecekler mi asla tam emin olamıyordunuz. keza ikinci sezonun finali de yine bu ilişkinin gergin hatları üzerindeki tehlikeli erotik atmosferi bozmadan izleyiciye istediği sürprizi veriyordu. dördüncü sezonun finali ise yarım kalmış sonlar, aceleci dinamikler ve boş vedalarla dolu. şovun kurduğu tüm bu dünyaya oturmayan çok noktası var. özgürlüklerine uçmaya başlar başlamaz bir av tüfeğiyle (ya da sniper) vurulan kuşlar gibiydiler. eve & villanelle ikarus gibi açıkça güneşe (hélène - carolyn- the 12) çok yakın uçtular ve öldüler?. beşinci bölümde bol bol kuş metaforu yapıp bölüm sonunda güneşe odaklanmaları sanırım boşuna değildi. *
    bilmiyorum, senaristlerin şiirsel yorumu, onların sanatı, ama final izleyici için meeh bir sahneydi.

    neyse.
    final bölümündeki paralelleri, sembolleri ve ince deliliklerini de afişe ederek uğurlayalım diziyi:

    * biraz aceleci bulsam da ikilinin beraber olduğu tüm sahnelerde dudaklarıma bir gülümseme yerleşti, engel olamadım buna. tuhaf ve tatlı bir çift olmuşlar. özellikle böbrek çiftine nasıl tanıştıklarını anlattıkları sahneye güldüm, "patronumu dilledi" diyene kadar ikilinin söylediği diğer ekstrem gerçekleri ciddiye almadılar bile. senaristler ikili hakkında merak ettiklerimizin bir kısmını bize verdiler.
    sezonlardır süren bir ilişkiniz var mı? merakımıza eve net bir şekilde noktayı koydu. en azından artık doğru insanı doğru şekilde öpüyorlar; oyunsuz, savaşsız, en mutlu halleriyle birbirlerinin olarak.

    * sonunda bir araya gelip birazcık rahatladılar derken pek tabi ki killing eve sıkılıp tabağı önümüzden çekiyor, ve bu trajik aşk öyküsünü sezon3 finalinde birbirlerini seçtikleri tower bridge'in altında sonlandırıyor. birbirlerini ilk defa s3e8'de köprü üzerinde seçmişlerdi ve bu bölümde yine aynı köprünün altında birbirlerini kaybettiler. arkadaki açılmış köprü ayakları ile bu trajik sonu işaret etmeleri biraz sinir bozsa da kadraja oturan bir mesaj. hani tüm köprüleri atacağız, ilk defa sarılmışlarken onları ayıracağız hazır olun der gibi... s4e6'da bir an seni kaybettiğimi düşündüm ve hoşuma gitmedi diyen eve'in villanelle'e son bir kez dokunmak isteyip dokunamadığı sahneyi akıllara kazıyarak bitirdiler diziyi.
    (tanrının ademe* dokunuşu ve onu var etmesi vs. eve'in * villanelle'e son bir kez dokunamaması ve yeni bir gerçekliğe adımlaması/doğması (re-birth?))

