• lyndon johnson'ın, türkiye'nin kıbrıs'a olası çıkarma yapma girişimini durdurmak için, ismet inönu'ye gönderdiği mektup.

    içeriği, türkiye'nin nato üyesi bir ülke olan yunanistan ile arasında gerilim yarattığı takdirde, sscb'nin türkiye'ye yönelik olası bir işgali karşısında, nato'nun bu işgale müdahalede çekimser davranabileceği uyarısı idi. ayrıca, böyle bir girişimde amerikan silahlarının kullanılamayacağı da belirtiliyordu.

    bu mektup, türkiye'de çok büyük tepki ile karşılanmış ve inönü tarihi "yeni bir dünya kurulur ve türkiye bu dünyada yerini alır" cümlesini sarfederek, abd'nin restini gördüğünü açıklamıştır. bu dönemde gerçekten de türkiye'nin sscb ile ilişkileri güçlenmeye başlamış, abd ile olan ilişkiler tarihteki en kötü seviyeye inmiştir. bununla beraber inönü de koltuğundan olmuştur.
  • 1) türkiye, garanti antlaşmasını tam işletmeden adaya müdahale kararı almıştır. türkiye henüz müdahale hakkını kullanamaz.
    2) türkiye tarafından kıbrıs'a yapılacak askeri bir müdahale, kendisini sovyetler birliği ile bir çatışma durumuna sokabilir. türkiye, nato'lu müttefiklerine danışmadan, onların "rıza ve onayını" almadan böyle bir harekete giriştiğine göre, acaba nato'nun türkiye'yi savunma yükümlülüğü var mıdır? türkiye bu noktayı herhalde düşünmedi.
    3) türkiye ile amerika arasında mevcut 12 temmuz 1947 tarihli yardım antlaşmasının 4. maddesine göre, türkiye amerika'nın vermiş olduğu silahları kıbrıs'a müdahalede kullanamaz. çünkü bu silahlar türkiye'ye savunma amacı ile verilmiştir(3).
    4) ayrıntılı görüşmeler için türkiye başbakanı washington'a giderse, başkan johnson bundan memnun olacaktır.

    cevap

    1) mektubun "gerek yazılış tarzı, gerek içeriği", amerika'nın türkiye gibi bir müttefiki için "hayal kırıcı" olmuştur.
    2) bu son teşebbüs ile, 1963 sonundan beri kıbrıs'a askeri müdahale ihtiyacı dördüncüdür(6). ve türkiye bu işin başından beri amerika ile danışma halinde bulunmuştur.
    3) kıbrıs rum hükümeti açıkça silahlanmaya başlamış, anayasa dışı faaliyetlere girişmiş, türklere karşı "zulmünü" artırmış ve bütün bunlar yunanistan tarafından, kendisinin imzaladığı milletlerarası antlaşmalara aykırı olduğu halde, desteklenmiş, lakin türkiye'nin bütün uyarmalarına rağmen amerika bir şey yapmamıştır.
    4) birbirine karşı antlaşmalardan doğan zorunluluklarını, yükümlülüklerini istediği zaman reddeden devletler arasında bir ittifaktan söz edilebilir mi?
    5) "nato müttefiklerinden herhangi birine yapılacak saldırı, saldırgan tarafından doğal olarak daima haklı gösterilmeye çalışılacaktır. nato'nun bünyesin saldırganın iddialarına kapılacak kadar zayıf ise, gerçekten tedaviye muhtaç demektir."
    6) türkiye'nin anlayışına göre, nato, saldırıya uğrayan bir üyeye derhal yardımı mecburi kılmaktadır. üyelerin takdirine bırakılan husus, yardımın mahiyeti ve genişliğidir.
  • 1964 haziran’ında kıbrıs’taki türk toplumuna yönelik saldırıları önlemek amacı ve garantör devlet sıfatıyla adaya müdahale kararı almıştı. bu karar üzerine, abd başkanı johnson’un, dönemin başbakanı ismet inönü’ye yolladığı 5 haziran 1964 tarihli mesaj “johnson mektubu” olarak bilinir.

