• jouissance tam olarak çevrilemeyen bir kelimedir. haz ve zevk kelimeleri buna benzer olmakla beraber cinsellik içerdikleri için aynı anlama gelmezler. cinsellikle alakası olmayan hazdır.
    lacan buna örnek olarak acı çekmekten haz alan kadınları ya da münzevileri göstermiştir. bunun türkiye uygulaması kadın semazenlerin tanıklıklarıdır. baş dönmesini yenip, ibadet ederken ulaştıklarını söyledikleri huzur ve doyum jouissance için güzel bir örnektir.
  • bu kavramı objet petit a'ya uğramadan açıklamaya çalışmak mümkün değildir. jouissance aynı anda yaşanan haz ve acıdır, lacan'ın türettiği bir kavramdır ve çok da doğrudur. hatta bana sorarsanız insan olmanın getirisi veya götürüsüdür nereden baktığınıza göre.

    bunu bir örnekle ifade etmek çok daha uygun olacak. sonra teknik açıklamasına geçeriz. küçük bir çocukken istediğiniz oyuncağın sizin hayalinizdeki hali ile gerçekteki hali birbirinden bağımsızdır ve bunu o oyuncağı almadan önce bilemezsiniz. sizin hayalinizde o oyuncak tır çeşitli yerlerinden buhar çıkartan, kırmızı kasası hiç solmayacak, arkadaşlarınızın ayılıp bayılarak bakacakları bir oyuncaktır. ancak binbir zahmet ile aldırdığınız oyuncağın kutusunu açıp oynamaya başladığınız zaman bu hayaller gerçekler ile yüzleşerek kırılır. evet isteğiniz olmuştur, elde etmişsinizdir ama elde ettiğiniz şey hayalinizdeki şey değildir.

    bunu oyuncak haricindeki diğer şeylere de uyarlayabilirsiniz, eşyalar, insanlar, kadınlar, erkekler... insanoğlu bir şeyi arzuladığında ister istemez hayal kurmaya başlar ve bu hayal objet petit a'dır, aynadaki akistir. hem erişilebilir derecede yakın, hem de erişilmesi imkansız bir şeydir bu. ve hayal beraberinde gerçekteki nesnede olmayan bir mükemmelleştirmeyi de beraberinde getirir ve bu nesne baudrillardcı bağlamda bir simülasyon haline gelir. dolayısıyla arzunuza konu olan nesneyi elde ettiğinizde bundan haz duyarsınız, zira elde etmişsinizdir, ama bu hazzın arkasında her zaman bir acı da bulunur, çünkü elde ettiğiniz şey hayal ettiğiniz şey değildir.
  • fransızca kökenli jouissance kavramı gerek türkçe'de gerek diğer dillerde, karşılanması oldukça zor bir psikanalitik terimdir. bu zorluğun nedeni, zizek'in tuncay birkan tarafından türkçe'ye kazandırılmış olan bir eserinin sonunda yer alan psikanalitik terimler sözlüğünde gayet güzel izah edilmiş: "ingilizce'ye bliss ve son zamanlarda da enjoyment olarak çevrilse de, çoğu kez bu terimler jouissance'ın anlamını tam olarak karşılamakta yetersiz kaldığı için, terim ingilizce metinlerde de zaman zaman fransızca olarak bırakılır.

    jouir kökü, fransızca'da argo/cinsel bir anlamdan ('boşalmak'), hukuki bir anlam kadar (jouir de droit=haktan istifade etmek) geniş bir yelpazeyi kapsar. jouissance lacan'ın freud'un "haz ilkesinin" ötesine yerleştirdiği bir kavramdır. freud'da haz (lust) bedensel/ruhsal bir gerilimin boşalmasından ibarettir...

    dolayısıyla haz, bir tatmin ve rahatlama duygusuyla birlikte anılmalıdır. oysa jouissance basit bir tatminin
    ötesinde, bir 'dürtü tatmini'dir, dolayısıyla imkansızdır... haz, benliğin/tinin iç dengesini kurmaya/korumaya yöneliktir; jouissance ise bu dengeyi daima bozarak 'haz ilkesinin ötesine' geçer.
  • tözsel olmayan bir tözdür. levinas ve derrida'da kökenin kökeni olan iz'in (trace) paradoksal karakterine sahiptir. lacan artık yeni sokrates olarak felsefenin kaderini tam da bu nokta üzerinden değiştirmiştir. jouissance'ın hazdan farkı hazzın tatmininin mümkün olması, jouissance'ın doyurulmasının ve sona ermesinin ise yaşam sürecince imkânsız olmasıdır. çünkü jouissance gerçekten doğar ve gerçek imkânsızdır. gerçeğin imkânsız olmasının sebebiyse, imkânlar alanının hayali (imajiner) olana ait olmasıdır. gerçek tektir ve onda imkânlar aramak, bir kutunun içinde çaresizce dolaşıp o kutuyu aramaya benzer.

