aynı isimdeki diğer başlıklar:
  • geçen gün yine kar yağıyor, biz dışarıda taksi bekliyoruz. baya iri taneler halinde yağıyor. hepimiz gözlerimizi gökyüzüne dikmişiz. çok güzel manzara. benim ağzım da açık, böyle arada kar yakalamaya çalışıyorum. arkadaşlarım benden utanıyor. durup biri şey dedi, bu kar tanelerinin her biri farklıymış, hiçbiri diğerine benzemezmiş. hımhım. sonra öbürü, evet dedi, yağarken de birbirine değmezmiş hiç. sonra ben de, yeryüzüne her birini bir melek indiriyormuş dedim. oha amma attın, dediler. gülüp alay ettiler. sen yürüyerek gel, dediler.

    ulan dedim, sanki sizin söyledikleriniz çok mantıklı da bi benimki uçuk! hayret bişi yea...

    buraya bi melek mi düşmüş? :/
  • bir ahmet muhip dıranas şiiri.
    bu şiiri önce dıranas'ın kendi sesinden, sonrasında bu şiire dergide tesadüf edip çarpılan cemal süreya'dan ve son olarak yaşayan en büyük şairlerimizden olan ismet özel'den dinleyeceğiz. ancak önce şu notu düşmeli:

    benim açımdan sanırım modern türk şiirimizdeki en iyi üç beş şiirden biridir. o kadar önemli ve iyi bir şiirdir ki, ekşi'de aratırken parantez içinde "kar (şiir)" adıyla ayrıca başlık açılmayı hak edecek kudrettedir. şiirin güzelliği ve önemi hakkında pek çok gerekçe sıralanabilir ama bir hece şiirinde bu derece başarılı imgelere pek alışkın değiliz. cemal süreya'nın deyimiyle, "bu şiir türk şiirini şarkılaştırır"; musiki seviyesi o derece yüksektir. süreya ise, bir şiir ne kadar iyi okunabilirse o derece iyi okumuştur!

    cemal süreya'nın sesinden
    ismet özel'in sesinden
    kendi sesinden sesinden

    kar

    kardır yağan üstümüze geceden,
    yağmurlu, karanlık bir düşünceden,
    ormanın uğultusuyla birlikte
    ve dörtnala, dümdüz bir mavilikte
    kar yağıyor üstümüze inceden

    sesin nerde kaldı, her günkü sesin,
    unutulmuş güzel şarkılar için
    bu kar gecesinde uzaktan, yoldan
    rüzgâr gibi tâ eski anadolu'dan
    sesin nerde kaldı? kar içindesin!

    ne sabahtır bu mavilik, ne akşam!
    uyandırmayın beni uyanamam.
    kaybolmuş sevdiklerimiz aşkına,
    allah aşkına, gök, deniz aşkına
    yağsın kar üstümüze buram buram

    buğulandıkça yüzü her aynanın
    beyaz dokusunda bu saf rüyanın
    göğe uzanır -tek, tenha- bir kamış
    sırf unutmak için, unutmak ey kış!
    büyük yalnızlığını dünyanın
  • ki$ mevsiminde havadan dokulen beyaz tanecikler. bunlar yerde yeterince birikemezlerse "bugun de kar tutmadi be hanim" denir.
  • son zamanlarda iyiden iyiye artan nefret edenler, hele ki kendisinden "beyaz kabus" diye söz edenlere inat; mübarektir kar, yağmalıdır. okulları tatil etmeli, maçları iptal etmelidir hatta. bizler de evlerimizde lambanın ışığından onun yoğunluğunu görmeye çalışmalı, evden çıkamamalı, evde yeterli yiyecek var mı diye dolaplarımızı yoklamalıyız. dışarı çıkınca üşümeli, zorlukla yürümeliyiz. yağmalıdır kar. yağmalı...
  • cemal sureya'nin ezberlesinler diye baskalarinin defterlerine bile yazdigi, ahmet muhip diranas'in siiridir, kar. bunca yildir tamami yazilmamis, hayret.

    "kardır yağan üstümüze geceden,
    yağmurlu, karanllık bir düşünceden,
    ormanın uğultusuyla birlikte
    ve dörtnala, dümdüz bir mavilikte
    kar yağıyor üstümüze inceden

    sesin nerde kaldı, her günkü sesin,
    unutulmuş güzel şarkılar için
    bu kar gecesinde uzaktan, yoldan
    rüzgâr gibi tâ eski anadolu'dan
    sesin nerde kaldı? kar içindesin!

    ne sabahtır bu mavilik, ne akşam!
    uyandırmayın beni uyanamam.
    kaybolmuş sevdiklerimiz aşkına,
    allah aşkına, gök, deniz aşkına
    yağsın kar üstümüze buram buram

    buğulandıkça yüzü her aynanın
    beyaz dokusunda bu saf rüyanın
    göğe uzanır -tek, tenha- bir kamış
    sırf unutmak için, unutmak ey kış!
    büyük yalnızlığını dünyanın."
  • bulutlarda bulunan su buharının soğukla kristalleşmesi ile oluşan yağış türü.