    bir ultimatom niteliğindeki johnson mektubunda, türkiye'nin böyle bir karardan önce abd'ye danışması gerektiği, meşru kabul edilmeyen bu müdahaleden sonra sovyetler birliği saldıracak olursa nato’nun türkiye’ye yardım etmeyeceği ve abd’nin türkiye’ye verdiği silahların böyle bir müdahalede kullanılmasına izin vermeyeceği bildiriliyordu. johnson mektubu üzerine türkiye kıbrıs’a müdahaleden vazgeçti. gerçekte, kara ve denizden gerçekleştirilecek böyle bir müdahale için askeri olanaklar da yeterli değildi.

    türkiye-abd ilişkilerinin gerçek yüzünü sergileyen johnson mektubu kamuoyunda abd aleyhtarı, bağımsızlıkçı tepkileri güçlendirdi. varlığı ilk günden beri bilinen ancak kamuoyuna resmen açıklanmayan mektubun tam metni 1966 yılında yayınlandı.
  • kıbrıs'ta rumlar azıtınca ismet inönü müdahale kararı vermişti. ama bunu biraz göz korkutmak için yaptığı söyleniyor zira o sırada türkiye'nin askeri gücü bir çıkarma yapabilecek seviyede değildi. böyle zayıf bi halde kıbrıs'a yapılacak bi çıkarmada çok büyük kayıplar verileceği barizdi. inönü bu kararından kendi caymış gözükmek istemediği için, türkiye zayıf olduğu için değil de birileri onu durdurduğu için bu müdahaleden vazgeçmiş olmak istedi. bunu yapacak devlet de tabiki amerikaydı. ve inönü amerikanın bu işe karışmasının türkiye'nin menfaatine olacağını düşünerek amerikanın bu kararı engelleyeceğini bile bile amerika büyükelçisine bir gün sonra kıbrısa müdahale edeceğini bildirir. tabii washington'dan hemen johnson mektubu olarak bilinen uyarı gelir. inönü böyle bi uyarının geleceğini biliyordu fakat bu uyarı mektubu olağan bir diplomatik belgeden çok daha ağır bir dille yazılmıştı. ve ne inönü ne de amerikalı diplomatlar böyle sert bir uyarı beklemiyordu. niye böyle bir dil kullanıldığı da hala bilinmez ama bu mektup yüzünden ozamanlar amerika'yla ilişikilerin bir nebze olsun bozulduğu ve sscb ile hafif bi yakınlaşma olduğu da bir gerçektir.
    tabii amerika işini iyi bildiği için, sıkışınca türkiye bizim böyle büyük müttefikimiz, ortadoğudaki şöyle güçlü ortağımız falan filan diyip, biraz da para yollayarak bizimkileri şişirip tekrar kendi yanına çekmeyi rahatlıkla başarmıştır.
  • bir hipoteze göre de inönü böyle bir mektubu alacağını bile bile adımlarını atmıştı. böylelikle halktan gelen kıbrıs'a müdahale baskısıyla, ordunun teknik eksiklikleri ikilemini aşmaya çalışmıştır. aşmıştır da aslında. kendisine bir on yıl kadar zaman kazandırmıştır. ordunun amfibik teknik ihtiyaçları karşılanmıştır bu süre zarfında.
  • mektubu özeti:

    sevgili ismet inönü,

    o size verdiğimiz silahları kullanarak kıbrısa asker çıkaramazsınız. hadi çıktınız, ambargoya boğarız.