    jouissance, deleuze'ün anlamın mantığı'nda bahsettiği ideal oyundur aslında. böyle bir oyunu oynamak teknik olarak mümkün değildir. zira, ideal bir oyun kant'ın 3. kritik olan yargı gücünün eleştirisi'nde bahsettiği şu meşhur yetiler arasındaki serbest oyununa benzer. akışkan, pürüzsüz bir yüzey (espace lisse) yaratır. tamamen rastlantısaldır ve kazanıp kaybedeni olmaz. oysa herhangi bir oyunun, yani belirli kurallara göre oynanan ve kazanıp kaybedenin bulunduğu bir oyunun karakteri çalışmaya benzer. hegelci diyalektik ideal oyunun kuralı değil, herhangi bir oyunun kuralını bize sunar. çünkü, efendi ve kölenin ilişkisi çalışma üzerinden şekillenmiştir.

    çalışma, haz, herhangi bir oyun ve en nihayetinde diyalektik... bunların hiç biri jouissance'la aynı düzeyde olamaz. jouissance, oyunun kurallarının her isteyen tarafından her zaman ve sınırsızca değiştirilebildiği, borges'in babil piyangosuna benzer. oyunu sınırlarına kadar götürmek anlamına gelir. haz ilkesinin ötesindedir, çünkü onun işaret ettiği, gösterdiği tek bir kavram, yani gösterilen (signifié) bulunur. o da ölüm.

    gösterileni (signifié) ölüm olan göstergenin (signe) hiçbir göstereni (signifiant) bulunmaz. joussance'ın göstereni hiçbir zaman doldurulamayacak boş bir kase (la case vide) gibidir. hiçbir materyel, hangi cisme işaret edersek edelim bu göstereni dolduramaz. haz da aslında bu yüzden jouissance sağlamaz. daha ziyade, jouissance hiç bir hazzın tam ve nihai bir tatmin getirmemesine yol açmakla beraber sürekli o hazzın talep edilmesini de alttan alta işleyen makinanın faaliyetinin adıdır.
  • barthes'a göre, insanı delip geçen, bedensel bir hazdır. alışılagelen kalıpların verdiği hazdan farklıdır, bastırılanı ortaya çıkarır. barthes, camera lucida'da, punctum kavramını da benzer bir hissi tanımlamak için kullanmıştır.
  • jacques lacan'ın ortaya koyduğu psikanaliz terimi.

    literatürde pek çok ve sofistike tanımlar olmakla birlikte öznel deneyim aracılığıyla daha kolay anlaşılacak bir terim olduğu söylenebilir. örneğin bu başlıkta daha önce yazıldığı gibi, küçük bir çocuğun istediği oyuncağın zihindeki hâli ile gerçekteki hâli birbirinden farklıdır ancak oyuncak elde edilmeden önce bu ayrım bilinemez. arzu edilen hayal gerçeğe dönüştüğünde bu farklılık nedeniyle birazcık hayal kırıklığı hissedilir. işte jouissance, arzu nesnesine duyulan hazla birlikte oluşan hüsran, frustration hissidir. insan pek çok nesne için arzu hisseder fakat bu his kökeni bilinçaltına uzanan bir derinlikte olduğunda objet petit a olarak tanımlanır.

    arzu, büyüklüğü kişiye göre değişen öznel bir deneyimdir. dolayısıyla herkes farklı seviyelerde jouissance hisseder. bu durumun boşluk hissi yaşayan kişilerde daha şiddetli ortaya çıktığını düşünüyorum çünkü boşluk arzu nesnesi ile dolduğunda bazen kişiliğin dağılımı bile deneyimlenir. leyla'sını arzu eden mecnun'un hâli böyledir. jouissance bu kapsamda tanrının bir göstergesi olarak ortaya çıkar çünkü mecnun leyla'yı gördüğünde yaşadığı frustration nedeniyle cisim olan leyla'yı tanıyamaz. çünkü mecnun'un zihninde oluşan arzu nesnesine ait imaj ilahi bir nitelik kazanmıştır.

    kierkegaard'ın regine olsen'den ayrılma nedeni tam olarak bu his olsa gerek; çünkü kierkegaard şöyle yazmıştır: 'arzu nesneniz - yani sizin için bütün dünyanın anlamı - dünyada erişilmez hâle gelince tanrı'da barınır.'
  • "olduğu haliyle cinsel ilişkinin olanaksızlığını kaplayan nokta işte bu adını andığımızdır. cinsel olduğu sürece jouissance falliktir; yani olduğu haliyle öteki ile ilişkili değildir."

