• --- spoiler ---

    rte'nin belediye başkanı seçilmesinden üç gün sonra, mevlut'un bozacılık yaparken hayatında ilk defa soyulması gibi bir tesadüfü de barındırır.

    edit: hırsızlar baba oğuldur...
    --- spoiler ---
  • orhan pamuk'un sadık okurlarını bir kenara itip herkese hitap etme gayesinin masumiyet müzesi sonrasındaki ikinci adımı.

    maalesef ama maalesef bu da olmamış diyorum. bir yazar, artık bu derece ünlenmesine ve dahası iyice zenginleşmesine rağmen kendi ayak izleriyle oluşturduğu patikasını bir yana bırakıp neden herkesin yürüdüğü geniş caddelere adım atmaya kalkışır ki? yoksa nobel alana kadar mıydı tüm o bulmacalarla, arayışlarla, göndermelerle dolu romanlar? peki artık gittikçe yaşlanmanın verdiği tedirginle sıradan okurlarla arayı bulmak için mi şu son iki düz roman? insan cidden anlam veremiyor.

    önce genel hatlarıyla bir bakalım. roman, bir postmodern roman yöntemi olan zamandizimsel bir sıra izlemeden başlıyor. daha ilk cümlelerinden pamuk'un epik bir roman yazmaya çalıştığını anlıyoruz : "asyanın en batısı", "dünyanın başkenti" , "bozacı mevlut'un hikayesi", "puslu bir göl" gibi halk edebiyatında sıklıkla kullanılan klişe betimlemeler art arda sıralanıyor. zaten romanın başında aile soy ağacının verilmesi de bunun küçük bir göstergesi. yüzyıllık yalnızlık, buddenbrook ailesi gibi epik romanlarda sıklıkla kullanılan bir yöntem bu. gabriel garcia marquez'in yüzyıllık yalnızlık adlı romanında bu soy kütüğünün verilmesi gayet normaldi. çünkü yanlış hatırlamıyorsam aynı isme sahip onlarca karakter vardı romanda. burada ise toplasan o kadar karakter yok. thomas mann'ın buddenbrook ailesi ise tam bir karakter yığını. yani bu iki roman için bu yöntem anlaşılabilir. ama kafamda bir tuhaflık için bildiğin sırıtıyor. bu, okuru üç-beş karakteri aklında tutamayacak kadar gerizekalı yerine koymak olarak da yorumlanabilir. bir de romanın sonuna konulmuş karakter dizini var ama ona girmek bile istemiyorum.

    bozanın ne olduğunu açıklamaya giriştiği cümleler ise, akla bir beyaz balina avını konu edinen moby dick romanında, hikayeyi bir kenara itip sık sık balıkçılık terimlerini anlatmaya kalkan herman melville 'i getiriyor. hatta cem yayınevi kendince "gereksiz" gördüğü bu bölümleri keserek iki farklı basımını yapmıştı romanın. tuğla gibi olan roman, sonraki baskısında neredeyse yarı yarıya kısalmıştı. ancak pamuk'un yaptığı okuru uyarmak olarak algılanabilir. elimizde gerçek değil kurmaca bir metin olduğunu ve her şeyi uydurduğunu ima ediyor. yine postmodernizmin klasik bir yöntemi.

    pamuk'un bu romanda yapmaya çalıştığı bir başka şey de istanbul, türkiye ve hatta dünyanın yirminci yüzyıl profilini çizmek sanki. zira roman boyunca, türkiye ve dünyanın hemen hemen tüm karanlık geçmişine az ya da çok bir şekilde değiniyor. ama çoğuna da oldukça yüzeysel değiniyor:

    -60 darbesi
    -71 darbesi
    -adnan menderes'in idamı
    - 6-7 eylül olayları
    -varlık vergisi
    -sağ sol çatışmaları
    -maraş katliamı
    -80 darbesi
    -dincilerin ve cemaatlerin yükselişi
    -sivas katliamı
    -erdoğanın belediye başkanlığı
    -gölcük depremi
    -falkland savaşı
    -bosna savaşı
    -çernobil faciası
    -11 eylül
    -ak parti ikdidarı

    zaten bu temel problemlerin çoğunun, kahramanımızın televizyon izlerken haberlerden duyması gibi basit ve sığ bir yöntemle verilişi yüzeyselliğin çok net bir göstergesi olabilir. pamuk ilgili röportajında romanı oldukça kısalttığını belirtmişti. belki de bu bölümlerden bazıları kahramanların öyküleriyle ilişkilendirilerek verilecekti bilemiyoruz. ama bu haliyle romanda kalabalık etmekten başka işlevleri yok. pamuk'a siyasi yazamıyor diye eleştiriler gelmişti. bu kez de bokunu çıkartmış resmen.

