• en başta film hakkında söylenmesi gereken şey, o çok bilinen aksiyon - savaş filmlerinden biri olmadığı. bu tür filmlerin olmazsa olmazı bol bol mermiler, patlayan bombalar, parçalanan binalar, havaya uçan arabalar, kopan eller bacaklar yok burada. jarhead, savaşı kendine temel alan ama savaş üzerinden politik değil toplumsal/bireysel mesajlar vermeyi hedefleyen bir yol çizmiş kendine. zaten american beauty ile bunu pek iyi şekilde başarmış olan sam mendes, burada da başarılı bir anlatım gerçekleştirmiş ( jarhead, her ne kadar bir savaş filmi olsa da söylemek istedikleri american beauty ile tamamen aynı: dışlanmış genç nesil).

    film öncelikle kendi türünden pek çok yapımdan esinlenen karma bi film gibi. içinde black hawk down misali ışık oyunları, saving private ryan tarzı yerden düşe kalka ilerleyen kamera hareketleri içeriyor. konu ise bi tutam all quiet on the western front, bi tutam apocalypse now, biraz fazlaca the thin red line, bol bol da full metal jacket baharatlı. hatta filmin ilk başı neredeyse tam bir full metal jacket yeniden çekimi gibi... sam mendes özellikle full metal jacket ın sertliğini, the thin red line nin de şiirsel anlatımını birbirine karıştırmak istemş ve pek de lezzetli bir iş çıkarmış.

    ama jarhead diğer filmler gibi savaş karşıtı bir söylem peşinde koşmuyor, ya da bunu ayan beyan bir şekilde dile getirmiyor. çünkü savaşa karşı nutuklar atabilecek, onu sorgulayacak karakterleri yok filmin. filmdekiler, amerikanın white trash denilen işe yaramaz, ne parası ne işi ne de doğru düzgün bir aile ilişkisi olan 20 yaşlarında, kendini bir şekilde bir yerlerde ispatlamak isteyen gençler... savaş hakkında bildikleri tek şey öldürmek ve ne anlama geldiğinden bihaber oldukları ''vatan sevgisi'' uğruna birşeyler yapabilmek. vatan sevgisi için savaşmanın ne demek olduğunu ise ancak savaşın acı yüzünü gördükten/göremedikten sonra bilinçli/bilinçsiz bir şekilde aynen all quiet on the western front da olduğu gibi savaş sonrası evlerine döndüklerinde keşfedebiliyorlar.

    ve aslında bu bakımdan film en önemli savaş karşıtı söylemlerden birini de hiç söylemeden/duyurmadan/kaş göz yarmadan gerçekleştiriyor. yüzyıllardır savaşlar, savaşların asıl nedenini bilmeyen ama bunun yanında vatan uğruna/din uğruna/kral uğruna savaşarak ölmenin kutsal olduğuna inanmış binlerce insanın birbirlerini boğazlamasıyla gerçekleşir.(pek az savaş vardır ki tarih boyunca gerçekten dürüst ve onurlu bir nedeni olsun). burada da karakterler neden kuveytlileri korumak zorunda olduklarını bilmiyolar. film içinde ne full metal jacket ın joker i gibi entellektüel biri, ne de the thin red line ın orta sınıftan gelmiş romantik kahramanları var... sadece bir ara birisi petrolden, saddam ın bu kadar silahı nerden bulduğundan bahseder gibi oluyor,ama ülkelerine sonsuz güven içindeki diğer askerler tarafından susturuluyor.

    herhangi bir savaş karşıtı söylem üstlenmeden çok gerçekçi olabilen film aynı zamanda hiç bir çatışma sahnesi göstermeden de çok iyi bir şiddet gösterisi olabilmiş. ama bu silahlardan çıkan, mermilerin neden olduğu maddi bir şiddet değil, askerlerin savaş içinde ve dışında yaşadıklarının, kendi içlerinde yarattığı bir şiddet. şöyle ki filmde ki tüm karakterler itilmiş ve dışarıda kalmış gençler. kendilerini ispat edecekleri tek yer olan orduya gelmişler, kahraman olabilmek için onca zorlu eğitimden geçmişler, yerlerde sürünme, sabah akşam koşma, sürekli üstler tarafından aşağılanma hatta bok temizleme ile karşılaşmışlar, tüm bunlara göğüs germişlerdir. bir yandan da sürekli olarak katil oldukları kafalarına sokulmuştur. ama gel gör ki ellerinde ki tüfekleri ateşlemek, hayatlarında ki tek amaç omuş olan ''bir ıraklı öldürmek''* fiilini bile yerine getiremiyorlar. yani loser her yerde loser. aynı tatminsizlik, aynı beceriksizlik, aynı kendini göstermek için ''fırsat yakalayamama'' durumu devam ediyor. erkekler, aletlerini kullanamıyorlar;ne silahlarını ne de silahın erkek vücudunda ki simgesi olan cinsel organlarını... (film boyunca adam öldürmek için yanıp tutuşan filmin baş karakteri, tuvalette sevgilisinin resmine bakıp başarılı bir masturbasyonda gerçekleştirememektedir).