    öptüm.

    johnson
  • bu mektubu ilk yayınlayan gazeteci cüneyt arcayürek'tir. mektup ise şöyledir;

    sayın bay başbakan,

    türkiye hükümetinin, kıbrıs'ın bir kısmının askeri kuvvetle işgal etmek üzere müdahalede bulunmaya karar vermeyi tasarladığı hakkında büyükelçi hare vasıtasıyla sizden ve dışişleri bakanınızdan aldığım haber beni ciddi surette endişeye sevk etmektedir. en dostane ve açık şekilde belirtmek isterim ki geniş çapta neticeler tevlit edebilecek böyle bir hareketin türkiye tarafından takip edilmesini, hükümetinizin bizimle evvelden tam bir istişarede bulunmak hususundaki taahhüdü ile kabili telif addetmiyorum. büyükelçi hare, görüşlerimi öğrenmek üzere birkaç saat tehir etmiş olduğunuzu bana bildirdi.

    yıllar boyu türkiye'yi en sağlam şekilde desteklediğini ispat etmiş olan amerika gibi bir müttefikin, bu şekilde neticeleri olan tek taraflı bir kararla karşı karşıya bırakılmasının, hükümetiniz bakımından doğru olduğuna hakikaten inanıp inanmadığınızı sizden sorarım. binaenaleyh, böyle bir harekete tevessül etmeden önce birleşik amerika devletleri ile tam istişarede bulunmak mesuliyetini kabul etmenizi hassaten rica etmek mecburiyetindeyim.

    1960 tarihli garanti antlaşması ahkamı gereğince böyle bir müdahalenin caiz olduğu kanaatinde bulunduğunuz intibaındayım. bununla beraber türkiye'nin mutasavver müdahalesinin, garanti antlaşması tarafından sarahaten men edilen bir hal sureti olan takvimi gerçekleştirme gayesine matuf olacağı yolundaki anlayışımıza dikkatinizi çekmek zorundayım. ayrıca, söz konusu antlaşma teminatçı devletler arasında istişareyi gerektirmektedir.. birleşik amerika bu durumda, tek taraflı harekete geçine hakkının henüz kabili telif olmadığı kanaatindedir.
    diğer taraftan, bay başbakan, nato vecibelerine de dikkat nazarınızı celp etmek mecburiyetindeyim. kıbrıs'a vaki bir türk müdahalesinin türk-yunan kuvvetleri arasında askeri bir çatışmaya müncer olacağı hususunda zihninizde en ufak bir tereddüt olmamalıdır. dışişleri bakanı rusk, lahey'de yapılan son nato bakanlar konseyi toplantısında, türkiye ile yunanistan arasında bir harbin "kelimenin tam manasıyla düşünülemez" olarak telakki edilmesi gerektiğini beyan etmişti. nato'ya iltihak esası icabı olarak, nato memleketlerinin birbirleriyle harp etmeyeceklerini kabul etmek demektir. almanya ve fransa nato'da müttefik olmakla yüzyıllık husumet ve düşmanlıklarını gömmüşlerdir; aynı şeyin yunanistan ve türkiye'den de beklenmesi gerekir. ayrıca, türkiye tarafından kıbrıs'a yapılacak askeri bir müdahale sovyetler birliği'nin meseleye doğrudan doğruya karışmasına yol açabilir. nato müttefiklerinizin tam rıza ve muvafakatleri olmadan türkiye'nin girişeceği bir hareket neticesinde ortaya çıkacak bir sovyet müdahalesine karşı türkiye'yi müdafaa etmek mükellefiyetleri olup olmadığını müzakere etmek fırsatını bulmamış olduklarını takdir buyuracağınız kanaatindeyim.

    diğer taraftan bay başbakan, bir birleşmiş milletler üyesi olarak türkiye'nin vecibeleri dolayısıyla da endişe duymaktayım. birleşmiş milletler ada'da sulhu korumak için kuvvet temin etmiştir. bu kuvvetlerin vazifesi zor olmuştur, fakat geçen son birkaç hafta zarfında, ada'daki şiddet hareketlerinin azaltılmasına tedrici bir şekilde muvaffak olmuşlardır. birleşmiş milletler arabulucusu henüz işini bitirmemiştir.. hiç şüphem yok ki, birleşmiş milletler üyelerinin çoğunluğu, birleşmiş milletler gayretlerini baltalayacak olan ve bu zor meseleye birleşmiş milletler tarafından makbul ve barışçı bir hal tarzı bulunmasına yardım edebilecek herhangi bir ümidi yıkacak olan türkiye'nin tek taraflı hareketine en sert şekilde tepki gösterecektir.