    şu anda dışarıda tipi şeklinde yağıyor, arabalar patinaj yapıyor; az önce şirket arabasını zar zor çıkardılar, herkesin elinde kürek kar kürüyor. ana caddeler açık, önceki yıllardaki gibi yürümek zorunda kalmayacağız gibi görünüyor, hayatı olumsuz etkilediği bir gerçek. ortalıkta hiç hayvan görmedim, ne kedi ne köpek bir yerlere sığınmış olmalarını umuyorum. sokakta yaşayanların sıcak yerlere alındığı haberlerini izledim dün, umarım herkese ulaşılabilmiştir.

    kar kış zor, edebiyatta, sanatta bile sonu ve ölümü temsil ediyor. babam "sıcaktan zarar gelmez" derdi, bütün bu zorluklar düşünülünce doğru önerme. yine de; kar topu oynamak, kardan adam yapmak eğlenceli, kuraklık, yer altı suları ve tarım arazileri için elzem. üstelik romantik*.

    ben entyryi bitirene kadar güneş açtı, kar topluyor derler bakalım göreceğiz.
  • galiba okuduklarım arasında orhan pamuk'un en kötü romanı (cevdet bey, sessiz ev, beyaz kale, benim adım kırmızı). beğenmediğim çok fazla şey var, beğendiğim az.. işin kötüsü anlatabileceğimden emin değilim, yine de deneyeyim.

    1 - biçim (ya da biçem, doğrusu nedir bilmiyorum) eleştirisiyle başlayayım. öncelikle kullandığı dille başlayalım. yalnız şunu belirtmem lazım ki kitapta en beğenmediğim şey bu olsa bile pamuk'u en az eleştirebileceğim şey olarak bunu görüyorum. çünkü pamuk bu hatada tek değil, bütün türk edebiyatçılar aynı hatadan muzdarip. hiç bi türk romanında hiç bi karakter türkçe konuşmaz. trt türkçesinden bile düzgün ve ağdalı, sanki önceden yazılmış ve ezberlenmiş replikler döktürürler (bu konuda, eğer harcayacak bolca zamanınız varsa genel ve çok uzun bi eleştirimi okumanızı rica edebilirim (bkz: türk sinema ve edebiyatında diyalog sorunu). ama çok uzun uyarmadı demeyin).

    dostoyevski için bi eleştiri vardı, onun karakterleri hep aynı şekilde konuşurlar derlerdi. pamuk'un karakterleri aynı şekilde konuşmaktan öte sanki aynı şekilde düşünen insanlar bile oluyor çoğu zaman. ama yabancılar bunun farkına varamıyorlar tabii.. çünkü onlar pamuk'u türkçe okumuyorlar, ingilizce çevirilerden okuyorlar ve bu hata birden yok oluyor o çevirilerde. çünkü ingilizcede (almanca'da da aynı yapı var) cümle kurmak o kadar kolay ki, basit ve eğitimsiz bi kapıcı bile o bir paragraflık cümleleri hatasız şekilde kurup konuşabiliyor oralarda. o yüzden pamuk'un çevirilerinde bi hata göremiyorlar.

    diyaloglarda buna verecek örnek çok fazla ama nedense aklıma hep şu örnek geliyor, "islam hakkında tek bildiğim anthony quinn'in başrolünü oynadığı çağrı filminden ibaret".. anthony quinn'in başrolünü oynadığı.. kim der bunu konuşurken lan kim? kim sürekli cümlelerin içine yan cümlecikler koyup öyle konuşur türkiye'de.. "dün thriller albümüyle patlama yapan michael jackson'ın kasedini aldım" ile bu cümle arasında hiç bi fark yok.

    pamuk, diyaloglar dışındaki yerlerde çoğu zaman kantarın topuzunu kaçırıyor, çünkü bu ağdalı cümleleri ifrada kaçırıyor. çoğu yerde cümlenin başını okuduktan sonra yan cümleler girdiğinde cümleyi kaybettiğim için önce cümlenin sonuna bakıp nasıl bittiğini okuyup sonra cümlenin içini okudum (bunu çok yaptım) ama işte ingilizceden okuyanlar bu zahmete hiç girmeden aynen böyle okudukları için zorlanmamışlardır. önce ana cümlenin tamamını okuduktan sonra yan cümleleri okuyarak paragrafı bitirirler. ingilizceyle türkçe temelden farklı kardeşim.