    * bu bölümde ve özellikle son sahnede hristiyanlıkla ilgili çok fazla sembol var.
    bu arada, dördüncü sezonda ilk iki ve son iki bölümün yönetmeni (stella corradi) ve senaristi (laura neal) aynı. özellikle bu ikilinin olduğu bu dört bölümde hristiyanlık-kurtuluş-jesus-arınma ile alakalı semboller havada uçuşuyor. yedinci bölümü gömüp gömmemekten emin değilim ama bence sezonun en zayıf halkaları sembol diye kastıkları bu bahsettiğim dört bölüm. ilginçtir dizinin imdb sayfasında da en düşük puan oylamasına sahip olan bölümler kendileri. demek milletin bir bildiği var. villanelle'i jesus gibi acı çektirip öldürme fikrini akıllarına kim neden soktu bilinmez ama insanlar pek sevmemiş gibi, durum bu.
    sonrasında detaylı bir yazı yazar mıyım bilmiyorum çünkü bir süre şurada kalabilirim gibi rip v. şimdilik göze çarpan sembol deliliklerinin bir kısmını şuraya şöyle bırakayım:
    -villanelle'in göğsündeki kan izi (isa'yı öldüren yaranın yeri ile aynı, ek olarak bu yara sembolü orta çağda feminizmle ve cinsellikle ilişkilendirilir. bu detayı kadınların arzularını anlatan bir diziye usulca sıkıştırmaları güzel hareket... meraklısına),
    -villanelle'in dördüncü bölümde hayatını bağışladığı carolyn (judas) tarafından ihanete (judas öpücüğü) uğraması,
    -tarot sahnesinde villanelle'e güneş kartının çıkması ve onun da kendini güneş diye çağırması (sıklıkla kullanılan isa<-> güneş metaforuna binaen, ayrıca sezon başında villanelle'in kendini dragjesus olarak görmesine istinaden, yukarıdaki adam eve metaforuyla alakalı eve'in (havva'nın) villanelle'e (ilahi bir varlık? tanrı? jesus?) dokunacak kadar yaklaşmasına/yaklaşamamasına dayanarak) - sezonun başından beri acı çeken jesus ölecek diye bas bas bağırıyorlarmış anlamamışız-,
    -villanelle'in nehirde ölerek kanlı melek kanatlarıyla kurtuluşuna ulaşması,
    -eve'in kendi arzuları için her şeyi mahveden nefsine düşkün bir günahkar olması ve sonunda cennetten kovulması (the 12 intikamı için villanelle'i bölümlerce ikna etmeye çalışması ve sezon sonunda villanelle'i/gizli cennetini kaybetmesi...),
    -carolyn'in gölde vaftiz olması (günahlarından arınması).
    bu arada, bu sezon sahnelerde çok fazla su metaforu kullandılar: vaftiz sahnesinde (just dunk me diye bağıran villanelle, ilk bölümlerdeki akvaryum sahnesi, son bölümde mi6 barındaki ölü balık içeren akvaryum * vs vs), mavi tonları (özellikle 1., 3. ve 4. bölüm), sezonun ilk bölümünün su ile açılması (su üzerindeki motorsikletli eve) ve son bölümün su ile kapanması (su içindeki çığlık çığlığa eve).
    daha da yazarım aslında. ama keşke başyazar laura neal sembollere ve incil aşkına zaman harcadığı kadar son iki-üç bölümü konu olarak biraz dağıtmaya uğraşsaymış. son sezon gibi değil de, daha çekecekleri sezonlar varmış gibi ilerlettiler öyküyü. son iki sezondur ama özellikle dördüncü sezonun başından beri uğraştıkları the 12 kimdir (12 havari, öff) neye benzerler göremedik bile. elimizde sadece hepsinin birlikte olduğu gençlik fotoları var. misal hélène neden işkence etti üyelere? amacı neydi? babası kimdi? boşluk. sezon4'ün the 12 ile bu kadar uğraşıp hiçbir şey vermemesi ahmet kaya'nın dediği gibi nerden baksan tutarsızlık nerden baksan ahmakça. bu kadar ikonik bir dizinin bu kadar açık soruyla bitmesi tatsız oldu.
    ama madem the 12 bir yere bağlanmayacaktı onun yerine villanelle ve eve arasındaki kaotik ilişkiyi son bölümde böyle cumburlop bir şekilde değil de, daha detaylı izlemeyi tercih ederdim misal. sadece bu sezonda bile birbirlerine sataşacakları, konuşacakları, birbirlerini sinir edecekleri, birbirlerini boğazlayacakları çok başlık vardı çünkü. ilginç. bazen sonuca ulaşmamış cinsel gerilim gerçek seksten daha seksidir, bazen iki ucu bağlamamak bazı noktaları açıkça ifade etmekten daha gizemlidir; buna katılıyorum. fakat villanelle ve eve ilişkisini kurmak için 4 koca yıl harcadılar, seksüel gerilimi hep max seviyede tuttular, dinamikleri defalarca değiştirdiler, ne kadar benzer olduklarını sık sık vurguladılar, fakat buna rağmen ikiliyi son bölüme kadar bir araya getirmeyi inatla reddettiler. illa birlikte olmaları da şart değildi üstelik, karşılıklı sahneleri bile dizinin atmosferini bir anda değiştiriyor. bu denli yetenekli ve ekran gücü yüksek iki kadın oyuncuya sahipken (özellikle jodie comer son dönemde aldı başını gitti) neden son sezonda da eski sezonlardaki gibi aynı ayrı yolda ilerlemekte inat ettiler pek anlayamıyorum. merakımızı ve büyüyü korudular, ama bunun diyeti olarak sonraki her şeyi tutarsızlıkla çok hızlı bağlamak zorunda kaldılar.

    * villanelle tek başına ölüyor ve eve hayatta kalıyor. evet kasvetli. ama eve ve villanelle'in olası bu kasvetin farkında olması ve ne kadar acıtacağını bile bile birbirlerini sevme kararları sanırım finalin bu kadar trajik olmasının asıl nedeni. the 12'ye bulaştıklarında bu riskin farkındaydılar. şahsen, eve ve villanelle'in the 12 ile hesaplaşmaya girer girmez, birinin veya her ikisinin de öleceğini bildiğini düşünüyorum. işin güzel olan ve izleyiciyi üzen kısmı, yaklaşan yıkımı bildikleri halde, yine de birbirlerini sevmeyi ve neşeyi bulmayı seçmeleri, normal şeylerden birlikte zevk almaları. beraber varoluşun dehşetini katlanılabilir kılan küçük şeyler: yemek paylaşmak, müzik paylaşmak, sevdiğiniz kişiyle bir karavanda sevişmek. birbirlerinden beslenerek el ele sona gittiler. artık kimse oyun oynamıyordu, kimse birbirini incitmiyordu, sadece saf, şapşal aşıklardı ve onları -bir günleri bile olsa- izlemek gerçekten keyifliydi. korkusuz villanelle'in utangaç yanak öpücüğüne, olabilecek en absürt sahneden sonra öpüşmelerine gülümsedim. dört yılın sonunda nazikçe ve sabırla, daha çok öpmeyi bekleyerek birbirlerinde kayboldular.

    * uyku tulumu sahnesi sözsüz bir aşk itirafıydı, sadece gülümseyerek birbirlerini sevdiklerini, birbirlerine ait olduklarını onayladılar. şehvet veya öfkeyle açtıkları ölümcül yaralara dokunarak sonsuza kadar birbirimize bağlıyız dediler. birbirlerine verdikleri zararı - neredeyse hiç diyalog olmadan - kabul etme biçimlerini seviyorum. sanırım laura neal'in bu bölümde yaptığı en güzel şeydi, açık ara favorim. çok güzel sahne. bu sezondaki tüm bu kelebek sembollerinden sonra, metamorfoz tamamlandı. aşk (kelebek) kozasından (uyku tulumundan) çıktı, eğlendiler, güldüler, seviştiler, evlendiler ve öldüler. tıpkı bir kelebeğin ömrü gibi, her şey bir günde oldu ve bitti (oha). gerçekten yapmışlar. (bkz: #135446621) . senaristlerin detay sevdası bazen beni benden alıyor.
    bu arada, seçilen şarkı tüm bu sahneye güzelce oturuyor, başka bir yerden yakalıyor sizi. hani insan aşık olduğunda karnında kelebekleri hisseder, çevresindeki tüm renkler değişir, enerjisi yükselir, ona bakarken bile değiştiğini fark eder. ha işte, sahnede bunu şarkı sözlerine-notalara dökmüşler, jodie comer ve sandra oh da sahnedeki bakışmalarıyla bize tüm her şeyi anlatmış.