    (bkz: jacques lacan)
    (bkz: yine/hâlâ)
  • psikanalizin temel projelerinden bir tanesini hazzı arzuya dönüştürmek olarak belirtiyordu adam phillips. insan bir haz deposu, hasan ali toptaş'ın anlatısına ismini veren "bin hüzünlü haz"daki kadar çok. haz hem çok hem de hüzünlü bir şey bu başlıktan anladığıma göre. ve aslında jouissance böyle bir şey: hüzünlü haz ya da çok haz ya da çok hüzün. edebiyatçılar her zaman daha iyi ifade ediyor bence bunu: bin hüzünlü haz= jouissance.

    haz neden hüzünlü olsun ki? aslında her haz hüzünlü değil elbette. mesela sevişirken orgazma yakın olan noktada da büyük bir gerginlik artışı ve patlamaya hazır bir haz var ama bu bizi hüzünlü yapmıyor. çünkü burada bir öteki var. hazzımızı içine almaya hazır bir partnerimiz, bir kabımız var, arzumuzun nesnesi var. en ideale yakın durumda haz ve arzu birbirini besliyor bu ilişkide. sevdiğimiz kişiyi arzuluyoruz ve arzuladığımız kişinin uyandırdığı hazzı boşaltıyoruz. ama bu jouissance değil, arzulama. (arzuyla aşk aynı şey mi ya da aşkın içinde ne kadar jouissance var soruları yazıyı çok uzatır ama aşk arzudan ziyade jouissance a yakın bir şey bence)

    jouissance ise arzunun görünmeyecek denli diplerde seyrettiği bir varoluş halindeki hazzın ifadesi. bu durumda kişi kendi hazzının sularında arzusunu boğmuş oluyor. jouissance kabaran bir deniz gibi, arzu ise zavallı bir teknecik suya batmak üzere olan. peki bu nasıl oluyor? lacan'a göre önemli olan şey bedensel olanın toplumsal dünyaya kaydolmasının gerekliliği, arzu daima ötekinin dolayımından geçmek zorunda, arzumuzu toplumsalın devresine sokmak zorundayız. yoksa imgesel (hayali) bir dünyada takılı kalır ve sesimizi duyacak bir ötekinin yokluğunda tüm gerginliklerimiz, arayışlarımız, ifade etme biçimlerimiz giderek içimize dönerek arzuyu kaybettirir ve haz şeklinde kabarır.

    bu yukarıdaki içe kapanma halinde bile bir öteki var ama o kadar kayıp bir öteki ki artık onu sadece semptom biçiminde anımsayabiliyoruz. yani toplumsalın dolayımını yitirdi isek daha erken evrelerde bir örnek bulup (sonuçta dünyaya tek başımıza gelmedik, hep bir ilişkimiz vardı bizi doğuranlarla) ona tutunuyoruz. kişi her zaman bir ötekinin arayışında oluyor aslında. dışarıda bir şey bulamadığında içine dönüp annesinin ya da babasının şu ya da bu özelliğine tutunuyor, onu semptom haline getiriyor.

    darian leader'ın "jouissance " isimli kitabında bir örnek var. analizanlarından bir tanesi kolunu o kadar kaşıyor ki derisi ısınıyor, hatta yaralar oluşmaya başlıyor. ve bu kadının eyleminin ardındaki motivasyon ölmüş babası tabutta yatarken onun koluna dokunması ve babasının kolunun buz gibi soğuk olduğunu hissetmesi. bundan sonra babasıyla kurduğu ilişki "kolunu ısıt" gibi bir semptoma dönüşüyor. burada hem acılı, hem de haz veren, jouissance a örnek teşkil edebilecek bir durum var. yani jouissance'ı uzaklarda aramamıza gerek yok, "bunu niye mal gibi tekrarlayıp duruyorum!" diye kendinize kızdığınız şeyleri gözden geçirirseniz orada jouissance'ı göreceksiniz. bunu yapıyoruz çünkü haz veriyor. otoerotik gibi görünüyor bu haz ama aslında ilişki kuramadığımız bir ötekiyle, bizim için ölü bir ötekiyle o salak eylem sayesinde ilişki kuruyoruz. yani bunun bir getirisi var kişiye. örnekteki o kadının belki de babasına söyleyemediği çok şey vardı, belki de kurulamamış bir ilişki olduğu için yas tutması da zorlaşıp o sanki ölmemişcesine semptoma dönüştürmüştü yokluğun inkarı olarak.