    bir diğer sorun da abartma sanatı. orhan pamuk sürekli abartmalara başvurmuş. mesela :

    "bütün midyeciler mardinli"
    "bütün fırıncılar rizeli"
    "sabaha kadar seviştiler"
    "sabaha kadar mektup yazdılar"
    "bütün gece 31 çekti"

    yahu kimse sabaha kadar 31 çekmez. istese de çekemez. çekenin hali ortada : (bkz: 42 kez masturbasyon yaparak olen brezilyali)

    romanın en çarpıcı ve bence en etkili yanı çoklu perspektifin kullanılış biçimi. çoklu perspektifte genellikle aynı olay ya da süreç, farklı bilinçlerin/farklı karakterlerin diliyle okura sunulur. kanımca en başarılısı william faulkner'ın ses ve öfke adlı romanında yapılmıştı. pamuk da bu yöntemi daha ilk romanı cevdet bey ve oğulları'ndan itibaren benim adım kırmızı'da zirveye ulaşacak biçimde birçok romanında kullanmıştı. ancak bu romanda çoklu perspektifin kullanılış biçimi biraz farklı. burada farklı bilinçler süreci tekrar etmekten ziyade sürdürmekle görevlidir. öykünün akışına dahildirler. bunun güzel yanı şu ki okurda merak unsurunu had safhaya çıkarıyor. ancak romanda her şeyi bilen tanrı-yazar da iş başındadır. yani her iki anlatım yöntemi yan yana verilmiştir. hatta bu farklı bilinçler, "okurlar bilmeli ki" benzeri araya girmelerle bu yapıtın bir kurmacadan ibaret olduğunu okuyucuya sık sık hatırlatırlar.

    romandaki en güçlü karakter olarak karşımıza ne mevlut ne de rayiha çıkar. özgüveni yüksek, kararlı ve otoriter yapısıyla samiha bence romanın en güçlü çizilmiş kişisi. başkarakter mevlut dahil, diğerlerinin pek de başarılı işlendiğini düşünmüyorum. tabi kar romanı hariç hemen hemen tüm orhan pamuk romanlarının gizli başkarakteri istanbul, burada da arka plana hakim konumda. ancak pamuk'un bu yapıtının diğer romanlarından farkı, bu kez istanbul'un varoşlarını anlatmasıdır. üstelik oldukça etkileyici ve derinlikli araştırmaların ürünü olduğu bariz detaylarla istanbul'un yükselişi ve düşüşü anlatılıyor. sanırım orhan pamuk'un en iyi yaptığı şeylerden biri bu.

    daha üstünde durulacak çok yanı mevcut. kitabı okurken tuttuğum daha birçok not var ama gece gece bu kadar yeter, yoruldum. son olarak kitapta hoşuma giden iki alıntıyla bitireyim:

    "leylekler döndü, ağustos bitti"
    "toplumların hayatını belirleyen önemli şeyler insanların birbirlerine benzeyen yanlarından değil, benzemeyen yanlarından çıkıyordu"
  • daha yayınlanmadı ama bir kitapevine girip de bu kitabı sormak enteresan bir hal alabilir.

    -merhabalar
    +buyrun
    -kafamda bir tuhaflık var mı?
    +valla iyi görünüyorsunuz bence.
    -yok, orhan pamuk'un yeni kitabını kastetmiştim.
    +ha o mu? hemen arkanızda.
  • hayatinda tek bir şey dahi üretmeyen ya da ürettiğini zanneden güruhlar tarafindan saçma sapan eleştirilere maruz kalacak bir roman daha. kalemini elinden birakmamiş bir fikir emekçisinin müzede aldiği para da kitaptan aldiği para da nobel de helal olsun.siz kıçı kırık aklınızla anca facebookta adama laf çakmaya çalişin.he canim haklisin.
  • okuma yazma bilen, biraz da kitap okumaya gönlü olan, başta "orhan pamuk mu, postmodern roman mı aman benden uzak olsun"cular olmak üzere, her kesimden insan evladının rahatlıkla okuyup anlayabileceği dahası kendi yaşamına ve yakın geçmişine dair izler bulabileceği, kafası oldukça net bir roman.

    ülkemizdeki lümpen kültürün son kırk yıldaki yükselişini ve lümpen proletarya'nın iktidarları forse eder hale gelişini, bazen belgesel bilgi tadında anlatan, bazen de sebep-sonuç arasındaki ilişkileri yorumlamasıyla, sosyal hayatın tarihine kaynaklık etmeye soyunan kült bir roman. içinde biraz aşk, biraz mizah, biraz masumiyet, biraz çakallık, bolca boza ve 31 barındırması da cabası.

    peki nedir bu lümpen? sen kimsin jakoben!