    * s1e8'de ikili yatakta yatarken eve villanelle'i bıçaklayarak aralarındaki ilk kişisel yarayı açmıştı, s4e8'de ise bu yatak sahnesine paralel olarak villanelle s2e8'de finalinde eve'de açtığı yaraya nazikçe dokundu, bıraktığı izi hissetti. bir nevi yarayı kapattı. bir nevi silahlarını bıraktılar. bir nevi birbirlerini affettiler. çok güzel sahne demiş miydim? tüm sezonlar içinde en sevdiğim sahnelere ilk üçten girer.

    * fabla göre her ikisi de kurbağa, akrep yok, dünya yalan. ya da farkında olmadan bir şekilde yine oyununa gelip onu kurtardıkları için asıl akrep carolyn? neticede nehri geçemeden kurbağa gibi öldüler... (kadın bangır bangır kendim gibi davranacağım dedi eve'e, yine buna ek olarak havaalanı sahnesinin arka fonuna behave myself isimli şarkıyı sıkıştırmaları tesadüf değil)
    dizideki asıl akrep killing eve sanırım. biz ona güvendik ama tıpkı fabladaki kurbağa gibi sokulduk he he. biraz komik olduğunu itiraf etmeliyim ama killing eve bildiğim en acımasız, çarpık ve sadist şov. bir şeyleri kompleks ve özlem dolu bir şekilde ilerletmeyi seviyorlar.

    *s1e5 bölümüne paralel bir şekilde bu sefer villanelle'in eve'e "sen bir psikopatsın" demesi güldürdü. s3e8'de köprü sahnesinde ikili arasında suya atlarsan ölürsün minvalinde bir konuşma geçmişti. sonuç olarak bu sefer atladılar ve sonrasında biri fiziksel diğeri sembolik olarak öldü, bu paralel ise üzdü.

    * ilk bölümde tuvalette tanışan ikili, son bölümde birlikte işeyip ardından ilk defa gerçekten öpüştüler. eve'in s4e3'de söylediği "bunu ilk tanıştığımızda yapmalıydım" repliği bu iki sahneyi ve eve'in hamlesini güzel birbirine bağlıyor, çünkü bunun ilk görüşte aşk olduğunu ve karakterlerin o andan itibaren birbirlerini düşündüklerini hem eve hem villanelle hem de phoebe waller bridge . ve hatta bill bile biliyordu. senaristler son sezonda her şeyi döngüye getirmeye bayılıyorlar.

    * dixie queen'i neden komple patlatıp herkes için ikonik absürt bir son yapmadılar bilmiyorum. özellikle son 10 dakika dizinin alıştığımız tonundan çok ayrı ilerliyor, karakterlerin ağızlarından çıkan bazı replikler, seçimler bile tüm sezon kurdukları dinamiklerden farklı. mesala villanelle aşağıda 12'leri öldürürken eve tüm hıncını ve eğitimini hiçe sayıp salonda neşe içinde dans etti. bu kadının karanlık tarafını keşfetme yolculuğu, intikam dürtüsü, villanelle için endişelenme içgüdüsü ne ara sonlandı misal? neyse. eve ve villanelle teorik olarak farklı sahnelerde birbirlerine "evet" diyip mihrapta birbirlerini öperek evlendiler. senaristlerin planlı kadraj oyunları, ah bu trajedi hazırlıkları. now, you can kiss the bride.