    sonuç olarak jarhead, belki körfez savaşının siyasi yanlışlarına sağlam bir gönderme yapmıyor ama normal bir bireyin toplum içinde 'var olma' mücadelesini ve başarısızlığını çok güzel bir şekilde gözler önüne seriyor. ellerine sağlık sam amca...
  • açıkçası filme gitmeden önce bir yerlerde savaş karşıtı bir film olduğunu okumuş hafiften tırsmış idim. zira sizi bilmem ama bir milyonuncu defa "bakın savaş işte böyle fenadır insanlar falan ölüyor" mesajı almaya hiç hevesli değilim ben. salak değiliz o kadarına bizim de aklımız eriyor hamdolsun.

    o yüzden başta sırf işin içinde sam mendes ve jake gyllenhaal olduğu için şans verdim bu filme. ve gördüm ki süper de bir iş yapmışım (aferin bana). sam mendes kendine yakışır biçimde tüm derdi, savaşa giden ortalama bir insan evladının neler yaşadığını, neler hissetiğini, neler gördüğünü anlatmak olan şahane bir film çıkarmış ortaya. ne luzumsuz bir dramatizasyona tenezzül etmiş ne de seyirciyi aptal yerine koyan kör gözüne parmak bir anti emperyalist ya da savaş karşıtı mesajlar verme derdine düşmüş.

    ortada savaşa giden sizin benim gibi sıradan bir adam var. ne düşünür bu adam? bütün gün oturup kahrolsun amerikan emperyalizmi mi der? ya da bütün gün tüm düşmanlarımı öldürmeliyim yaşasın amerika diye mi sayıklar? ikisi de olmaz ya da daha doğrusu her ikisi de olabilir. esasen böyle bir adamın gün içerisinde düşünceleri "ne bok yiyorum ben lan burda ne için kim için savaşıyorum" ile "biraz hareket olsa da geldiğimize değse, bir kaç düşman vursam da evime kahrman olarak dönsem" arasında gidip gelir. geride bıraktıklarını düşünür, evini özler, ölmemek ister, düşmanını öldürmek ister, ölü bir adam görünce midesi kalkar, kusar, içki bulursa içer ve fırsat buldukça otuzbir çeker falan filan...

    zaten bildiği şeyleri (ırak savaşı sırf amerika'nın emperyal amaçları için tezgahlanmıştır, saddam amerika'nın oyuncağıdır falan filan) bir de sinemada duyup kendi kendini onaylamak ihtiyacı duyanlar bu filmden umduklarını bulamayacaklar, hayal kırıklığına uğrayacaklardır (beter olsunlar diyesim var) ama gerçek bir film izlemek isteyenlerin sinemadan halay çekerek çıkacaklarını, american beauty'den sonra sam mendes'a bir kez daha "aferin lan sam" diyeceklerini gönül rahatlığı ile müjdeleyebilirim...

    (not: herşeyi geçtim sırf "something in the way" için bile verdiğim parayı haketmiştir bu film. ne güzel yakışmış o şarkı o sahnelere. hastası oldum)
  • "fena degil" bir film. anti - savas olmadigi icin begenip begenmemem konusunda karar veremezken, bir filmin illa ki cok net bir tavirla "hayir!" diye bagirarak msj vermesinin gerekmedigini anladim. cünkü bu film savasi degil, savasin icindeki insanlari da degil, sadece ve sadece bir avuc dolusu keskin nisancinin hikayesini anlatiyor. evet, bazi sahneler cok sig olabilirler, ama sanirim hayat her kosulda - bu kosul savas kadar büyük ve ürkütücü olsa da - yüzeysel olabiliyor; tam olarak o hayati yasayan insanlar kadar.