    bunun en can acıtıcı örneği kitapta eğitim görevlisini vuran islamcı ile eğitimci arasındaki diyalog. bu diyaloğun, hocanın vurulmasıyla sonlanacağını bildiğiniz için çok kötü bi ruh haliyle okuyorsunuz burayı, ve bu bölüm kitabın kesinlikle en vurucu yeri. kaçınılmaz ve üzücü sonu bilerek, islamcı gerizekalıya (karakter gerçekten de gerizekalı, yoksa islamcı olduğu için gerizekalı demedim) aşırı derecede sinirlenerek, bin beter bi ruh haliyle o diyaloglarını okuyorsunuz. burada pamuk bi sürü islamcıyla önceden konuşmuş ve onların saçma, komik, aptalca laflarını not etmiş bunu görüyoruz. çünkü o islamcı katil sürekli bu saçma lafları söylüyor. ama işte tam kendimizi kaptırmışken birden benim diyen edebiyat profesörünün kuramayacağı kadar mükemmel ve uzun bi cümleyi kurunca anında yabancılaşıyorsunuz okuduğunuz şeye.. o birikimsiz adamdan yanlış cümleler bekliyorsunuz, türkçeyi bu kadar iyi kullanmaması gerektiğini biliyorsunuz.. ve o müthiş vurucu sahne asıl ölümcül darbeyi bu salak ağdalı cümlelerden alıyor en fazla..

    2 - pamuk'un edebiyat ve felsefe dışında hiç bi şey bilmemesi en çok bu kitabında göze battı. hiç bi şey bilmiyor pamuk ve bu bilgisizliği yüzünden ufak bi iki teknik hata yapmıyor, bu hatalar üstüne bütün romanı inşa ediyor ve katlanılmaz bi paradoks çıkıyor ortaya. çünkü bu kitap pamuk'un gerçek hayatı anlattığı kitabı, günümüzde geçen siyasi arka planlı bi hikaye bu, ama ancak masal diyarlarında yaşanabilecek şeyler oluyor. bunu anlatamayacağım galiba, neyse ufak teknik hatalardan başlayayım o zaman önce..

    kadife'nin tiyatro sahnesinde başını açmasını tv hileleriyle altedebileceklerini söylüyor pamuk. biri kadife'nin başına elini uzatacak, ama sonra kadife yerine başkasının başı açılacak. yalnız işin saçmalığı şurda, ka "canlı yayın hileleriyle" bunu yapacaklarını söylüyor.. canlı yayın hilesi??? lan tam tersine ortada bi hile olmadığını kanıtlamak için canlı yayın yapılmaz mı.. bi hile olmadığını göstermek için tek kamerayla kesintisiz çekim yapılmaz mı.. ki kars tv'unun tek canlı yayın kamerası var, kesintisiz tek bi plan çekecekler. bi an kadife'nin suratı, bi an başkasının arkası nasıl çekilecek.. banttan olsa anlarız yapılabilir ama canlı yayın lan bu.. mümkünatı yok ki.. ve bu mümkünsüzlüğü ka kadife'yle ve lacivert'le yapacağı pazarlıkta önemli bi koz olarak kullanıyor. saçmalık.

    necip bi bilimkurgu hikayesi yazmış güya.. ama hikayenin içinde sadece bi "ışınlanma" lafı geçiyor o kadar. bilimle tek alakası bu.. bilimkurgu hikayesi değil o, binbir gece masallarından bi bölüm gibi.. ha denebilir ki burada suç pamuk'un değil, karakteri necip'indir fakat bu yazıda daha çok belirteceğim gibi bu karakterlerin yanlışları, aptallıkları hiç de pamuk'un (ya da ka'nın) eleştirilerine maruz kalmıyor, tam tersine yüceltiliyorlar. yani necip'in bu saçma hikayesi gerçekten bilimkurguymuş gibi sunuluyor..

    bu teknik eksiklikler sadece bu bi iki basit örnekte kalsalar sorun değildi ama kitabın içinde sürekli tartışılan iki konunun, ateizm ve islam'ın, bi ayağı kırık bi tartışma olmasına yol açıyor. pamuk ateist felsefeden neredeyse tamamen habersiz. ateizmi de din gibi felsefi bi akımdan öte görmüyor, ateistlerin çoğunun pozitivist olduğunu bilmiyor, ya da biliyorsa bile ne düşündüklerini tahayyül edemiyor. ateizmi sadece dinin karşısında basit bi "inkar ve boşvermişlik" felsefesi olarak görüyor. bu yüzden ateizm ve din tartışmalarında hep dindarlar galip geliyor, ka allah'a inanmaya başlıyor, eski solcuların neredeyse hepsi müslüman oluyor falan filan..