    * evet geleneksel mutlu bir son onlar için bir anlam ifade etmiyor. neticede kocasına işkence eden, en iyi arkadaşını öldüren ve onu daha şiddetli, duygusuz biri olması için güçlü bir şekilde etkileyen biriyle birlikte olmayı seçen eve'in; onu bıçaklayan ve hapse attıran, her fırsatta onu manipüle etmekten geri durmayan biriyle birlikte olmayı seçen villanelle'in hikayesini izliyoruz. sorumlu oldukları yıkımlar karşısında sevmenin ve bağlantı kurmanın zorluğuna rağmen, eve ve villanelle'in kabul edilme ve birbirlerine ait olma-görülme özlemi karşılıklı olarak hep var ama. birbirlerini kolayca anlıyorlar, çarpık ama güzeller. eve'in törende red thread of fate temasıyla kendi ilişkileri hakkında konuşması, yol kenarındaki sevinç çığlığı, dinginliği; bölüm boyunca villanelle'in sezonlardır ilk defa bu denli gülümsemesi, spinning eve sahnesindeki gibi; tüm o cehennemden sonra sonunda azcık rahatlayıp farklı bir yoldan mutlu oldular. birbirini tamamlayan garip obsesyonlarının**, gard düşürmemeli güç savaşlarının değişip dönüşüp onları bu duygulara getirmesi sezonlardır ince ince güzel işlendi, hikayelerini seviyorum. kalıpsız ilişki dinamikleri ve kadın ruhuna dair gizli notlar enfes.
    fakat açıkçası bu kadar zamandır sündürdükçe sündürdükleri bu beklenen birleşimi -fanteziyi- hızlıca verip hızlıca almalarını biraz sadistçe buldum. "biraz"ı atıyorum gerçi: sadistçe. ben kendi adıma -en azından sezonun ikinci yarısından itibaren- bu kaotik şapşalların beraber hareket ettiği, beraber the 12 avladığı, bol bol çatıştığı, birbirine sataştığı, kanlı-uçlarda-sarkastik bir final sezonu izlemeyi bekliyordum. villanelle'in yavru köpek bakışlarıyla tüm sezon herkesten dayak/red yediği ve eve'in anlamsız bir intikam makinasına dönüştüğü bir final sezonu yerine... daha önceki entrylerimde de belirttiğim gibi son sezonla ilgili sevdiğim birçok nokta var, tutkulu bir sezondu, hélène'e katılıyorum. dizinin sonu nasıl olursa olsun, tüm ana hikayenin halen bu ikili arasında kişisel kaldığı ve karşılıklı daha çok sahnelerinin olduğu (birlikte olmaları illa şart da değil, sezon2'de olduğu gibi yan yanayken hem kaotik hem de komikler) bir final sezonu sanırım herkese istediğini verirdi. söylene söylene beraber çalışabilirlerdi, belki bir süre sonra biri diğerini öldürürdü, eve daha da evrim geçirip kamikaze yapardı, bilmiyorum, belki de eve'in s3e8'de söylediği gibi birbirlerini tüketerek fiziksel/mental/cinsel işte her neyse mutsuz olabilirlerdi. ilişkinin kendisinin cehennem gibi olduğu gerçeğini boşverin, orada hiçbir tartışma yok, ama hepimiz biliyoruz ki ikisinin bir araya gelmesi ihtimali bu hikayeyi yönlendiren en önemli şey. mutlu veya mutsuz. birbirlerini kabul etsinler, birbirlerini keşfetsinler, sonra birbirlerini tüketsinler, yok etsinler, biz de bunu izleyelim. en azından hikaye halen aralarında kişisel olarak kalırdı, yan hikayeler olayı noktalamazdı. melek yüzlü obsesif bir psikopatla, onun sayesinde yeni heyecanlı dünyasına adımlayıp/adımlamamak arasında kalan (bkz: #136020266) sıradan görünümlü karanlık bir kadının hikayesinden daha çok ekmek çıkardı; açıkçası the 12'ye, carolyn'nin babasına, vlad'in ayak parmaklarına gelene kadar kurcala kurcala bitmezdi.

    * son sahne hakkında: carolyn her zaman mi6'e dönmek istedi. mi6 binasının karşısında pam ile kahve içerlerken pam bile carolyn'in ev özlemi çektiğini kendisine vurguluyor --> feeling homesick?. eve ve villanelle'in planının üzerine yatıp bir taşla üç kuş vurdu: hem 12'ler bitti, hem onun hakkında çok şey bilen eve gitti*, hem de kalifiyeli bir suikastçiyi öldürtüp mi6'yı rahatlattı. eğer bu sezon biraz daha uzun olsaydı veya pandemi taş koymayıp planladıkları gibi bir beşinci sezonu görebilseydik belki bu fantastik carolyn'in twistleri çok daha güzel yerine otururdu. evet carolyn bu dizideki en gri karakter. dördüncü bölümdeki o yetimhane hikayesini villanelle'in hassas noktasını bildiğinden o an uydurmuş bile olabilir.

    - duygusala bağlama on- villanelle tv tarihindeki en orjinal karakterlerden biriydi. phoebe waller bridge kadınsı kalemiyle -kitabın erkek yaratıcısına nazaran- daha dokunulmaz, küstah, tuhaf ama son derece sevimli, komik, ve çok ilginç bir karakter yarattı. vaftiz olur olmaz değişeceğini, daha iyi biri olacağını düşünen; "demek birbirimizin kaderiyiz" denkleminin sağlamasını yara izine dokunmadan yapamayan bir çocuk. villanelle'i sıkılmadan yıllarca keyifle izlerdim sanırım, ekrana nefes aldıran özgün bir kurguydu. dizinin kendine meydan okuyup, herkesin bir şekilde hayran olduğu ve bu hayranlığı anlamlandıramadığı villanelle'i en mutlu anında öldürmesini pek beklemiyordum. gerçi tanıtımlarda hearts will get broken deyip kendisinin eline siyah gülü tutuşturmuşlardı ama... en azından hayatındaki en büyük arzusunu gerçekleştirerek, eve tarafından sevildiğini bilerek öldü. arada eve ile normal şeyler yaptı, bir kabin bile buldular. rip. favorim olmasa da**, dördüncü sezon birçok açıdan kaliteliydi, dolaylı yoldan hikaye anlatımları ve mitolojik göndermeleri enfesti. üçüncü sezona göre dördüncünün sezonun pozitif yönleri negatif yönlerinden bir hayli fazla. eğer dizi devam ediyor olsaydı kendine çok özel bir yer bulurdu, eminim.

    killing eve'in bendeki yeri çok ayrı ve özel, karakterlerle olan ilişkim biraz kişisel. her daim comfort show'larımdan biri olarak kalmaya devam edecek, arada açıp baştan sona tekrardan izleyeceğimi biliyorum. komik, dişil, tuhaf ve detaycı çünkü. karakterleri çok zengin. bazı kadınsal dokunuşları çok ince ve şık. ayrıca jodie comer gibi yetenekli bir deliyi ve yapabileceklerini tüm dünyaya tanıtarak çok hayırlı bir iş yaptılar. eski bölümlere dönüp bakıyorum da şöyle; kadın yaş aldıkça bakışları, mimikleri, gülümsemesi daha da bi oturmuş. hem sevimli ve güzel, hem de deli yetenekli. ilerleyen yıllarda ekranı domine etmesi olası.

    jodie'nin sezonsal evrimini ve bir amme hizmeti olarak arada villanelle'in en iyi looklarını da şöyle bırakayım->
    promops1s1s1s1s1s1s1
    promops2s2s2s2s2s2s2s2s2s2
    promops3s3s3s3s3s3s3s3s3s3s3
    promops4s4*s4s4 s4s4 s4s4s4s4s4s4s4 *

    fiyatları ve markaları tek çatı altında toplayan hesap içinse sizi şöyle alalım .