    şimdi marxengels'i filan hiç karıştırmadan, kendi anladığımız şekilde, yöresel biçimde ifade etmeye çalışalım. bu köylü kesimi yok mu? hani milletin efendisi olan, fakir fukara kesimi? he işte onlar şehre inince, bilhassa büyük şehre, bir zaman sonra lümpen ünvanını alıyorlar. bu noktada öncelikle altını çizeyim, kimse de benim köylümü aşağıladığım gibi bir anlam çıkarmasın, vallahi daş olursunuz! zira benim köylü arkadaşlarım da var. şaka lan şaka, bizatihi kendim ben köylüyüm.

    şimdi olay şu, hökümetler yıllar boyunca, benim emekçi köylümün doğduğu yerde doymasını sağlayacak tedbirleri alamamışlar, doğru dürüst bir toprak reformu yapamamışlar, tarımı ve hayvancılığı üretici temelinden desteklememişler, bilinçli bir köylü sınıfının oluşmasına tahammül gösterememişler (bkz: köy enstitülerinin kapatılması), kırsala eğitim-sağlık-elektrik-su-sulama-ulaşım-ziraat hizmetlerini vakitlice götürememişler. bakın bu köylü insanının sorunları sene 2015 olmuş hala da çözülmüş değil, söz temsil: sen manavdan domatın kilosunu beş liraya alıyorsun ya, varsan baksan o tarlada domatın kasasını üç liraya zar zor satıyordur. e ne olacak o vakit? daş mı yiyecek bu köylü?

    kuşkusuz bu insanlar, bir umuttur, belki bir iş sahibi oluruz, hiç olmazsa çoluk çocuk okur, deyip, taşı toprağı altın şehire gelip yerleşecek. böyle böyle kentin etrafını gecekondular, çirkin apartmanlar; içini de seyyar satıcılar, ara kültürden insanlar dolduracak.

    içinde bulunduğu toplumun kültürüne yabancı düşen bu insanlar, sözde bilgili tutum ve davranışlarıyla, ahlak ve eğlence anlayışlarıyla, kronik mazlum edebiyatı uyanıklıklarıyla, gerçekte kent soylu olanlar tarafında zamanla itici olarak görülmeye başlamışlardır.

    çakal siyasetçiler ise bu lümpen yapıyı sözde her daim desteklemişler, gecekondularına tapu vermişler, çarpık yapılaşmalarına göz yummuşlar, gıda-yakacak yardımı gibi çeşitli sübvansiyonlarla onları kendilerine minnettar hale getirmişlerdir. bu lümpen kültürle sıkı sıkıya bağ kurmanın en önemli çimentosu da hiç kuşkusuz onlara dini argümanlarla seslenmektir. elbette tüm bunlar kendilerine, oy olarak ve sorgusuz sualsiz biat olarak geri dönmüştür.

    bakınız cemaati müslümin, bu yoz siyaset yeni bir şey değildir, kökeni ta roma imparatorluğuna değin dayanmaktadır: "roma'daki lümpenleşmiş proleter sınıf hiçbir iş yapmayan, roma meydanlarında yarı çıplak yatan, kimi zaman dilencilik yapan, imparatorluğun subvansiyonlarıyla ayakta kalan bir sınıftı. imparatorluğun bunları beslemesinin tek sebebi, onların ordu için asker sağlamalarından başka bir şey değildi." marx, lümpen proleter sınıfın devrim için bir motivasyonları olmadığını söyler. zira sınıf bilinci geliştirmedikleri için bu kesim devrime katkıdan ziyade tehlike oluşturur. çünkü var olan sistem gündelik yaşantılarını devam ettirmeleri için zorunludur.

    hal böyle olunca, demokrasiyi de en kıt tanımıyla "çoğunluğun dediği olur olmuyorsa allahın dediği olur" biçiminde algılamaktan utanmayan siyasi iktidar, kendi çıkarları doğrultusunda rahatlıkla at oynatır hale gelebilmektedir. siyaset bilimci ahmet taner kışlalı'nın bir sözü var: "demokratik ve özgürlükçü bir toplum, daima bilinçli, küçük bir aydın kesimin insanüstü gayretleriyle inşa edilir ve yarı cahil, yoz kesimlerin çok büyük bir ittifak içinde vardıkları fikir birliği ile yok edilir." (bkz: nazi almanya'sı)

    işte benim sevgili roman okuru arkadaşım, kafamda bir tuhaflık'ı okuduğun zaman türkiye'nin neden böyle olması sorusuna da bir anlamda yanıt bulmuş olacaksın. günlük çıkarlarından gözü kör olmuş insanların kurduğu bir iktidarın, memleketi göz göre göre, günden güne nasıl da karanlık yarınlara sürükleyebildiğini fark edeceksin. olmadı samiha'nın gözlerini, rayiha'nın poposunu düşünüp 31 çeker, üstüne de bir bardak boza içersin.

