• ilkokul çağımdan beri kendimi bildim bileli sahip olduğumdur. 15 günde kekemeliğe son, bir ayda bülbül yapıyoruz, ikinci ayda premium paketle muhabbet kuşuna evriliyorsunuz mottosuyla umut satan merkezleri de geçmişte denedim. maalesef gittiğim hiçbir yerde kalıcı çözümü bulamadım. kimisi sesli olarak kitap okumamı isterken, kimisi cümle içinde sıkıştıkça kullandığım ''şey'' kelimesini unutmam gerektiğini söyledi. lise ve üniversiteyi sözel bölümde okumuş biri olarak değil sesli kitap okumak, ansiklopedi bile okudum ama kayda değer bir gelişme sağlayamadım. zaman zaman ilgi alanlarımdan konular belirleyerek powerpoint/prezi sunumları oluşturup, sanki bir topluluk karşısındaymışım gibi sunumlar yaptım ama her şey nafile.

    hani ''yaşamayan bilmez.'' lafı klasiktir ama kekemeliğin üstüne cuk diye oturur. diliniz vardır ama işlevini yerine getirmek için sizi epey terletir. ortaokulda, lisede öğretmenler kitaptaki bir okuma metnini oturma düzenine göre sıra sıra okutur ya. ''acaba okutmaya cam kenarından mı başlayacak, yoksa duvar kenarından mı?'' diye ders öncesi kafanızda bunun cevabını ararsınız. ben sınıfta konar-göçer öğrenci rolündeydim. okutma esnasında sıranın geçtiği bölgelere doğru salaktan kaynak yapardım. bir keresinde bunu fark eden edebiyat hocası ''sen orta sıradan cam kenarına geçtin. sıra bir daha oraya dönmeyecek, oku bakalım.'' demişti. o an gta 5'te polislere busted olmuş gibi masum bir şekle bürünmüştüm. sonuç itibariyle o sıra ne olursa olsun size gelmemelidir. öğretim yılı başında sınıfta herkesin kendini öğretmene kısaca tanıttığı fasıl var ya, o bir kekeme için ecel terlerinin dökülmesi anlamına gelir. sınıfta yoklama alan öğretmenin her ismi okuduktan sonra kafasını kaldırıp ''burada'' diye cevap veren öğrenciyi teyit etmesini istersiniz. öğretmenin göz teması kurmadan hızlıca isimleri okuması kekeme öğrenci için berbat bir durumdur. (ne kadar ince ayrıntı ama demi? bunlar hep yaşanmışlıklar.) edebiyat, tarih, coğrafya gibi sözel derslerde yazılı notlarım 90'ın altına düşmezdi ama sözlüden 55'in, 60'ın üstünü görmezdim. öğretmenin sorduğu sorunun cevabını en ince ayrıntısına kadar biliyorsunuzdur ama söz almaktan çekinirsiniz. ''acaba şurada takılırsam mehmet'in grubu güler mi?'', ''mehmetler güler, öğretmen onlara sesini yükseltirse sınıfta buz gibi ortama zemin mi hazırlamış olurum?'' diye düşünürsünüz. haklı olduğunuz tartışmalardan bile basit cevaplarla sıyrılmaya çalışırsınız. sizin basit, yüzeysel cevaplarınızı duyan karşı taraf bastırdıkça bastırır ya işte o an içinizi bir şeyler kemirir. telefon görüşmeleri daima sıkıntılıdır. şahsen gelen aramayı gördüğüm halde telefonu açmadığım zamanlar da oldu. hadi bunların hepsini geçtim. otobüs terminalinde bir adet (bkz: kuşadası) bileti almak ne kadar zor olabilir? daha gün gibi hatırlıyorum; kuşadası'na bilet alacağım diye az daha didim'e alıyordum. gideceğin yeri bir şekilde söyledin, isim-soyad, kimlik numarası kısmını kimliği vererek atlattın peki ya ''telefon numaranızı alabilir miyim?'' dediklerinde ne yapacaksın? telefonum yok, dumanla iletişim kuruyorum diyemeyeceğiniz için derin bir nefes çekip 05.... :)
    bir keresinde dolmuşçuya tek kelimeyle ineceğim yeri söylemek yerine hikaye anlatmıştım. sadece ''özkanlar'' demek yerine ''bu ankara caddesinin yanında yaşar üniversitesi var ya, onun hizasındaki üst geçidin altında ineceğim.'' demiştim. özkanlar demeye kalksam 10 saniye sürecek. kelimenin başındaki ''ö'' çıkmak bilmiyor ama ikinci söylediğim tarifi tamı tamına 5 saniyede söylemiştim.

    liseden itibaren sunum yaptıran öğretmenlerden nefret edersiniz. grup halinde yapılan sunumlarda not avcısı inek tayfa sizi hiçbir şekilde grubuna almak istemez. öyle veya böyle o gruba girseniz bile sizi başka gruptan biriyle çalışkan olsun olmasın farketmeksizin takas yapmak isterler. iki kelimeyi bir araya getirebilen ancak sunum hazırlamayacağı, anlatım günü derse gelmeyeceği iki kilometre öteden belli olan biri bile size tercih edilir. (bunu bizzat yaşadım, biliyorum.)
    üniversiteyi eğitim fakültesinde okumuş biri olarak en büyük korkum sıkça yapacağım sunumlardı. kimi zaman 20 kişinin, kimi zaman 50 kişinin önünde sunumlar yapıyordum. durumun farkına varıp, bunu bir sıkıntı haline getirmemem gerektiğini söyleyen anlayışlı hocalarım da oldu, yaptığım sunumdan sonra ders çıkışı beni köşeye çekip ''neden bu bölümdesin? git arşivcilik oku.'' diye akıl(!) veren kravatlı özel eğitim hocası da oldu. ironi o dur ki adamın dersinde anlattığım konu:
    konuşma engelli çocuklar
    - konuşma bozukluğu nedir?
    - konuşma bozukluğunun sebepleri?
    - kekemelik (ritim bozukluğu)
    - kekemeliğin nedenleri
    - kekemeliğin dönemleri
    - kekemeliğin belirtilerini ortadan kaldırma yöntemleri
    - ruhsal sağaltım
    - artikülasyon bozukluğu
    - ses bozuklukları
    - gecikmiş konuşma
    - yabancı dil ve bölgesel konuşma ayrılıkları