    -duygusala bağlama off-

    arada diğer paralel sahneleri ekleyerek entryi sonsuza doğru uzatabilirim sanırım... (uzattı)

    ve gerçekten:
    (bkz: who the fuck killed kenny)

    edit1: birkaç paralel sahne ekleme. dediklerine göre kenny'i konstantin öldürmüş, carolyn'e gönderdiği mektupta yazıyormuş. daddy k'yı ve gülüşünü özleyeceğiz. sarımsaklı kenar ve pepperoni kokuları eşliğinde gitti adamcağız.
    edit2: biraz daha paralel, paralel ve sembol, akışta birkaç düzeltme, ikonik kostümler. buraya kadar okuyabildiyseniz tebrik ediyorum, evet diziyi seviyorsunuz. ve evet görüldüğü üzere ben bu dizi hakkında konuşmaktan pek sıkılmıyorum, sunduğu female gaze dinamikleri, psikolojik altyapısı ve kinky atmosferi çok çekici çünkü.
    final bölümü got finali ile yarışarak imdb ve rottentomatoes'da en düşük puanlarını aldı. izleyecilerin dışında birçok eleştirmen de finalle ilgili olumsuz yorumlarını bury your gays hashtag'i ve özellikle bağlanmayan plot twistler ile dillendirmeye devam ediyor.

    senarist laura neal ve dizinin yapımcısının karakterler hakkında söyledikleri ise kesinlikle finalden daha sarsıcı ve ilahi!. dediklerine göre eve karakteri villanelle'in ölümünden sonra tüm bu kaostan ve üzerindeki etkiden kurtularak normal bir hayata dönebilirmiş (kenny/bill ölümünden sonra bile takıntılı bir şekilde intikam peşine düşen eve bu olaydan sonra hayatına normal bir şekilde devam mı edecek şimdi? meeh), sondaki çığlık sahnesi bir çeşit re-birth'müş(!) (evet o çığlığın bir anlamı varmış); villanelle ise burada dünyamıza sığamadığından (son sezonda isa gibi sürekli acı çektirmelerinin anlamı sanırım buydu) ama ilahi bir düzende daha rahat hissedeceğinden öldürülmüş... yedinci bölümde yaşamdan zevk alamadığı için en sonunda en büyük arzusuna koşan eve'in bu finalden sonra re-birth yapacak ne kadar isteği vardır bilinmez... üşenmedim baktım: tarot falında çıkan death (ölüm) kartı aynı zamanda yeni başlangıçları simgeleyen re-birth anlamı da taşıyormuş; öte yandan villanelle'e çıkan tower kartı ise yıkım ve tehlike anlamına geldiği gibi liberation (özgürleşme, kurtuluş) anlamı da taşımaktaymış. senarist laura neal'in villanelle'in ölümünü neden "onun kurtuluşu, sezon başından beri istediği" olarak tanımladığına istinaden sanırım bir başka gönderme... son sahnede tower bridge altında öldüğünü de tekrardan hatırlatmak isterim. ek olarak eğer gerçekten kastettikleri mesaj buysa ben de parmaklı bir sembol ile kısa bir cevap iletiyorum, sevgiler.

    bu arada sandra oh'un awardist'e verdiği röportaja* göre, yazılan ilk final taslağında planları eve'i öldürmekmiş -nihilizm sınırlarında gezinen bir karakter için çok da mantıksız değil- fakat özellikle pandemiden sonra, sıradan kadınları temsil eden bu normal karakteri (eve? normal?) yok etmenin çok depresif olacağını düşündüklerinden top karşı taraftaki bizim dünyamıza ait olmayan villanelle'e geçmiş. birini illa öldürüp diğerini bırakmak neden mutlak gerçekleri tartışılır. entry editleyecek kadar şaşırtan ve bir süredir rahatsız eden noktası, normalliğin ya da (çoğunluğa göre) ilişkilendirilebilirliğin, hangi yaşamların yas tutmaya değer olduğunu ya da kimin hayatta kalacağını belirlemenin adil bir yolu olduğunu düşünmeleri. buradaki mesaj çok riskli. özellikle izleyicilerin kendilerinden bazı ufak karanlık parçaları görmekten memnuniyet duyduğu ve diziyi kişisel anormallikleri ile büyüleyici hale getiren bu kurgusal karakteri son kertede normalizm kararları ile en mutlu anında öldürmeleri, bir yerde ahlak/düzen polisini oynamaları hem karakterlere hem de dizinin atmosferine ihanet. villanelle'nin tuhaflığı, killing eve'in varlığını heteronormatif ve ataerkil dünyanın parametrelerinin dışında tutan ve diziyi büyüleyici yapan önemli bir unsurdu. sonunda mı? sonunda tüm o ışıltıyı normal olmadığı için söndürdüler.
    oyuncular finalle ilgili olumsuz bir röportaj vermeseler de "onlar bir bütün ve birbirlerine kesinlikle ihtiyaçları var" demeçleri senarist ve yapımcılara tam ters yönde bir profil çizdi. yine ilginç bir not olarak başrol oyuncuları geçmiş sezonlarda dizinin tanıtımı için sosyal medyada daha aktiflerken, son sezonda çok sessiz kaldılar. özellikle villanelle'e olan aşkını sık sık dile getiren comer için pek harika bir son olmamış olabilir tabi. final bölümüyle ilgili ne hissettiğini kendisi de tam olarak bilmiyormuş.

    hazır son sezonu tekrar izlemişken ve başrol oyuncularının emmy adaylıkları açıklanmışken biraz daha yazayım. bu fantastik final sezonuyla ödül alacaklarını pek tahmin etmiyorum ama yazayım, halen niye yazıyorsam gerçi, manas oldu, gerçi ne zamandır erteliyordum post final sonrası röportajlarını, halbukisi procrastination yüzünden bu entryi yazmaya başlamıştım, zamanla bu entry de bir iş oldu, ertele ertele, acayip bir loop, neyse bari uykum da kaçmışken yazayım.
    mesala carolyn ve konstantin'in dizideki tüm amacı, eve ve villanelle'in hikayelerine hem bireysel hem de birlikte hizmet edecek ikincil/destekleyici karakterler olmalarıydı. iki sezondur gösterip gösterip açmadıkları the 12 ise eve ve villanelle'in hikayelerini/ilişkilerini keşfetmeleri için sadece aracı bir ortamdı. ancak sezon3'de carolyn ve the 12 aniden hikayenin ana parçaları haline geldi ve killing eve karakter odaklı olmaktan ziyade olay örgüsü odaklı bir diziye doğru evrilmeye başladı. ikinci sezondan sonra işlerin dağılmaya başlamasının asıl nedenlerinden biri de bu: ana karakterlerin açmazlarını eşelemekten/kaşımaktan uzaklaşmaları. ilk iki sezon tüm o şaşaalı villanelle sahnelerinin yanı sıra bu yoğun obsesif/erotik/karanlık metni çok iyi harmanlıyordu. ve haliyle dizi emsallerinden oldukça farklı bir yolda ilerleyip bir de bunu eğlenceli bir dille anlatınca çok ses getirdi. üçüncü sezonun zayıflığını da yadsımamak lazım bu arada, vuracaksak adil vuralım, misal üçüncü sezonda eve neredeyse yan karakter gibiydi, ana hikayeye neredeyse hiçbir katkısı yoktu. tam olarak aynısı olmasa da, ilginçtir son sezonda villanelle s3'teki eve gibi ana hikayenin kenarlarındaydı. senaristler onunla ne yapmak istediklerine tam olarak karar verememiş gibiydi. villanelle iki bölüm için kiliseye katıldı-kendini sorguladı (buradan bir şey çıkar diye bekledim), ardından eve tarafından ihanete uğradı, cezaevine gönderildi, bir ara küba'ya gitti, dönüşte birden the 12'den intikam almak istedi, devamında bir okla vuruldu ve en sonunda kurşunla öldürüldü. neredeyse hiç anlamlı bir diyaloğu yoktu. eski sezonlara göre sezon içindeki ağırlığı ve hikayeye yön verişi zayıftı. nasıl desem, sanki dış kümedeydi. o estetik, şık, güçlü, hızlı düşünen villanelle yerine neden daha erkeksi, needy, komedi yönü daha baskın bir villanelle'de karar kıldılar bilinmez. şıklığı ve soğukkanlılığı ile bildiğimiz cool villanelle kargo pantolon ve atletle öldü ya.... argümanları neydi bilmiyorum. doğallık dedik dedik ama bu bildiğimiz mobbing.*
    böyle güzel dizilerin boktan final yapması insanı her gerçeklikte sinirlendiriyor. her sezon değişen başyazar konsepti dizinin tonuna çok şey katabildiği gibi bu sonsuz rotasyon senaristlerin karakterlere bakış açısının ne kadar farklı olabileceğini de gösteriyor(muş). mesala villanelle için konuşalım, birinci sezonda phoebe o psikopatiyi muzipçe yüreklendirmişti, ikinci sezonda emerald o psikopatiyi farklı noktalarını kaşıyıp derinleştirmişti/aynalamıştı, üçüncü sezonda suzanna o psikopatiyi yumuşatmak istedi, dördüncü sezonda ise laura o psikopatiyi biraz istenmeyen, biraz düzeltilmesi gereken bir şeymiş gibi göstermek istedi. sonuç? sonuç ortada.

    açıkçası finalden ne skim bekliyordum bilmiyorum ama bu kadar sallapati bir şey de ummuyordum. ha gemi patlamış beraber ölmüşler, ha feyk bir ölümle hayatta kalmışlar, ha irina bu ikisini televizyon izlerken taramış; hepsi bundan daha absürt ve dizinin tonuna yakışan alakalı bir son olurdu. kaotik şapşallara daha uygundu. neyse. ekranda izlediğim en ilginç çiftti bu ikili. gerçi düşündüm de, halen öyleler. yaş farkları, duruşları, karakter dinamikleri... yerlerine kimseyi koyamam. obsesif, tutkulu, karmaşık, kinky. thelma ve louise, bonnie ve clyde, eros ve psyche, hannah ve dexter; hepsine ucundan bir yerden dokundular, ama tam olarak hiçbiri olamadan sonsuzluğa doğru ayrıldılar. sanırım asıl üzücü olan kısmı bu: ıskalanan bu potansiyel ve olası kaotik/komik sahneler. özlenecekler.

    son bir ek olarak final bölümündeki karavan sahneleri, hardal-tuz sataşmaları ve yol kenarındaki intense öpücük sahnesi doğaçlamaymış. senaryoda sadece ana başlıklar şeklinde geçen bu sahnelerde yapım ekibi yazılı bir metine bağlı kalmaktan vazgeçip oyunculara bir jest yaparak onları istediklerini yapmaları için serbest bırakmayı seçmiş. oh ve comer'ın birbirleriyle olan rahatlığı ve kimyası tüm bu neşe dolu, plansız sahnelerin baş mimarıymış yani özetle. karaktere girdiklerini an her şeyin doğal seyrinde kendiliğinden aktığını ve bunun çok iyi hissettirdiğini söylüyorlar. bir doğaçlama şaplak da bizden kendilerine gitsin o halde, eferim.