    yazara not: -senin ağzına ağzına alkışlıim orhan pambik, eline sağlık, beline kuvvet reis.
  • orhan abimizin geleneği bozmayıp bir şekilde otuz bir bahsinde bulunmayı pas geçmediği romanı.
  • şurdaki röportajına göre en iyi romanı olacakmış. hatta başyapıtı sayılan kara kitap'ı (bence en iyisi benim adım kırmızı) sollayacakmış.

    oğlum yapmayın böyle şeyler. beklentiyi bu derece yükseltmeyin. bizi heyecana ve türlü türlü triplere sokmayın. tabi belki de bu bir pazarlama stratejisi. bilemeyiz. ama unutulmamalı ki beklenti yükseldikçe alınan haz azalır. çünkü şaşkınlık da azalır. tabi bu benim şahsi görüşüm. ayrıca pamuk röportajda müthiş bir tespit de yapıyor:

    "ülkeler modernleştikçe kendilerine ilişkin unuttukları şeyleri yeniden keşfederler. eskiden utandıkları, ilgilenmedikleri, “bırak canım bunlar pis şeyler, osmanlı’dan kalma boza ne yahu, rakı varken?” gibi şeyler... ama zenginleşince, kimliğimizi kaybettiğimiz endişesi bize yavaş yavaş gelir. geçmişle ilgilenme ihtiyacı modernliğin elimizden kimliğimizi alıp, bizi kişiliksiz bırakmasıyla ilgilidir"
  • ben normalde orhan pamuk kitaplarını çıktığı ilk günden alırdım. hem de sabahın en erken saatlerinde. çalışanlarla beraber kartondan çıkardığım vardır. bu kitap çıktığında gidip ilk günden almadım, biraz erteledim. okumaya başladığımda o kadar çok sevdim ki bu geleneği bozduğum için tuhaf bir suçluluk duydum.

    baştan sona zarif bir roman. bana iyimser yeşilçam filmlerini hatırlattı. zaten ben iyimser yeşilçam filmlerini de çok severim.

    rayiha, füsun ile birlikte en sevdiğim orhan pamuk karakterlerinden oldu.

    pamuk'un karanlık ve kederli romanlarından hoşlanmamış herkes bu kitabı çok sever. daha önce bi orhan pamuk kitabı okumaya kalkışmış ve başarısız olmuş kişiler bu kitaba bir şans versin bence.

    ben de kara kitap'ı, yeni hayat'ı çok severim. ama bir yazarın zirve kitaplarını ele alıp yazdığı herşeyi onlara göre eleştirmek bence kitap okumaya görev gözüyle bakan, herşeyde anlam arayan ruhsuzların işi. bazen insan bir kitabı içindeki tek bir cümleden, tek bir karakterin iyimserliğinden, sadece kitabın ruhundan dolayı çok sevebilir.

    özlemişim. orhan pamuk iyi ki var.
  • orhan pamuk beğenmemek neden prim yapıyor anlam veremiyorum, türkçe yazan ve hala hayatta olan daha iyi bir yazar aklıma gelmiyor.

    bu kitap da başarılıdır, okunmalıdır.

    edit: yaşar kemal'e ayıp etmişiz.
  • bu roman gerçekten çok mu etkileyici yoksa ben mi çok fazla etkilendim bilmiyorum ama diyeceğim şu ki fazla iyi bir roman.

    bir de size tavsiyem, romanın sonunu toplum içinde bir yerlerde okumayın. mesela ben az önce vapurda bitirdim romanı ve yaşla dolan gözlerimi çaktırmadan silmeye çalışıyorum.

    mevlut ve rayiha'yı ben hiç unutmayacağım... sadece birer roman kahramanı değildir mevlut ve rayiha. gerçektir, istanbul'dadır, yaşamışlardır. gelip geçerler yanımızdan, hayatımızdan her gün. bazısını hor görürüz, bazısından nefret ederiz, bazısına acırız, bazısına saygı duyariz, bazısını da sever bazılarımız... ama çok zor farkederiz onları. zor anlarız yaşadıkları hayatı.

    öyle işte... bu alemde en çok sevdiğiyle yaşasın herkes ömrünün sonuna kadar.
hesabın var mı? giriş yap