    başlıklarından oluşuyordu. sunum mevzusu eğitim-öğretim yaşamım boyunca kabusum oldu. üniversitede ders seçim haftalarında aldığım seçmeli dersleri ince eleyip sık dokurdum. bizzat ilgili fakültelere gidip, o dersi veren hocaların sunum yaptırıp-yaptırmadığını sorardım. okuduğum fakülteden 2 kredilik basit ama sunumlu bir ders almak yerine, iktisadi ve idari bilimler fakültesinden 486 sayfalık kitabını yalayıp yutmak zorunda kalacağım 5 kredilik sunumsuz medeni hukuk dersini almışlığım var. sırf bu fobi yüzünden son yılımda kendimi arkeoloji bölümünden aldığım hitit sanatı dersinde buldum. hoca anlatıyor; aslanlı kapı, kral kapısı, sfenksli kapı, 3 nolu tapınak, hiyeroglifli oda falan... ''ne anlatıyorsun hoca?'' da diyemiyorsun. sırf kekemelik için katlanıyorsun bunlara. kekemeliğin eğitim-öğretim süresince zorlukları bir şekilde aşılıyor. evet, aşılırken bazı olumsuzluklarla karşılaşıyorsunuz ama sonu geliyor. olayın sosyal hayat boyutu bence daha geniş yer kaplıyor. mevcut arkadaşlarınızla ilişkileriniz, yeni arkadaş edinebilme girişimleriniz, akraba ilişkileriniz, konu komşuyla olan ilişkileriniz, karşı cinsle olan ilişkileriniz vb. konularla doğrudan bağlantılı bu durum. hepsini geçtim, en basitinden markette bulamadığınız ürünü reyon görevlisine sormakta bile tereddüt edersiniz. bankada telefon numaranızı soran müşteri temsilcisine basit rakamları bile söyleyemezsiniz. kimlik numarası sorulduğu vakit, kimi zaman direkt çıkarıp kimliği önlerine koyarsınız. bir mağazaya girdiğiniz zaman ''buyurun yardımcı olayım.'' diyerek çoğu zaman akıcı konuşabilen insanı bile rahatsız eden çalışan sizi 3x rahatsız eder. telefonla bir yemek siparişi vermek eziyettir. birçok defa restorana gidip siparişi orada verip, oturup yapılmasını bekledim. adres soran birine, sorduğu yeri navigasyon gibi tarif etseniz bile konuşmaya başlarken yaşadığınız bir, iki saniyelik duraksama bile karşınızdaki insana içinden ''hee tamam bu bilmiyor.'' dedirtiyor. arkadaşınız aracılığıyla kafe ortamında biriyle tanışırsınız, o kişiyle pek çok ortak ilgi alanınız vardır. bir konuşsanız o sohbet sabahlara kadar sürecektir ama sohbet açamazsınız. karşı taraf sizi tanıyabilmek için çeşitli sorular sorar ama sizin yüzeysel, kısa cevaplarınızı gördükçe soğuk, mesafeli bir kişiliğe sahip olduğunuz düşüncesine kapılır. belki de uzun yıllar dostunuz olabilecek kişiyle ilişkiniz o masada geçirdiğiniz yarım saatle sınırlı kalır.

    kekeme insanın söyleyecek çok sözü vardır ama kendini hep sınırlar. kelime hazinesi çok geniştir. kekeme bir insana ''kelime hazineni geliştir.'' demek (bkz: ilber ortaylı)'ya ''git biraz tarih oku.'' demekten farksızdır. eş anlamlı kelimelerin hemen hepsine hakimdir. kekeme olmayan bir insanın günlük hayatta kurduğu cümleleri kekeme olan birey üç, dört hatta beş farklı kombinasyonla saniyeler içinde kafasında kurar. konuşmaya başlamadan önce ''acaba cümleye b harfiyle başlayıp, devamında b ile başlayan kelimelerle mi devam etsem? cümlenin başında boğazımda oluşacak boğulmayı önlemek için aa, ya, hıı gibi seslerle fake bir giriş mi yapsam? p harfiyle başlasam acaba o ilk kelime birden mi patlar?'' diye aklından geçirir. tüm bunları şaka gibi ama birkaç saniye içinde yapar. bazen üç kelimeyle anlatılacak durumu yedi, sekiz kelimeyle anlatmakta bulur çözümü. ''e zaten konuşurken zorlanıyor. niye üç kelimeyle anlatmak yerine yedi, sekiz kelimeyle anlatıyor?'' diye sorduğunuzu duyar gibiyim. evet garip ama öyle. üç kelimeyi çıkarırken zorlanır ama telaffuz ederken sorun yaşamayacağını düşündüğü yedi, sekiz kelimeyi (bkz: necmettin batırel)'in deyimiyle ''şakkadanak'' söyleyebilir.
    kekeme bireyin zorlandığı yerde onun cümlelerini tamamlayan kişilere bir çift sözüm var: yapmayın! iyi niyetle o cümleyi tamamlıyor olabilirsiniz ama o an karşınızdaki insanın özgüvenini bitiriyorsunuz.

    demem o ki dostlar, kekemelik hayatın çeşitli noktalarında bizleri sıkıntıya soksa da onu kabul etmeyi, çevremizden saklamamayı, bu soruna bir çözüm ararken olumsuz düşünceler içinde boğulmamayı öğrenmemiz gerekiyor. şu an 27 yaşında biri olarak geriye dönüp baktığımda kekemeliğe dair ''neden bu kadar kafaya takmışım?'' dediğim noktalar da var, ''kekeme olmasaydım şimdi şu pozisyonda bulunuyordum.'' dediğim noktalar da var. gülün, eğlenin, yaşamınızın değerini kavrayın. yeri geldiğinde samimi bir arkadaş ortamında kendinizi alaya alacak kadar geniş olmayı öğrenin. tabii bunu yaparken sizi gerçekten incitici sözler söyleyen, rahatsızlığınızı belli ettiğiniz halde buna devam eden beyinden kıt tipleri yaşam alanınızda barındırmayın.

    bonus: stresten uzak durun. hayatta karşılaştığınız ufak sıkıntıları gereğinden fazla büyütmeyin. kekemelik dönem dönem artan-azalan bir durumdur. arttığı dönemler pek çok kişide stresli dönemlerle paralellik göstermektedir. ilk paragrafta sesli olarak kitap okumanın kalıcı bir faydasını görmedim dedim ama kitap okumayı bırakın demedim. fırsat buldukça sesli okumalar yapın. kekemelikle mücadele ederken hastalık psikolojisine kapılmayın. konuşarak halletmek zorunda olduğunuz işleri ertelemeyin. beklediğiniz her saniye üstünüzdeki stres katlanarak artacaktır.
  • defo değildir.

    ha? ne alaka?

    gelin size yıllar öncesinden bir empati kıtlığı ve flört faciası anlatayım:

    sanattan edebiyata, psikolojiden müziğe dek çılgıncasına konuştuğum ve anlaştığım bir tatlı bey var. fotoğraflarımız mevcut profillerimizde, buluşmaya karar verdik ve gün/saat için de mesajlaştık yanılmıyorsam. yani görüşene kadar hiç telefonda konuşmadık.

    ben, ne hikmetse, engin şakacı kişiliğimle, "bak buluşucaz ama doğru söyle psikopat mısın? defon var mı hiç? pırt yapıyo musun? kehkeh" şeklinde, 20li yaşlarımın kaygısız zevzekliğiyle sorular diziyorum.

    gayet güzel konuşuyoruz ve nihayet buluşma günü geliyor.

    oturuyoruz ve kendisinin konuşmasıyla beraber, ben nasıl davranacağımı bilmez halde kasılıyorum. kekeme olduğunu o anda öğrendiğim için şaşkınım ama çaktırmamaya ve katiyen ayıp etmemeye çalışıyorum. bi taraftan da içim içimi yiyor: "sözünü bitirsem mi daha rahat eder, yoksa o hiç zorlanmıyomuş gibi davransam mı?"

    yani neyden bahsettiğini ya da söyleyeceği kelimeyi anladığımı çaktırıp, onun yerine "ay evet ben de çok seviyorum çikolatayı" mı demeliyim, yoksa "ç...ççç...çiiiii...k...k...k" diyerek epey zorlanmasına karşın, lafını tamamlarsam ona saygısızlık mı etmiş olurum?!

    hayatımın en zor date'lerinden biri olmuştu - ve hala bu sorunun cevabını bilmiyorum.

    (birazdan anlatacağım ayılığımdan sonra hala bununla ilgili bana yanıt vermek isteyen biri olursa, çok sevinirim ve edit olarak paylaşmak isterim; böylece bu sıkıntıyı çeken birine nasıl davranmamız gerektiğine dair insanca bir fikrimiz olur.)

    neyse, date bi şekilde sonlandı ve ben her iki taraf için de zorlayıcı bi deneyim olduğunu düşündüm. yani eminim o da kıl oluyodur bi kadınla konuşurken derdini bi çırpıda anlatamamaktan ötürü. evlere döndük, yazıştık yine vs. ve ben kendisine serzenişte bulundum:

    "yahu o kadar sordum, psikopat mısın, şöyle misin, böyle misin, defon var mı cart curt.. insan bi haber verir, boş bulundum valla" dedim.

    aklımca, aslında, "bi bok yediysem, saçmaladıysam, şaşkınlıktandı valla. inşallah kabalık etmemişimdir bilmeden." demeye getiriyorum.

    adam dönüp bi güzel, "e defom yok" demesin mi?

    öyyle küçük bi bok parçası gibi kaldım.

    yıllar geçti, hala içimde oturur acısı.

    tecrübesizlik/bilgisizlik, şaşkınlıkla ve münasebetsizlikle buluşunca, böyle muazzam gaflarım oluyor maalesef.

    hayat bu ya, olur da buna denk gelirse, ayılığım için özür diler; yontulma konusunda epey yol kat ettiğimi iletmek isterim.

    yine de zor bir durum olduğunu kabul edebilir miyiz?

    buraya kadar okuyan, kekemelik yaşamış/yaşayan birileri varsa, ve benim gibi insanları aydınlatmak isterse, mesajları beklerim.

    yine kızdım kendime. neyss...

    edit:
    söz verdiğim gibi, gelen yanıtları paylaşıyorum:

    "merhabalar kendimi bildiğimden itibaren bu sorunu yaşayan biriyim.
    bence kekeme olan insanların cümlelerini tamamlamayın. kendini bir şekilde ifade edecektir. vaktiniz ve sabrınız varsa bekleyin. kekeme olan insanların kelime dağarcığı diğer insanlara oranla daha fazladır. çünkü söyleyemedikleri kelimelerin alternatiflerini öğrenmek zorunda hissederler kendilerini.

    onlar için en kırıcı şey ısrarla bu konu üzerinde konuşmak istemenizdir. ben artık insanlara kekeme olduğumu söylemiyorum bile artık. kekemeliğin özgüvenle doğru orantısı var. bu insanların kendilerine yapabilecekleri en büyük iyilik iletişim kurmak ve sosyalleşmektir. bunu yaptıklarında neredeyse yok olacaktır bu problem. kendimden biliyorum."

    edit 2:
    şahane kaynak geldi. buyursunlar: https://youtu.be/19dsmafc1se

    edit 3:
    dostlar sanıyorum büyük küçük harf yüzünden cörtlüyo link. s m f & e büyük harf.