    --- spoiler gemideki gaz kaçaklarına dikkat dikkat edin ---

    edit 3: beklendiği gibi emmy ödül töreninden elleri boş döndüler. ödül açısından dizinin en verimsiz -neredeyse sıfır- sezonuydu. yapımcılar bol sembollü sanatsal bir final yapacağım derken nerelere gelindi...

    *foti linkleri düzeltildi.
  • ilk sezonundan sonra mantık hataları artsa da oyuncuları sayesinde kendini sevdiren dizi. polisiye türünde herhangi bir yapımdan beklenmeyecek kadar çok kadın karaktere sahip. tabi ki phoebe waller-bridge etkisi. diziyle ilgili en sevdiğim ayrıntılardan biri eve'in ikramları reddedemiyor olması. hemen her bölümde kadına yiyecek ya da içecek teklifi yapılıyor ve eve asla hayır diyemiyor*.
  • "remember the only thing that makes you interesting is me"

    villanelle'in eve'e soyledigi su cumle aslinda dizinin ozeti. evet dizide villanelle karakteri ve karakteri hakkini fazlasiyla vererek canlandiran jodie comer haricinde ilginc ya da izlenilesi hicbir sey yok.

    uzun elestiriyi okumak istemeyenlere ozetle; bazi idealleri savunmak adina krala cıplak demeyi bırakıcak degiliz. bu dizi yavas, sıkıcı, vasat. daha iyi yapilmis bir dizinin diet versiyonu gibi. karakterler (villanelle haric) yuzeysel kalmis, dizi turune karar verememis. killing eve'e kara komedi diyen kara komedi ne bilmiyordur. jodie comer ve phoebe waller-bridge'i desteklemek disinda diziyi izlemekte bir sebep goremiyorum.

    phoebe waller-bridge son zamanlarin en iyi tv yazarlarindan. fakat fleabag'teki yuksek kalite, ayrintilara ozen ve muhtesem karakter tanimlari (yine villanelle haricinde) kesinlikle killing eve'de bulunmuyor. bunun buyuk ihtimalle iki sebebi var; projenin yaratim asamasinda phoebe waller-bridge disinda bircok ismin yer almasi, cok kafadan cok ses cikmasi. kontrolu daha cok ona verseler belki de ortaya cok daha iyi bir is cikicakti. ikinci sebep is phoebe waller-bridge'in espionage turunde cok tecrubesiz olmasi (hatta hic tecrubesinin olmamasi). fakat cesurca yeni turler denemesi onu yine cok taktire sayan bir yazar yapiyor.
    bu iyi niyetli tecrubesizlik, yeteri kadar arastirma yapmamak ve sette en azindan 1-2 tane danisman buldurmamakla birlesince ortaya yalapsap bir dizi cikmis.

    --spoiler--
    ingiliz istihbarat calisaninin cok afedersin mal gibi valizine ev adresini yazmasi sonra bu valizi kaybedince bunun bir sorun teskil edecegini dahi hic dusunmemesi, profesyonel katillerin kasaba merkezinin gobegine park edip arabadan bayrak gibi sallaya sallaya silahlari cikartmasi sadece bir iki kucuk ornek.
    --spoiler--

    hikaye surukleyici degil, hatta sıkıcı. bunda kaynak materyelin cok alalade bir roman olmasi, yine tecrubesizlik ve yeteri kadar danismanlik alinmamasinin etkisi var. projenin yaraticilari bu turde hikaye orgusu nasil yaratilir belli ki bilmiyor. ornek;

    --spolier--
    2. sezon finalinde villanelle'in silahi oldugunu "buyuk finalden" once goruyoruyoruz, oyle hizli ayrintilarda gizli bir sahne de degil. baya baya gosteriyorlar. dolayisiyla yine buyuk finalde villanelle'in ne yapmaya calistiginin hepimiz farkindayiz. dogrusu; seyircinin de silahi eve ile ayni anda ogrenmesi.
    --spoiler--

    jodie comer harincinde oyunculuklar kablolu tv csi dizisi seviyesinde, ozellikle sandra oh'nun oyunculugu sıkıcı, cig ve karakterle ciddi bir kan/doku uyusmazligi var. jodie comer karsisinda butun oyuncular arka plan tarafindan emilip kayboluyor zaten. bu dusuk kalite dizinin inandiriciligini azaltiyor. bu yuzden dizi sana neyi nasil algilayacagini amatorce dikte etmek zorunda kaliyor. istersen elli bin defa karakterlerine "carolyn cok intimidating" dedirt, fiona shaw'in yuzeysel oyunculuguyla beni buna ikna edemezsin. eve-villanelle iliskisindeki "tutkuyu" eve tarafinda gorebiliyor musun? saplantili dedektif karakteri nasil dogru canlandirilir gormek istiyorsaniz the killing - sarah linden rolunde mireille menos'u referans alin ki sarah linden karakteri soguk, mesafeli ve duvarlari olan bir karakter olmasina ragmen o tutkulu saplantiyi hissediyorsunuz. sarah oh'nun tutkudan anladigi enerji icecegi icmis sincap gibi hareket edip, bagirmak.

    peki iki kadin arasindaki iliski inandirici mi? aralarindaki aski, yine tutkuyu, hastalikli iliskiyi inandirici bulan var mi? villanelle'in eve'e asik olma sebebi ne? saclari mi? hannibal lecter ile will graham arasindaki ask(?)/kimya villanelle ve eve arasinda var mi? aslinda olmasi lazim ama olamamis. bir baska potansiyel baltalanmasi ornegi.
  • 1. sezonuyla bafta'dan golden globe'a çeşitli ödülleri toplamış dizi. jodie comer'ın yeteneği ve ortaya çıkardığı villanelle tartırışılmaz, tv dünyasına kült bir psikopat karakter kazandırmış oldu keza sandra ohve fiona show aldıkları ödülleri sonuna kadar hakkettiler.