    körfez savasina katilan askerler vietnamdakiler gibi zorla degil, (öyle ya da böyle) kendi istekleriyle savasa katilmislardir. sanirim cogu maddi nedenlerden dolayi böyle bir karar almistir ve bu güzel bir is olmasa da "madem burdayiz, isimizi halledelim" zihniyetiyle sürdürmüslerdir askerlik hayatlarini. filmin bir sahnesinde "fuck politics" deniyor ve sanirim filmi en iyi özetleyen cümlelerden biri de bu: hayir, propaganda yok ve evet, "savasa karsiyiz" msj'lari verilmiyor. aslinda film nötr olmayi basarmis; hic bir sahnede aglamaya tesebbüs edilmiyor, hic bir sahnede fazla gülünmüyor, hic bir sahnede fazla heyecanlanilmiyor; askerlerin masturbasyon, apocalypse now'u izleyip anlamamak, spor, uzaktaki sevgilileri düsünmek ve can sikinti ile gecen günlere eslik ediliyor daha cok. izleyiciye yaklasmamayi tercih ediyor, büyük bir mesafe var.

    resimler güzel, soundtrack cok uygun, jesus walks'a bayiliyoruz, jake sen cok yasa ve hep böyle iyi oyna.
    belki büyük bir film degil, belki önemli bir film degil. ama "fena degil" bir film.

    (kizlara ve homoseksuellere kücük bir) not: jake gyllenhaal'in ne kadar yavru bir insan oldugunun bir kaniti daha, iki saat boyunca salyalarim akti, evet. o nasil bir sirt, o nasil bir dudak, nasil bir gülüs, o nasil gözlerdir alaaam. "mmm" ve hatta "ohs", afedersin.
  • şu ana dek pek girilmemiş ve işlenmemiş bir yerden savaşı gördüğümüz sam mendes filmi.. genel kanıyaysa katılıyorum; bu bir savaş filmi değil, kesinlikle bir asker filmi. ve öyle klasik bir "savaş psikolojisi" üzerine oturtulmuş bir asker filmi değil. biz savaş filmlerinde şu ana dek hep kahramanlık gördük. çatışan, aksiyon içinde olan, ölen, öldüren askerler gördük. ama jarhead'de durum çok farklı, ve kim ne derse desin 20.y.y. gerçeklerine göre çok daha gerçekçi. konu sadece amerika olmamakla birlikte; geçtiğimiz yüzyılda yapılan savaş ya da en azından savaş girişimlerinde kahramanlık olmadı. ölen ya da öldürülen askerler orana vurduğumuzda o kadar da önemli bir kitle değildi. teknolojinin ve emperyalizm politikasının olduğu bir savaşta pek çok asker aslında kelimenin tam anlamıyla "işlevsiz"di ve sadece rakamsal çoğunluğu sağlamak adına o üniformayı giyiyordu. orta çağdan itibaren kılıçla kalkanla kazanılan kahramanlık savaşları, dünya savaşlarıyla birlikte geride kaldı. ama onlarda dahi ortada işlevini yerine getiren tüfekler, miğferler vardı. ama jarhead'de gördüğümüz körfez savaşı'nda ve çıkan bir kaç tek tük mini-savaşta daha sonucu belirleyen ne kılıç, ne tüfek, ne de miğfer oldu. "güç" değerleri hayli değişmişti çünkü. savaşlar çok daha soyut ve değersel etkenlerle kazanılır olmuştu. (en büyük örnek tabi ki amerika) hal böyle olunca savaşa gönderilen yarım milyon askerin sadece sayısal bir rakamdan ve ve ülke vatandaşlarına verilen milliyetçi bir pompadan ibaret olduğu açık. bu filmde askerler bu yüzden bekliyor. aylarca alınan eğitim, televizyonda ceset görünce midesi bulanan insanları öldürmeye programlı bir hayvan haline dönüştüren sanal psikoloji, ve niçin savaştıklarını bile bilmeyen apolitik askerlerin üzerine örtülen suni bir vatan sevgisi, yapay bir kahramanlık sevdası. bu savaşta hiç bir işlevlerinin olmadığı ve savaşa hiç bir şekilde müdahale edemeyecekleri gerçeğini hissettirmeden onları bir çölün ortasında aylarca bekletebilme kabiliyeti. ve sonunda aylarca tam teçhizat nöbet tutmasına rağmen bir kez bile düşman göremeyen askerin bir ıraklı subay görünce onu vurmak ve en azından bir şey yapabilmenin tadına varmak için üssüne yalvarması. havaya atılan ateşler.. yakılan kamuflajlar.. topu topu bir kaç dakika süren ama yine "boş" bir aksiyon, ve savaş bitince yapılan nedensiz bir kutlama.. savaşın anlamsızlığını pek çok film işledi şu güne dek, savaşı eleştiren yüzlerce sinema filmi çekildi. ama bir askerin hissettiği bu "işlevsizlik" duygusunu irdeleyen ilk ve tek güncel film oldu jarhead.. o yüzden bu filmi full metal jacket'la ya da diğer savaş klasikleriyle kıyaslayıp bir yardıya varabilmek neredeyse imkansız. işlenen tema "sıkıntı", hiç bir şey yapmadan aylarca asker üniforması içinde oyalanmak, askercilik oynamak. dünyanın her yerinde olduğu gibi.
  • genç adamımız ırak'a gitti, eğitildi, aşağılandı, pislendi, çoştu, öğrendi, geri geldi. annesi babasıyla derdi neymiş, silah ortağı neciymiş, işimiz olamadı. korkak ama sevimli çocuk bir kahraman olarak ölmedi, cıvıtıp ortalığa atılanlar salaklıklarının bedelini ödemedi, düşman ıraklılar neredeyse hiç görünmedi; seyirciyi yakalayacak bir patlama noktası, bir duygusal zirve hiç gelmedi. niye seyredilsin bu film öyleyse? anthony swofford ve arkadaşlarının savaş esnasındaki mallıkları için mi? bir kez bile ateşlememiş adam tüfeğini. nerede bu savaşın bize vah vah dedirtecek korkunç yüzü?