    ya da direkt şu videoyu arayın:
    türkiye'de kekeme olmak | "söyleyebilirim, sadece bana fırsat ver"

    edit 4:
    link işini çözdüm fekat olur da yarın öbür gün bir aksilik çıkar diyerek, açıklamaları da bırakıyorum.

    herkese destek ve bilgi mesajları için teşekkür ederim.

    kesin sonuç şu:
    konuşurken takıldıklarında sözlerini tamamlamayın. sakince ve sabırla bitirmelerini bekleyin.

    sosyal hayatta ve iş hayatında aklımıza bile gelmeyen şekillerde zorlanıyorlar(mış) - gizlilik gereği paylaşmıyorum ama baya umudunu kaybetmiş, salmış, nasılsa hayat daha iyi olmayacak diyen yazarlar var aramızda.

    dehşet bir görünmezlik ve aynı zamanda göze batma hali bu.

    dilerim benim bu hatıram ve gafım, bu konunun konuşulması adına güzel bir vesile olmuştur/olmaya devam eder.

    bolca sevgiler.

    edit 5:
    lokum gibi entry oldu yemin ederim. toplaşın!

    eğer bu "dertten" bezdiyseniz, size dost eli getirdim.

    lütfen gezer dover adlı yazarımıza ulaşın ve paylaşın, içinizi dökün.

    buyrun kendisinden, kendi sözleriyle, açık çek:

    "umudunu kaybetmis, kotu durumda yazarlar var diye yazmissiniz. ben kendilerine ulasip coaching yapmak istiyorum.

    cocukluk ve genclikte oldukca belirgin bir sorundu bende, su anda hala belirgin ancak beraber yasamayi ve kontrol altina almayi kismen de olsam ogrendim.

    amerika'da yazilim alaninda yonetici olarak calisiyorum. bu cocuklarin hayatina belki biraz isik tutarim diye dusunuyorum."

    -

    hayat hepimizi iyi insanlarla karşılaştırsın. öperim cümleten.
  • insanın hayatını her yönüyle alt-üst eden hastalık. düşünsenize dilsiz değilsiniz ama konuşamıyorsunuz ya da çok zor konuşuyorsunuz. ilkokul yıllarında başlar çileniz. harfler ağızdan çok zor çıktığından okumayı çözseniz dahi bunu karşı tarafa kabul ettirmeniz zaman alır. sınıfta alay konusu olmanız da cabası. insanın o zamanlar pek zoruna gitmiyor çocuk aklı olduğu için ancak ilerleyen zamanlarda görüyorsunuz ki bu sizin başınıza çok büyük bir bela. lise ve üniversite yıllarında daha çekingen tavır sergilemek durumunda kalıyorsunuz ve neredeyse hiç arkadaşınız olmuyor. sınıfın en sessizi, en uysalı yani en mülayim insanı oluveriyorsunuz bir anda. lisede hoca herkese konu anlattıracaktır. tüm sınıfın önünde o duruma düşmemek adına sıfır almayı göze alırsınız. bildiğiniz sorulara cevap vermek yerine susmayı tercih edersiniz. üniversitede sunum yapılacaktır. hoca ta dönem başında vermiştir konuları. o zamandan aklınızı kurcalamaya başlar ne yapsam ne etsem dersiniz. lisede ki gibi olsa alırım sıfırı otururum dersiniz ama buradaki hocanız sunumu yapmayan bu dersi geçemez diyerek en baştan tavrını belli ettiyse başka bir çare düşünmeniz gerekir. artık geriye tek yol kalmıştır hocaya durumu anlatmak. zaten okul hayatı boyunca hep hocalarla bu mesele yüzünden karşı karşıya gelmek zorunda kalırsınız.

    normal bir insanın yaptığı hiçbir işi yapamaz hale geliyorsunuz. bir kafeye gidip bişeyler yiyip içemezsiniz. çünkü istediğiniz şeyi söyleyemeyeceğiniz için dışarda yerim cümlesi sizin için artık tedavülden kalkmıştır. mağazaya girersiniz beğendiğiniz elbisenin bir beden büyüğü/küçüğü var mı diye soramazsınız. hatta tezgahtarla konuşmamak adına çok mecbur kalmadıkça üzerinize birşeyler de almazsınız. genelde aynı elbiseleri giyersiniz. önemli bir mesele vardır. banka işlemleri, hastane işlemleri, vergi ne bileyim aklınıza gelebilecek herhangi bir konu için telefon açmak kekeme için ölüm gibi birşeydir.

    hiçbir zaman adam akıllı bir iş tutturamazsın. genelde patronlar işçi alımı yaparken sizi otamatik olarak elerler. doğruya doğru kimse böyle biriyle çalışmak istemez. devir iletişim devri ama sen bu haldesin. o yüzden benim gibi 3 yılda işsiz olursun 5 yılda. arkadaşların, pardon tanıdıkların sana acı acı bakarlar. çünkü yaşıtların okulu bitirip, işini eline almış, evlenmiş ve çoluk çocuğa karışmışken sen hala iş arama derdindesin. belli bir yaştan sonra da artık aileye dair hayata dair umutlarını kaybetmeye başlıyorsun. sanırım en kötüsü de bu.

    klasik olacak ama gerçek yalnızlığı kekeme olan bilir. hiç arkadaşı yoktur sadece birkaç tanıdığı vardır. gittiğin her yere yalnız gidersin. yaptığın her işi yalnız yaparsın. 30 yaşına yaklaşan birinin daha bir defa kimseyle oturup muhabbet edememesi nasıl bir duygu çok az kişi bilir. sevgili olayına zaten girmiyorum. evet doğru tahmin edileceği üzere yok, hiç olmadı da.

    facebook, twitter, instagram gibi şeylerin hiçbirini kullanmıyorum. arkadaş çevresi olduğunda sanırım eğlenceli şeyler. yani öyledir herhalde bu kadar insan kullandığına göre.
    gsm operatörü 500 sms falan veriyor hiç kullanılmadan heba olup gidiyor. sağda solda duyuyorum bazen 2000 sms yetmiyor falan diyorlar şaşırıp kalıyorum doğal olarak.