    aynı zamanda, bay başkan, askeri yardım sahasında türkiye ve birleşik devletler arasında mevcut iki taraflı anlaşma'ya dikkatinizi çekmek isterim. türkiye ile aramızda mevcut temmuz 1947 anlaşmasının 4'üncü maddesi mucibince, askeri yardımın veriliş maksatlarından gayrı gayelerde kullanılması için hükümetinizin, birleşik devletlerin muvafakatini alması icap etmektedir. hükümetiniz, bu şartı tamamen anlamış bulunduğunu muhtelif vesilelerle birleşik devletlere bildirmiştir. mevcut şartlar tahtında türkiye'nin kıbrıs'a yapacağı bir müdahalede amerika tarafından temin edilmiş olan askeri malzemenin kullanılmasına birleşik devletlerin muvafakat etmeyeceğini samimiyetimle ifade etmek isterim.

    mutasavver türk hareketinin fiili neticelerine gelince, böyle bir hareketin kıbrıs adası üzerinde on binlerce kıbrıslı türk'ün katledilmesine yol açabileceği keyfiyetine en dostane bir şekilde dikkatinizi çekmek mecburiyetini hissediyorum. tarafınızdan böyle bir harekete tevessül edilmesi, infiali mucip olacak ve girişeceğiniz askeri hareketin himaye etmeye çalıştığınız kimselerin pek çoğunun imhasını önlemeye yeter derecede müessir olması imkânsız olacaktır. birleşmiş milletler kuvvetlerinin mevcudiyeti böyle bir faciayı önleyemez.

    sözlerimi pek fazla sert bulabilir ve bizim kıbrıs meselesinde türkiye'nin ilgisine karşı bigane olduğumuzu düşünebilirsiniz. durumun böyle olmadığını size temin ederim. gerek alenen gerek hususi olarak, kıbrıs türklerinin emniyetini sağlamakta ve kıbrıs meselesinin nihai hal tarzının konuyla doğrudan doğruya ilgili tarafların rızasına dayanması hususu üzerinde ısrar etmekte gayret gösterdik. amerika birleşik devletleri'nin sizin lehinize yeter derecede faaliyet sarf etmediği hissini taşımanız mümkündür.

    fakat herhalde bilirsiniz ki politikamız atina'da en sert şekilde infiale yol açmış (bizim aleyhimize orada nümayişler yapılmış) ve amerika birleşik devletleri ile başpiskopos makarios arasında esaslı bir uzaklaşma husule getirilmiştir. daha birkaç hafta önce yaptığımız görüşme sırasında dışişleri bakanınıza da söylediğim gibi, türkiye ile olan münasebetlerimize çok büyük değer veriyoruz. sizi kendisiyle temel ortak menfaatlerimiz olan büyük bir müttefik telakki etmişizdir. sizin güvenlik ve refahınız amerika halkı için ciddi bir alaka mevzuu olagelmiş ve bu alakamız en pratik şekillerde ifadesini bulmuştur. biz ve siz, komünist dünyasının ihtiraslarına karşı koymak üzere birlikte dövüştük. bu tesanüt bizim için büyük bir mana ifade etmektedir. hükümetiniz ve halkınız için de aynı derecede bir mana taşıdığını ümit ederim. kıbrıs'la ilgili olarak türk cemaatini tehlikeye maruz bırakacak herhangi bir hal tarzını desteklemeyi düşünmüyoruz. nihai çözüm yolu bulmaya muvaffak olamadık, zira bunun dünyadaki en girift meselelerden biri olduğu aşikârdır. fakat türkiye ve kıbrıslı türklerin menfaatleri konusunda ciddi şekilde alakadar olduğumuz ve alakadar kalacağımız hususunda sizi temin etmek isterim.

    nihayet bay başbakan, en ciddi meseleyi, harp mı, sulh mu meselesini vazetmiş bulunuyorsunuz. bu meseleler türkiye ve birleşik devletler arasındaki iki taraflı münasebetlerin çok ötesinde giden meselelerdir. bunlar, sadece türkiye ve yunanistan arasında bir harbi muhakkak olarak tevlit etmekle kalmayacak, fakat kıbrıs'a tek taraflı bir müdahalenin doğuracağı, önceden kestirilemeyen neticeler sebebiyle, daha geniş çapta muhasemata yol açabilecektir. sizin türkiye hükümeti'nin başbakanı olarak mesuliyetiniz var, benim de birleşik amerika başkanı olarak mesuliyetim mevcuttur. bu sebeple, en dostane şekilde size şunu bildirmek isterim ki, bizimle yeniden ve en geniş ölçüde istişare etmeksizin böyle bir harekete tevessül etmeyeceğinize dair bana teminat vermediğiniz takdirde, meselenin gizli utulması hususunda büyükelçi hare'e vaki talebinizi kabul etmeyecek ve nato konseyi ile birleşmiş milletler güvenlik konseyi'nin acilen toplantıya çağrılmasını istemek mecburiyetinde kalacağım.

    bu mesele hakkında sizinle şahsen görüşebilmemizin mümkün olmasını isterdim. mateessüf, mevcut anayasa hükümlerimizin icabı dolayısıyla, birleşik amerika'dan ayrılamamaktayım.

    teferruatlı müzakereler için siz buraya gelebilirseniz, bunu memnuniyetle karşılarım. genel barış ve kıbrıs meselesinin aklıselimle ve sulh yoluyla halli hususunda sizinle benim çok ağır mesuliyet taşımakta olduğumuzu hissediyorum. bu itibarla aramızda en geniş ve en samimi istişarelerde bulununcaya kadar sizin ve meslektaşlarınızın tasarladığınız kararı geri bırakmanızı rica ederim.

    hürmetlerimle
    lyndon b. jonhnson

    kaynak: http://www.akintarih.com/…tubu/johnson_mektubu.html
  • anavatanından çok uzakta savaşı galip bitirmiş ekonomi canavarı amerika'nın ve yükselmekte olan sovyet ideolojisinin berlin'de karşılaşıp kutuplaşmaya derhal başladığı dönemlerde, yani 1945 civarlarında avrupa'nın düşünebildiği tek bir şey vardı: kendini toparlamak ve bunu başarabilmek için gerekli finansmanı sağlamak. bunu yapabilecek yegane güç elbette amerikaydı ve bunu da hayır zekat olsun diye değil kutuplaşmaya başlayan avrupayı kendi yanına çekmek ve demir perdeden kurtarabildiği kadar toprak kurtarmak için yapacaktı elbette...

    işte adına marshall yardımları denen bu yardımlar, kıta avrupasını ve bilumum bitap ülkeyi toparlamak için akmaya başlamış, savaşa fiilen olmasa da ismen giren türkiye'de zaten hiç parlak olmayan ekonomisi nedeniyle atlamıştı bu yardımlara (türkiye'nin ilk 5 yıldızlı oteli olan istanbul hilton da bu yardımlarla yapılmıştı çok lazımmış gibi).

    evet, işte türkiye'nin amerika'ya bağımlı olmasının ilk adımları bu yardımlarla atılmıştır. yardımları tatlı tatlı yerken ve amerika'nın mükemmel bir müttefik olduğunu düşünürken elbette kimsenin aklında amerikanın herşeyi çıkarları için yapacağı gerçeği yoktu. bu nasıl bir saflık ve nasıl bir körlüktür? yani soğuk savaşın en dondurucu zamanlarında bizi füze rampası olarak kullanan, hiçbir lokal-genel kararında fikrimizi sormayan bir "müttefiğimiz" vardı.