    oysa sadece şu sözlükte de gördüğüm üzere ateistler bilimden, pozitivizmden temel alarak dine karşı geliyorlar. ateizmi sadece basit ve şakkadanak vazgeçilebilecek bi felsefi düşünceden ibaret görmüyor ateistler. ama pamuk ateizmi buna indirgiyor, o yüzden daha güzel felsefe yapan dindarlar ateizmi her daim mağlup edebiliyorlar. ateistler içlerinde inanılmaz büyük bi boşluk ve nihilist mutsuzluk yaşarken islam onlara mutluluk seçeneği sunarak onları çevirebiliyor. kitaba trol entry'si gibi derken boş yere atmadım yani..

    tahminimden uzun yazacakmışım.. sonrasına sonra devam edeceğim.
  • kâr. (fa.)
    1. iş güç, şugl u sanat; kazanç, temettu, sûd; cenk.
    "" anlamı öndedir.

    (bkz: kâr ü bar)* (bkz: kisb ü kâr)
    (bkz: kâr-âgâh) (bkz: kâr-dân)*
    (bkz: kâr-azmûde) (bkz: kâr-dîde)*
    (bkz: kâr-fermâ)*
    (bkz: kâr-gâh)*
    (bkz: kâr-ger)*
    (bkz: kâr-gîr)* bundan bozulmuş olarak (bkz: kâgir)
    (bkz: kâr-güzâr)*
    (bkz: kâr-perdâz)*
    (bkz: kâr-perverd)*
    (bkz: kâr-sâz)*
    (bkz: kâr-şinas)*
    (bkz: kâr-zâr)*
    *
  • yagiyorsa eger, bilin ki nuri bilge ceylan yeni filmini cekiyor...
  • kar,

    her seferinde, evsizleri, barksızları, yol işçilerini, yoksulları düşünerek üzüldüğüm, ama seyrine doyamadığım doğa hadisesi. ömrüm boyunca yarım yamalak tek egoizmim, itiraf ediyorum.

    antakyalıyım, güneyin en uç doğuya komşu memleketim. kışları ara sıra amanos dağlarından kopup gelen şimal rüzgarlarının şefkatinden pembeleşen yanaklarımda hissettiğim soğuktan başka soğuk tanımamışım.

    istanbula ilk geldiğim yıldı. orta üç talebesi bir göçmen. ürkek, şaşkın. denizi tanırdım ama, bizim oraları uçsuz bucaksız deniz, bakarsın uzaklara yine deniz. istanbulun denizi iki yakalı, camileri çok minareli, çok şerefeli.

    mahmut paşa ortaokuluna başladım. 3. sınıf. sultanahmette oturuyorum, okul eve yakın gibi, ama bir antakyalı için gurbet sanki. yeni gelmişim kıyaefetim güneyli. bir pantolon bir ceket, bir de o günlerin mecburi kasketi. aylar geçti. mevsim kış, aylardan ocak. kaçıncı dersti, hangi gündü hatırlamıyorum, nöbetçiyim. kocaman bahçede minnacık ben. ne oldu anlamadım, biraz soğuktu ama o kadar değildi. gök yüzü biraz karanlık gibiydi. karanlığa inat beyaz mı beyaz bir şeyler düşmeye başladı. önce kelebek gibi titrek ve tek. sonra hızlanmaya başladı beyaz. şaşkındım ve yalnızdım. kar yağıyor dedim, kar. başladım koşmaya, kovalamaya. yüzüme, gözüme giriyordu beyaz taneler, soğuktu ama aldıran kim. ben koşuyorum o yağıyor. çok geçmedi yerler örtüldü. örtüldükçe kabardı bahçe sanki.
    antakyada hallaçlar vardı. baharda gelir yatak, yorgan, yastık ne varsa; pamuk, yün atardı. bahçemiz kabar kabar yün ve pamuk. okulumun bahçesi tıpkı öyleydi şimdi. teneffüs zili çaldı, çocuklar benim gibi heyecanlı, bağırış, çağırış. dersler bitti, akşam zili, eve yolculuk. ceket pantolon ıslak, şapka ağır mı ağı beyaz yükü. arkadaşımla hem yürüyoruz, hemde kar savaşları, eller pancar kırmızısı, burun desen hissiz bir çıkıntı. eve kadar nefes nefese. kapı önüne geldim, sucuk gibi olmuşum, ıslak ve soğuk. giriş katında komşu kızı perdede, ilk aşkım, kıkır gülüyor halime. gel diyorum, gelmiyor, kar devam ediyor.
hesabın var mı? giriş yap