    bir de şu insanlarla konuşmak zorunda kalınan durumlar var ki sormayın gitsin. sanki karşılarında canavar varmış gibi o abartılı bakışları. siz bişeyler anlatmaya çalışırken bir anda çekip gidenler...
    bi defa sgk'ya gitmiştim ama nasıl kalabalık. herkes danışmaya birşey soruyor sıra falan hak getire. masaya yaklaşan direk söze girip soracağını sorup gidiyor. bende ağzımdan kelimeler çıkacakta konuşacağım, belki 20 kişi geçmiştir.
    insanın zoruna gitmiyor değil. git gide insanlardan nefret etmeye başlıyorum. nefret etsem de kimseye bi saygısızlık ve kötülük yapmak istemem ama artık bu işten ciddi ciddi sıkılmaya başladım.

    böylelikle nick'imin de hikayesi ortaya çıkmış oldu. ekşi itiraf gibi oldu ama kusura bakmayın.
  • 7 yaşımda ortaya çıkan ve hayatım boyunca beni birçok şeyden mahrum bırakan hastalık. aslında bir engeldir bu, konuşma engelidir. ama tam olarak engelli sınıfına da girmez. mesela engelli kadrosundan bir işe falan giremezsiniz, çünkü devlete göre bu durumdan faydalanmak için almanız gereken engellilik raporunu almayı hak edecek derecede engelli değilsinizdir. fakat herkesin rahatça yapabildiği birtakım işler kekeme kişi için çok zordur. bunun yanında fiziksel engeli olan başka birisi de "ne ki canım, gitsin konuşmayacağı bir iş yapsın, benim o kadrodan faydalanmaya daha fazla ihtiyacım var" der ve aslında haklıdır. bu durumun devlet tarafından en kısa zamanda bir çözüme ulaşması gerektiğini düşünmekteyim. ayrıca dizilerde bu sorun bir komedi unsuru olarak kullanılmaktadır ve kekemeleri ister istemez yaralayan, kıran bir durumdur. kekeme olan kişiyle dalga geçmeyi meşrulaştırır, kekeme olanlar dizilerde genelde salak ve enayi kişi olarak karikatürize edilir ki gerçek hayatta hiç de böyle biri yoktur. fiziksel engeli olan biriyle alay edilmezken kekemelerle neden dalga geçilir? bu da kekemeliğin toplum tarafından gerçek bir engel olarak görülmeyişinin göstergelerinden biridir. yine birçok engelli insan için kurulan dernekler, vakıflar vardır. körlere, sağır ve dilsiz insanlara, zihinsel ya da bedensel engelli kişilere buralarda ücretsiz bakılır ve sosyalleşmeleri sağlanır. ancak kekemeler için kurulmuş böyle bir dernek, türkiye'nin hiçbir yerinde, dünyanınsa pek çok yerinde mevcut değildir.

    kekeme insan asosyalleşir, birisiyle sohbet ederken ne konuştuğuna değil nasıl konuştuğuna önem verir. aynı zamanda çok da seçicidir. sohbet ederken çok takıldığı, az takıldığı ya da neredeyse hiç takılmadığı insanlar vardır. gariptir ki her gün konuştuğunuz ailenize karşı çok kekelerken yeni tanıştığınız -kekeme olduğunuzu henüz bilmeyen- bir kişiye karşı ilk etapta hiç kekelemeyebilirsiniz. karşısındaki çok iyi bir dinleyiciyse ve onunla sohbet etmekten hoşlandığını belli eden hareketler yapmaktaysa kekeme insanını rahatlatır. ama onun konuşmasından sıkıldığını, rahatsız olduğunu belli ederse kekeme için ona laf anlatmak ölüm gibidir.

    ortaokulda kompozisyon, lisedeyse dil ve anlatım dersleri kekeme insanının en çok korktuğu derslerdir. çünkü o derslerde öğretmen olacak varlık rahatlaması için(!) kekeme kişiye ısrarla kitapta yazan o metin parçalarını okutur. okuyamadığını gördüğünde ise küfreder gibi böler ve başkasına devam ettirir. işte o anda o kekeme insanını yerin dibine sokmuş olur. insanlar genelde kekeme kişiyle alay etmezler -bazı geri zekalılar hariç- ama bir tartışma esnasında kalbini kırmak için ellerinde güzel bir kozları vardır. bu illet nedendir bilinmez zaman zaman azalır, zaman zaman artar, bazen insanı konuşmaktan yorar hale getirir. gerçek olan, kekeleyeceğimizden korktuğumuz için kekelememizdir evet; ama bunu da unutmak, yok saymak öyle kolay bir iş değildir. ayrıca ne kadar tedavi edilirse edilsin tamamen geçmez. tetikleyicisine kavuştuğu an nüksetmesi kaçınılmazdır. öyle 1 haftada, 2 ayda kekemeliği kökünden iyileştiriyoruz diyen kurum ve kuruluşlara aldanılmaması gerekmektedir. milyarlar alıp sadece 2-3 senelik rahatlama sağlayacak şekilde iyileştirebilirler. sonuçta bu bir "korku" yüzünden olmaktaysa hafızamızı silecek bir teknolojinin henüz gelişmiş olduğunu hatırlamıyorum.

    kekeme olmanın olumlu yanları da yok değildir. kekeme insan, diğer bütün engelli insanlar gibi erken olgunlaşır. alçakgönüllü ve mütevazıdır. çok konuşmayı sevmez*, az ve öz konuşur. romantiktir. kendisini konuşarak rahatça ifade edemediği için yazmayı seçer ve genelde kendilerinden çok iyi yazar ve şair olur. kendisini insanlardan soyutlayabilir ve bu ona çok iyi bir gözlemci olma imkanı sağlar. kültürlüdür. insanlarla herkes gibi iletişim kuramadığı için kitaplardaki ve filmlerdeki karakterlerle haşır neşir olur. bu da küçük yaşta hayal gücünü geliştirir.

    her şeye rağmen, çok da kafaya takılmaması gereken bir durumdur esasında. bizi sevenler böyle sever, benimser, sevemeyenlerle de zaten kekeme olunmasa dahi bir arkadaşlık ilişkisi kurulmamalıdır. geçenlerde bir haber çıkmıştı, kendisiyle alay edildiği için okulun camından atlayıp canına kıyan kekeme bir gencin haberi. hayata ne kadar bir sıfır yenik başlarsak başlayalım, hayatı ne kadar kıyısından yaşıyor olursak olalım renkli olan, farklı olan biziz. ve bütün uzuvları sağlam bir şekilde çalışıp da bunu kullanamayan insanlara göre bin kat daha becerikliyiz. bunu sadece kendim gibi kekeme olanlara değil, herhangi bir eksikliğinden rahatsız olan herkese söylüyorum. belki de bizi biz yapan şey, eksiklik/engel/sorun diye addettiğimiz o durumdur.

    özetle, kendisinden olmayanları kabullenemeyen topluma inat hayallerimizden, yaşamaktan ve mutlu olmaktan asla vazgeçmemeli; ömür boyu bir sorunu aşmak için debelenmek yerine bunu kabullenip hayatın tadını çıkarmaya bakmalıyız.

    rahatladım.
  • neredeyse 30 yaşına kadar hiç durmadan, soluk almadan konuşabildiğim halde başıma gelen bir nöro-vaziyet yüzünden uzunca bir süre kekeledikten ve hala da sıklıkla takılıyor olduktan sonra* hayatımın geri kalanını kekemelerin iç dünyasını dünyanın geri kalanına anlatmaya adamaya karar verdim. ekşi sözlük'ün muhteşem kültür hizmeti diyelim. neyim varsa sizler için.

    muhterem faniler, her şeyden önce şunu bilmenizi isterim; bir kekemenin sözünü tamamlayarak ona iyilik yapmış olmuyorsunuz. bu bir körün koluna girmek gibi iyiniyetli ama faydasız bir hareket. çünkü kör sizin kolunuza girdiğinde daha rahat yürüyecektir. aynen bu da öyledir, bırakınız biz kekemeler başladığımız sözü, dakikalar da sürse, kendimiz bitirelim. böylece konuşurken daha az takıldığımızı fark edeceksiniz.

    bunu daha en başından şöyle anlatayım. konuşma, hem psikolojik hem de fiziksel olarak karmaşık bir süreç konuşma merkezinden solunuma, yüz kaslarından ses tellerine kadar tam ve sağlıklı bir donanım gerektirdiğinden bunlardan herhangi birinde tıbbi bir sıkıntı varsa konuşma ya daha zorlaşıyor ya da tamamen imkansızlaşabiliyor. bir söz, ağzımızdan çıkmadan önce beyinden gelen komut onu alıp ilgili organlardan topluyor ve konuşmanın son istasyonu olan ağızdan çıkana kadar tek bir parça halinde koruyor. ancak konuşmada zamanla deneyim kazandıkça, ki bu çocuklukta oluyor, ağızdan çıkacak şeylerin bir seferde çıkmak üzere hazırlanmış tek parça şeyler olduğu ayrımı kayboluyor. çünkü sadece konuşma değil, konuşmaya hükmeden akıl da gelişiyor yıllar içinde. ancak konuşma aksamında en ufak bir problem olan insanlarda bu durum ister istemez sekteye uğruyor. ve birşey oluyor, ne bileyim muhakkak tıbbi bi adı vardır hörölö şörölö diye, ama o söz ağızdan çıkmıyor işte. ya nefes yetişemiyor, nefes yetişse ses gelemiyor, tam hepsini bir araya getirmişken hoop karşındaki sözünü tamamlayıveriyor kendince iyilik yaptığını düşünerek. oysa ki sen "oku oku" değil "okul ne tarafta" diyecek oluyorsun. bir hayal kırıklığı daha.

    sonra çok sabırlı oluyorsun kekemeysen. çünkü bir konu hakkında edilecek çok güzel lafların varken dahi sohbet sen orda yokmuşsun gibi devam ediyor. araya girip "kıı..kıııı...kııı..." diye milleti kendine avel avel baktırmak da istemiyorsun, çünkü ciddi bişey de söyleyeceğin bi yandan. "kııı... kıııı... kııı..." diye söze başlamak istemiyorsun araya gireyim derken. ve girmiyorsun. sohbet akıp gidiyor, gidiyor, gidiyor. onların güldüklerine güldükçe, anlattıklarına şaşırdıkça, anladıkça, dinlerken kafa salladıkça onlar da seni sohbete katılmış saydıklarından sana sadece "bi çay daha doldurıyım mı" gibi, cümle kurmanı gerektirmeyecek konularda fikir soruyor oluyorlar ve sen bir sabır taşına dönüşüyorsun.

    zamanla kendini ifade edebilmek için çok kesin mimikler edinmek zorunda kalıyorsun. işyerinde odaya giren müdür "mahmut yok mu" dediğinde ona "mahmut'un bugün mastır dersi var o yüzden yok müdürüm, arz ederim" anlamına gelen bir mimiği çoktan bulmuş ve iletişimde olduğun insanlara da benimsetmiş oluyorsun. kaşınan gözünen işmarınan bir dil edinip onunla, minimum cümleyle kendini ifade edebiliyorsun. hayat işte.

    bir de şarkı söylerken kekelememe efsanesi var. çocukluğumdan beri "madem şarkı söylerken kekelemiyorsun be adam, o zaman takıldığın zaman patlat bi şarkı, onun melodisiyle söyle ne söyleyeceksen" derdim içimden. öyle olmuyormuş. evet, kekemeler şarkı söylerken takılmıyorlar. (takılanı da vardır muhakkak da) bu efsaneyi bizzat yerinde araştırdım, onayladım.. çünkü şarkı söylerken zaten daha önceden öğrenilmiş, hazır kazanılmış bir metni dillendiriyor olunuyor. dolayısıyla da konuşmada harcanan fiziksel ve psikolojik efor şarkı söylerken sarf edilmemiş oluyor. yani söylemek istedğini melodiyle de söylesen yine ne konuşacağın şeyi sen tasarladığın için, bu konuşma konusunda bir kolaylık sağlamıyor. denedim, sağlamadı. neyse ki kendi kendimeydim. işyerinde insanlardan samanyolu melodisiyle ateş istemeyi göze alacak kadar gözümü karartmadım çok şükür.

    telefon konuşması*, sanılacağının aksine, daha kolay oluyor örneğin kekeme için. ya da en azından bir kekeme olarak benim için. çünkü yüzyüze konuşurken, adından da anlaşılacağı üzere, karşılıklı olarak mimiklere bir hakimiyet olduğu için bu kekemeyi, telefon konuşmasına kıyasla daha az yoruyor ve daha kolaylıkla konuşturuyor. siz yine de yüzyüze konuşurken bir kekemenin yüzüne "ha sıçtı ha sıçacak" mimikleriyle bakmamaya özen gösterin ama. çok yapıyorsunuz da bunu çünkü. gözlerinizi ona dikerek değil de onun konuşması gündelik bir olaymış gibi baktığınızda inanın o da daha konuşkan olacaktır.

    kekemeleri seviniz.

    *: telefon konusu bütün kekemeler için aynı kolaylıkta değilmiş. genç kekemeler rahatsız.
  • çocukluğumun kabusu, bugünümünse gurur kaynağı. tıbben nedir bilmem ama küçücük çocukken bile asla hastalık olarak göremediğim hede. zordur onunla yaşamak, ama öğrenilebilir....

    ilkokul günleri en zorudur. çoğu sadist ailelerden gelen çocuklar sizi dışlamak ve alay etmekle kalmaz, bol bol da iftira atarlar. ama öğretmenim ben birşey yapmadım ki diyene kadar çoktan dayak yemiş olursunuz. bu da kekemeliği genelde bir kaç aşama daha ileri götürür. eğer bu yaşananları babanıza anlatmayı becerebilirseniz öğretmeni babanızın kollarında havada, sizden özür dilerken görmeniz 6 - 7 yaşında olmanıza rağmen hayattaki en büyük intikam hikayelerinizden bir olacaktır ve babanızla ilişkinizi daha da sağlamlaştıracaktır. (bkz: babam sağolsun) hatta kekemeliğin bir sonraki aşamaya geçmesini bile önleyebilir.

    s harflerini söylemek nispeten zordur. salem light sigarası içen bir kekemenin işi sahiden zordur. salem light dendiği zaman bakkalın önce uzun marlboro verdiği, hayır salem light dedikten sonra lm verdiği, salem light diye sizi bağırttırmayı başardıktan sonra lm light verdiği ve sonunda sizi avazınız çıktığı kadar salem light diye bağırtıp, kekemelik sorununuza çaktırmadan da olsa çözüm getirdikten sonra canım mentollü sigaranıza ulaştırdığı şahsımca defalarca yaşanmıştır. m harfi genelde daha kolay söylenir ve salem light içicisi kekemeliği çaktırmamak için salem light alacağım diye girdiği bakkala meltem der ve artık bir meltem içicisidir. bunun bir sonraki evresi ise sigarayı tamamen bırakmaktır. iyi de olur...

    telefon numarası vermek dünyanın en kolay şeyi olsa da kekeme için bu bir sanattır. akılda yüzlerce telefon numarasının alan kodlarıyla beraber bulunmasına rağmen ee şey kem küm dur yaw neydi, aaa dur dur telefonuma bakayım gibi bir sürü zaman kazandırıcı şey söylenir. numarayı ezbere bilmenize rağmen bu sırada telefonda ararmış gibi yaparsınız ama dilinizin ucuna binlerce kez gelen rakamlar bir türlü dışarı çıkmaz, karşınızdaki sıkıntıdan ölmezse telefonu alır. genelde baş harfleri söylememek takılmayı önleyebilir. ''doksan'' yerine ''oksan'' gibi....

    erkek bir kekeme için alakasız bir bayana telefon vermek daha da zordur. hele ki numaranın içinde seksen varsa kendinizi üç yüz otuzbir otuz bir seks seksss seks seks seeeksss oeerhgghh seks oeeegh derken bulabilirsiniz. bu durumda telefonun suratınıza kapanmama şansınız karşınızdakinin mallığıyla ters orantılıdır. seksen değil mi diye tamamlayan bir bayana ise sempati duyarsınız.

    eve yemek söylemek kolay değildir. konuşma problemi olmayan bir insanın siparişini bir kaç tekrardan sonra anlayan kebapçıyı aramak büyük derttir. bu iki kat kekemelik demektir. yemek sepeti üyesi olunması bu sorunu da çözer.

    özellikle lise hayatı boyunca hocalara edilemeyen küfürler gezilen okul sayısını makul ölçüde tutar, okuldan atılmayı önler. üzerinize araba süren cinayet potansiyeli yüksek serseriye de gereken küfürü etmeniz kekemelik tarafından engellendiği için yaşam kurtarır.

    s harfleri yine kendini gösterir ve sevgiliye seni seviyorum demek karşı taraf için bir anlayış, samimiyet sınavıdır. insanlara yaklaşım, kekeleme esnasında ne yaptıklarına, nasıl davrandıklarına bağlıdır. taklit teşebbüsünde bulunanlardan kaçınılmalıdır. çoğu kekeme için h harfi kabus olsa da şu hayatta en rahat söylediğim şey ''hassiktir'' olmuştur.

    yine kekemeliği çaktırmamak için herşeyin eş anlamlısını hatta bir kaç dildeki karşılığını bilirsiniz. bu yabancı dil ve hafıza konusunda bir avantajdır.söylenecek cümlenin akla yüzlerce versiyonunun aynı anda gelmesi ne kadar hızlı düşünüldüğünün göstergesidir. bu özelliklerden dolayı insanın kendisiyle övünmeye başlaması kekemeliğin sorun olmaktan çıkmasıdır.