    neyse konu çok dağıldı, sonuç olarak kıbrıs'ta eoka türkleri keserken türkiye'nin buna müdahele etme arzusunun önüne johnson mektubu ile geçmişti amerika.. sattığı silahları kullanamayacağımızı ve müdahale durumunda yaptırımlar olacağı konusunda açık açık bizi tehdit etmişlerdi.

    amerika, bizi çıkarları kadar müttefik görmekte, bize yaptığı yardımlar kadar da boyunduruğu altında görmekteydi. haksız da değildi, türkiye haksız mıydı? amerika'ya yanaşmayıp da ne yapacaktı diye sorarsanız türkiye de haklıydı tabi ki..

    sonuç olarak bu mektup sayesinde türkiye "büyük müttefik ve büyük dost amerika" rüyasından uyandı, gerçekleri görmeye başladı, adımlarını biraz daha usturuplu attı...
  • mektup sonrası anti amerikancılık zirve yapmışken johnson mektubuyla tokatlanan inönünün seçimlerde şansı yok denecek kadar azdır, ragıp gümüşpala başkanlığındaki adalet partisi seçimlerin gözdesidir, seçim sathına girilmişken ortaköydeki lido otelde ragıp gümüşpala ani bir kalp kriziyle vefat eder ve eisenhower bursuyla türkiyede ilk defa amerikada eğitim görme şansına kâbil olan süleyman demirel adalet partisinin başına geçer seçimlerden sonra başbakanlık koltuğuna oturur. aynı süleyman demirel'in turgut özal'ın ani kalp krizi sonrası cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturduğunu da dipnot olarak ekleyelim.

    edit: parti ismiyle ilgili düzeltme için @tahirius a teşekkür ederim.
  • bir ülke diplomatik olarak nasıl tehdit edilir sorusunun cevabını çok güzel verir. uluslararası ilişkiler konusunda ders verenler bu mektuptan bahsetmiyorlarsa eksik bir eğitim veriyorlar. giriş, gelişme ve sonuç olarak da mükemmel bir kurguya sahip. hele sonundaki ben gelir sana yüzyüze anlatırdım ama biliyorsun burda da işler karışık; sen gel de anlaşalım kısmı bence en manidar olan bölüm. mektubun aslı şu şekildedir:

    letter to prime minister inonu from president johnson dated june 5, 1964

    dear mr. prime minister,

    i am gravely concerned by the information which i have had through ambassador hare from you and your foreign minister that the turkish government is contemplating a decision to intervene by military force to occupy a portion of cyprus. i wish to emphasize, in the fullest friendship and frankness, that i do not consider that such a course of action by turkey, fraught with such far reaching consequences, is consistent with the commitment of your government to consult fully in advance with the united states. ambassador hare has indicated that you postponed your decision for a few hours in order to obtain my views. i put to you personally whether you really believe that it is appropriate for your government, in effect, to present an ultimatum to an ally who has demonstrated such staunch support over the years as has the united states for turkey. i must, therefore, first urge you to accept the responsibility for complete consultation with the united states before any such action is taken.

    it is my impression that you believe that such intervention by turkey is permissible under the provisions of the treaty of guarantee of 1960. i must call your attention, however, to our understanding that the proposed intervention by turkey would be for the purpose of supporting an attempt by turkish cypriot leaders to partition the island, a solution which is specifically excluded by the treaty of guarantee. further, that treaty requires consultation among the guarantor powers. it is the view of the united states that the possibilities of such consultation have by no means been exhausted in this situation and that, therefore, the reservation of the right to take unilateral action is not yet applicable.

    i must call to your attention also, mr. prime minister, the obligations of nato. there can be no question in your mind that a turkish intervention in cyprus would lead to a military engagement between turkish and greek forces. secretary of state rusk declared at the recent meeting of the ministerial council of nato in the hague that war between turkey and greece must be considered as "literally unthinkable". adhesion to nato, in its very essence, means that nato countries will not wage war on each other. germany and france have buried centuries of animosity and hostility in becoming nato allies; nothing less can be expected from greece and turkey. furthermore, a military intervention in cyprus by turkey could lead to direct involvement by the soviet union. i hope you will understand that your nato allies have not had a chance to consider whether they have an obligation to protect turkey against the soviet union if turkey takes a step which results in soviet intervention without the full consent and understanding of its nato allies.