    2. sezon yorumlarına geçersek; (1. ve 2. sezon hakkında yoğun spoiler içerir)

    --- spoiler ---
    müzikler ve mekan tercihleri her zamanki gibi güzeldi yine şehir şehir avrupa'yı dolaştık. sezon genel olarak akıcı ve güzeldi. yalnız şunu söylemeden geçemeyeceğim 3. sezon onayı almasa cidden diziyi böyle mi bitirmeyi düşünüyordunuz?

    eve ve villanelle ilişkisinde, villanelle bir "we are the same" tutturmuş gidiyor, 1. sezon finalinde eve'in kendisini bıçaklamasıyla bu karara vardı 2. sezon final bölümünde eksik parçayı tamamlatıp eve'in raymond'ı öldürmesini sağladı ve rahatladı. zaten bence en büyük sıkıntısı kendisininde söylediği gibi dünyanın sıkıcı gelmesi, benim hissettiklerimi en yakın eve hissedebilir düşüncesiyle kendisiyle birebir aynı şeyleri yaşamasını istedi. final sahnesine gelirsek villanelle'in kendini canlı hissettiği nadir anlardan olduğu için duygularını öldürerek gösteriyor, eve'i bu yüzden vurdu. eve'in orada sen beni hiç uğruna katil yaptın alt metnini falan anlayabilmiş değil. ailesiyle ilgili çok bilgi sahibi değiliz ( konstantin'in final bölümünde söylediğine göre belli ki 3. sezonda öğreneceğiz, belki şu saç takıntısını da öğreniriz) fakat geçmesinde belli ki hep tercih edilmeyen kişi olmuş (anna'nın kocasını tercih etmesi, konstantin'in ailesini tercih etmesi vb.) ona göre kendisini asla bırakmayacağına inandığı kişi (eve) onu bırakıyor o da en iyi bildiği şeyi yapıp vuruyor zaten bir psikopattan diğer insanların tepkisini beklemek yanlış. eve'i sevmiyor, sevdiğini sanıyor çünkü empati yeteneği olmadığından hayatı en fazla bu kadar anlayabiliyor.

    eve'e gelirsek ilk sezondaki yorumumla halen aynı düşünüyorum, kendisini çözebilmiş değilim. yaptıkları artık sadece takıntı ile açıklanamayacak boyutta, psikologla yaptığı konuşmada "i feel wide awake" konuşmaları falan tamam da sen bunca yıl nasıl bu dürtülerini bastırarak yaşadın illa bir villanelle'mi gerekiyordu? bir yandan topluma dair genel yargıları ve doğruları devam ediyor, "onca insan boşuna öldü", "carolyn bana ihanet ettin" tarzı düşünceler aynen devam ! kısacası çözemedim.

    carolyn ve konstantin iş birliği finalde eve ve villanelle' e kazık atmaları şaşırtmadı sezon boyunca kör göze parmak şeklinde, eve ve villanelle'in birbirlerinin zayıf yanlarını olduklarını ve bunu kullanarak roma'da onları yalnız bırakacaklarını belli ediyorlardı.

    hugo'ya çok ısınamadım, onun yerine kenny'i daha çok görmek isterdim. çok az rolü oynamasına rağmen mı6'den zoë wanamaker'in oynadğı karakterden umutluyum 3. sezonda görmek isterim.

    niko'ya gelirsek ajan falan demişim 1. sezon sonunda, sağlam saçmalamışım kendisi sadece katışıksız bir gerizekalıymış 3. sezonda rolünün azalarak bitmesi dileğiyle.

    --- spoiler ---

    izlemek isteyenler için jodie comer 1. sezon final sahnesini yorumlamış
  • phoebe waller-bridge hatırına başlayıp, jodie comer aşkına izlemeye devam ettiğim dizi. açıkçası fleabag'deki başarıyı beklemekle çok büyük hata yapmışım. dizideki karakterler bir türlü hikayeye oturmuyor gibi geliyor. sanki hepsinin rol yaptığı belli gibi, doğallık yok. daha doğrusu doğal olmayan rolleri de var, mesela eve için sarsak ajan mükemmel bir şekilde hikayeye yedirilebilirken, seksapelite çiğ kalmis. seks elbette onun da hakkı, ama o villanellle'nin ona çekildiği gibi çekilmiyor mesela. bunu bize yansıtmıyor hiçbir sekilde. aralarında akan bir elektrik yok. diğerleri için de öyle, üstlerine oturmamis rolleri. villanelle hariç tabii. doğduğundan beri katil sanki kadın, öyle bir doğallık hakim.

    kısacası onun hayranligiyla izliyorum.

    bu arada 3. sezon 2. bölümde carolyn arabadayken çalan şarkıyı merak edip arattım ve karşıma dido's lament isimli şaheser çıktı. ama onun dinlediği kaydı bulamadım hiçbir yerde. ola ki bulan, bilen varsa benimle de paylaşırsa ne guzel olur.
  • basrollerinde jodie comer ve sandra oh olan her ne kadar drama kategorisinde de olsa icinde bol bol komedi barindiran yeni spy-vari dizi.

    iki kadinin birbirine olan takintilarini izletecekler gibi goruluyor ama karakterlerin kurgulari eglenceli ve muadillerine gore biraz daha abartisiz. ilk bolumunu izlemis biri olarak beni cekebilmeyi basardi, tavsiye edilir.
hesabın var mı? giriş yap