    işte psikanalitik süreçte de bunu dönüştürmeye çalışıyor analizan-analist çifti. bir parça haz kaybedilince arzuya bir parça mesafe açılıyor. o ana kadar kapalı devre şeklinde işleyen hazzımı anlatmaya başladığımda artık o hazzı bir başkası da bilmeye başlıyor, yani kapalı devre özelliğini yitirmeye başlıyor. aslında benim için en özel olan, bende haz yaratan kişilerden (anne babalarımızla başlayan) ayrılma süreci analiz. bunu yapabilmek için analistin hazsız olması, hiçleşmesi gerekiyor elbette. psikanalistlerin analizden geçme zorunlulukları da kendi hazlarını tüketme zorunluluğundan geliyor analist olmadan önce. analitik bir kulakla dinlemek, nötr oalrak dinlemek hazsız dinlemek demek olabilir.

    hazzı tüketmeye ihtiyacımız var eğer arzulayabilen özneler olmak, kendi okyanuslarımızda boğulmamak istiyorsak. üretmemiz, dönüştürmemiz, toplumsal dünyaya vermemiz, doğurmamız, döllememiz, ekmemiz, biçmemiz gerekiyor yaşamak için. çünkü bu jouissance isminin havalı oluşunun tam tersi yönde çok tehlikeli bir birikim. eğer arzuya dönüşerek akış kanallarını bulamazsa semptomlar olarak boşalmaya, nedenini anlamadığımız huzursuzluklara, dönüp dönüp aynı belalara bulaşmamıza ve sonunda da depresyona ve türlü hastalıklara yol açabilecek denli şiddetli bir şey jouissance. edebiyat, sinema ve diğer sanatlar jouissance ile dolu, akış yolunu sanatta bularak boşalan jouissance. bu durumda sanatçı jouissance'ını bir araç haline getirip onunla oynuyor ("enjoy your symptom" diye klişeleşen şey, lacan'ın james joyce'u ayakta tutan şey olarak gördüğü "sinthome"), onu toplumsal olmayan düzlemde, imgesel düzlemde düzenliyor ve bir hediye/sevgi nesnesi /eser olarak toplumsal dünyaya geri veriyor. bana kalırsa yolların en sağlıklısı değil ama önemli olan bu üretim faaliyeti ve hazzın boşalması. ve zaten ortaya çıkan şeyleri okuyup izlemek de harika bir zevk.

    lacan bu jouissance olayını aşırı karmaşık ifade ediyor çünkü kendisinin muhatabı amatör okurlar değil diğer psikanalistler aslında, haliyle bir retoriğin içinde saklayıp barok bir üslupla cismanileştirmekte beis görmüyor(kendi açısından haklı çünkü jouissance taşlaşmış bir haz birikimi olduğu için akışkan bir dille ifade etmekten ziyade barok bir üslupla betimliyor). onun yerine adam phillips'in "kaçırdıklarımız"ını ya da darian leader'ın jouissance isimli kitabını (bu henüz çevrilmedi) okumak daha anlaşılır bir zemin sağlayabilir.
  • jacques lacan'ın iki temel psikanaliz kavramından biri(diğeri ise objet petit a). bireysel belleğimden yola çıkarak, oldukça değerli bulduğum duygulanım çeşididir. libido'dan farkı, frusturasyonu da içinde barındırmasıdır. lacan'ın simgesel dünyasında olduğumuzu unutmadan söyleyelim, "baba'nın yasası"ndan ziyade ,"anne" olan boşlukta deneyimlenen frusturasyon; bilincin kurulumunda çarpıklaşmaya yol açmaktadır. ideal nesnenin çöküşü, "baba'nın yasası" ile özdeşleşmekten daha tehlikeli. aynadaki yansıma yavaşça çatlıyor...

    ed: tr karakter.
  • zevk ya da acı olarak hissedilen aşırı heyecan.
    (bkz: darian leader)
    (bkz: kadınlar neden yazdıkları her mektubu göndermezler)
hesabın var mı? giriş yap