    further, mr. prime minister, i am concerned about the obligations of turkey as a member of the united nations. the united nations has provided forces on the island to keep the peace. their task has been difficult but, during the past several weeks, they have been progressively successful in reducing the incidents of violence on that island. the united nations mediator has not yet completed his work. i have no doubt that the general membership of the united nations would react in the strongest terms to unilateral action by turkey which would defy the efforts of the united nations and destroy any prospect that the united nations could assist in obtaining a reasonable and peaceful settlement of this difficult problem.

    i wish also, mr. prime minister, to call your attention to the bilateral agreeement between the united states and turkey in the field of military assistance. under article iv of the agreement with turkey of july 1947, your government is required to obtain united states consent for the use of military assistance for purposes other than those for which such assistance was furnished. your government has on several occasions acknowledged to the united states that you fully understand this condition. i must tell you in all candor that the united states cannot agree to the use of any united states supplied military equipment for a turkish intervention in cyprus under present circumstances.

    moving to the practical results of the contemplated turkish move, i feel obligated to call to your attention in the most friendly fashion that fact that such a turkish move could lead to the slaughter of tens of thousands of turkish cypriots on the island of cyprus. such an action on your part would unleash the furies and there is no way by which military action on your part could be sufficiently effective to prevent wholesale destruction of many of those whom you are trying to protect. the presence of united nations forces could not prevent such a catastrophe.

    you may consider that what i have said is much too severe and that we are disregardful of turkish interests in the cyprus situation. i should like to assure you that this is not the case. we have exerted ourselves both publicly and privately to assure the safety of turkish cypriots and to insist that a final solution of the cyprus problem should rest upon the consent of the parties most directly concerned. it is possible that you feel in ankara that the united states has not been sufficiently active in your behalf. but surely you know that our policy has caused the liveliest resentment in athens (where demonstrations have been aimed against us) and has led to a basic alienation between the united states and archbishop makarios. as i said to your foreign minister in our conversation just a few weeks ago, we value very highly our relations with turkey. we have considered you as a great ally with fundamental common interests. your security and prosperity have been a deep concern of the american people and we have expressed that concern in the most practical terms. you and we have fought together to resist the ambitions of the communist world revolution. this solidarity has meant a great deal to us and i would hope that it means a great deal to your government and to your people. we have no intention of lending any support to any solution of cyprus which endangers the turkish cypriot community. we have not been able to find a final solution because this is, admittedly, one of the most complex problems on earth. but i wish to assure you that we have been deeply concerned about the interests of turkey and of the turkish cypriots and will remain so.

    finally, mr. prime minister, i must tell you that you have posed the gravest issues of war and peace. these are issues which go far beyond the bilateral relations between turkey and the united states. they not only will certainly involve war between turkey and greece but could involve wider hostilities because of the unpredictable consequences which a unilateral intervention in cyprus could produce. you have your responsibilities as chief of the government of turkey; i also have mine as president of the united states. i must, therefore, inform you in the deepest friendship that unless i can have your assurance that you will not take such action without further and fullest consultation i cannot accept your injunction to ambassador hare of secrecy and must immediately ask for emergency meetings of the nato council and of the united nations security council.

    i wish it were possible for us to have a personal discussion of this situation. unfortunately, because of the special circumstances of our present constitutional position, i am not able to leave the united states. if you could come here for a full discussion i would welcome it. i do feel that you and i carry a very heavy responsibility for the general peace and for the possibilities of a sane and peaceful resolution of the cyprus problem. i ask you, therefore, to delay any decisions which you and your colleagues might have-in mind until you and i have had the fullest and frankest consultation.

    sincerely.

    lyndon b. johnson
hesabın var mı? giriş yap