    çocukluğumda çok çekmeme rağmen artık yok denecek kadar az kalmış bir olgu. mücadele etmekten çok onunla dost olmayı, dalga geçmeyi bilmek gerekir. dalga geçerken görülür ki aslında insana kattığı çok şey vardır ve bunlardan en önemlisi düşünmeye zorlamasıdır. tüm bunları düşünüp kontrolü elinize aldığınız an, herşeyle barıştığınız an olacaktır ve bir iç barış sağlayacaktır. megalomani ye kadar yolu vardır. olsundur. iyi megaloman kekemeyken de megaloman olmalıdır....

    edit: s harflerinde zorlanan kekemelere bir tavsiye : s harflerinde takılsanız da salem light içmek isterken söylemesi daha kolay diye meltem içmeyin. bastırın parayı salem light deyin, bakkal 3 denemede verse de....
  • -sabahları cebinizde para olduğu halde bomboş geçen minibüse binmektense iett'nin ayakta bile yer olmayan otobüslerine binmektir.
    -okulda yeni bir sınıfa başlayınca, yeni bir hocayla tanışmak zorunda kalınca, "hadi herkes kendini tanıtsın" diyen normal konuşan insana ana avrat saymaktır.
    -abi şu grubun gitaristini tanıyor musun sorularına bildiğiniz halde cevap verememek ve bilmiyorum demektir.
    -ailenizle kavga ettiğinizde anne&baba ikilisinden birinin "sinirlenince ne güzel şakıyosun öyle" demesidir.
    -telefon çalmasın, telefona işim düşmesin diye dua etmektir.
    -bir toplulukta herkes konuşurken siz konuşmaya başlayınca herkesin susup sizi dinlemesidir.

    sonuç olarak insanı depresyona sürükler, dilediği gibi konuşma özgürlüğünü elinden alır. en kötü konuşan, en salak şeyler söyleyen insanlara bile "istediği anda istediğini söylüyo hacı" diye imrenmenize sebep olur. bacağı sakat bir insanın bazen çok iyi olup koşabilmesi, bazen de hiç yürüyememesi ama bunların ne zaman olacağını bilememesidir. kötüdür.
  • çocukken bende de bulunan durum. anaokulunda arkadaşlarımın benle dalga geçmesi dışında pek anım yok hayatımın kekeme dönemiyle alakalı.

    çocuklarda kekemelik sık görülen bir şeymiş. ikizimde benden biraz önce ortaya çıkmış, annemler her şey normalmiş gibi hiç müdahale etmeden davranmışlar; böylece çocuk gerilmemiş ve atlatmış. bende çıktığında yine aynı stratejiyi izlemişler fakat günler geçmiş benim kekemeliğim geçmemiş.

    annem pedagoga götürdüğünde pedagog beyin gelişimimin dil gelişimimden önde olduğunu söylemiş ve kum ve suyla terapi önermiş. çok soru sorduğum için kafamın aşırı bilgiyle yüklü olduğunu, bunların unutturulması gerektiğini ve sorularımın cevaplanmaması gerektiğini ya da bir üstün zekalılar okuluna yollanmamı da tavsiye etmiş doktor hehe (bu kısmı sözlükçülerin aslında demek istedikleri'ne malzeme olmamak için hemen geçiyorum. yollamamışlar çünkü biz fakirdik :().

    annem bir süre boyunca her sabah beni kumla oynamam için parka götürmüş, akşamları da suyla oynamam için küvete sokmuş. kumla su galiba üzerimdeki stresi ve elektriği aldı. çocuklarda kekemelik tedavisi çok daha rahat. çocukların konuşmasına da müdahale etmemek gerekiyor tedavi sürecinde.

    sonuç olarak şu an gayet düzgün diksiyonlu fakat gerizekalılaşmış bir insanım. kekemelik gayet tedavi edilebilir bir şey. benimle dalga geçen tüm çocuklara da kafam girsin.
  • gunden gune de degisiklik gosterir bir seydir bu. an olur "ulan nasil da guzel konusuyorum bee, yuru be!" dersin. hatta bitirme projesinin sunumunu bile yapabilecek gaz vardir sende. ama arkadaslarinda o guveni goremez, yikilirsin. konusmak gereksiz gelir o saniyeden sonra. ya da gun gelir agizdan tek kelime cikabilecek gibi degildir, ama herkes seni konusturmanin bir yolunu bulur. sadece birebir degil, topluluga da ayni sekilde. hocan soru sorar, laf anlatman gereken tipler olur, belli olmaz. aksilik bu ya, kasilir kalirsin ardindan kizarirsin, kelimelerin cikacagini sanarak daha da zorlar, siniftan izin alark cikmak istersin, izin alirken hic bir sey olmaz ama. rahatlikla izin alirsin. en acisi sevdigine sevdigini bir seferde soyleyemezsin, kesik kesik soylersin, kulagina bir sey fisildayamazsin, sessiz konusayim derken sesin biraz yuksek cikiverir, kulaginin dibinde bagirirsiniz. bunula beraber insanlar çok rahalikla soylediginizde bir seyleri inadina anlamazlar, takilarak soyleyince dikkat mi ediyorlardir bilinmez ama, ne zaman bir cumleyi sorunsuz getirsen bir daha sorarlar 2. defa hic bir zaman ayni rahatlikta soylenemez. anlik duygusal cikislarin da sebebidir kekemelik. olmadik seylerden olmadik anlamlar cikartacak alinganlik olusmustur. cocuklarin acimasizligini tattirmistir kekemelik. yorucudur, bir o kadar da sinir bozucu. dersi, ya da herhangi bir seyi birakip buraya uzun uzun yazdırır da. zaman zaman hic bir seyden zevk almaz duruma getirir. istedigini istedigin sekilde ifade edememek yipratir, bogar... gozyaslari dursa daha da yazdirir ama her sey bir yere kadar...
  • bir tur odun dedektoru. cevrenizdeki insanlarin siz konusurkenki yuz ifadelerinden odunluk seviyeleri anlasilabilir
hesabın var mı? giriş yap