    bu dönenlerin mallığında.

    bildik savaş filmlerinden, kahramanlık hikayelerinden değil jarhead. seyirciye biraz uzak duruyor, parçalarının birleştirilmesini istiyor. çıkan, söylenen çok yeni ya da gerekli bir şey değil, günümüzde yankılanan geçmiş sadece. bir de kişisel nefretlerini kusabilmek için öldürmeyi bekleyen askerlerin vahim durumu. bunlar sallanmayıp petrollerin yandığı sahneler için bile görülebilir. ellerine sağlık roger deakins.
  • mesaj vermekten cok bir askerin gozunden orduyu ve sava$i yalin bir $ekilde anlatan (ki zaten kaynagi gercekten bir askerin ya$adiklari oldugu icin burda bir terslik yok) anlamak isteyene yeterince net mesajlar veren gayet kaliteli bir film.
  • herkesin filmden bahsettiği ama kimsenin terimin kökenine inmediğine şaşırdığım başlıktır. amerikalı bir askere sormuştum ve bana şu açıklamayı yapmıştı.

    askerlerin özellikle marine corps askerlerinin saç traşı şekline alay edilmek için takılmış bir isimmiş. sadece tepede bir tutam saç bırakıp geriye kalanı kazıyınca reçel kavanozu gibi bir kafa ortaya çıkıyor tepede de kavanozun kapağı gibi saç bırakıyorlar demişti. bunu diyen de emekli kurmay deniz kuvvetleri pilotuydu.

    alay edilmek için kullanılan terimin yapışıp kalmasına örnek bizde de kısa dönemlere poşet denilmesini gösterebiliriz.
  • petrol kuyuları yakıldıktan sonra gelen sanat eseri tadındaki çöl/ateş/petrol sahneleri ve nefis ışık oyunları bir yana, baştan sona amerikan yavşaklığının anlatıldığı bir film olarak tanımlayabilirim bunu.. eğmeden bükmeden olduğu gibi kameraya yansıyan en saf haliyle..

    -yanki ağzıyla- kahrolası bir ortadoğulu olduğum için memnuniyet duydum filmin sonunda..
  • don't worry be happy'yle full metal jacket kıvamında başlayıp jesus walks'la platoon ve three kings kırması etkileyici görüntülerle biten bir fragmana sahip olan sam mendes filmi.
  • --- spoiler ---

    kahramanimiz anthony swofford un atmaya nail olamadigi o tek oldurucu kursun misali sam mendes in uzatip, dolandirip, dallandirip budaklandirtan sonra bir turlu o oldurucu vurusu, mesaji, hikayeyi ve duyguyu aktaramadigi 2005 yapimi modern apocalypse nowdir.

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap