• şahane bir çeşitlilik gösteren, devasa bir yelpazedir insan olmak. geçenlerde kaygı bozukluğu nedeniyle takip ettiğim bir hastamla seanstaydım. sürpriz sokağa çıkma yasağını konuşurken, yasak öncesinde ne olur ne olmaz diyerek birçok sebzeyi ayıklayıp derin dondurucuya koyduğunu, zaten oldum olası dikkat ettiği hijyen kuralları nedeniyle hayatında çok bir değişiklik olmadığını anlatıyordu. normal zamanda onu yoran kaygısı, bu sefer onu korumuştu. en olumsuz bulduğumuz yanlarımız bile nasıl da işe yarayabiliyor diye düşündüm, ona da söyledim bunu.
    obsesif biri olmak yorucu olsa da belli işler ancak obsesif biriyseniz yapılabiliyor mesela ya da kaygılı biri olmak gün geliyor sizi tehlikelerden koruyabiliyor.

    dün de kütüphanede bir kitap ararken, mevlana celaleddin rumi'nin iktisat anlayışı diye bir kitaba denk geldim. devlet kavramı üzerine olan bölümde, adaletle ilgili bir mesnevî alıntısı vardı.

    "adalet nedir? bir şeyi lâyık olduğu yere koymak. zulüm nedir? lâyık olmadığı yere koymak. allah'ın yarattığı hiçbir şey abes değildir. kızgınlık, bilim, öğüt, hile, hepsi doğrudur. bunların hiçbiri mutlak olarak hayır değildir. aynı zamanda mutlak olarak şer de değildir. her birinin yerinde faydası vardır, yerinde de zararı.''

    insan olmak böyledir işte, içinde olumlu görünen olumsuzlar ve olumsuz görünen olumlular barındırmaktır. hepsini iç içe ve bir arada bulundurmaktır. çoğunu orada olduğunu bile bilmeden içinde taşımaktır. hayatın çekiştirmeleriyle esnemek, bazen esneyemeyip kırılmak, sonra o kırığı altınla onarmak ve yeni birine dönüşerek yoluna devam etmektir. iyiler ve kötülerin, aydınlıklar ve karanlıkların muazzam bir birleşimidir. bazen gün doğumu, bazen gün batımını içinde taşımaktır. bazen öğlen güneşinde yanmaktır. bazen gece karanlığında kaybolmaktır. ama günün dönüşü gibi insan da kendi döngüsünü yaşar durur. mutlakları içinde barındırır ama hepsinin mutlaklığı ayrı bir yerde tezahür edebilir ancak.

    tam olarak anlaması, anlatması dille imkansızdır, yaşanarak kutlanabilecek bir şeydir insan olmak.
    yaşayalım madem, güneşe yüzümüzü dönüp, gözlerimizi kapatıp derin bir nefes alarak...
  • 1983 yılında yazılan, psikoloji serisinde en çok okunan kitaplardan biri olmasına rağmen önsözünde belirtildiği gibi bugün bile tek kelimesi bile değiştirilmeden halen yayımlanmaya devam eden engin geçtan kitabı.

    engin geçtan önsözünde "insanın kendisi ve çevresindeki bilinmeyenlerin sayısını azaltmayı amaçladığını" belirtiyor.

    ben de kitabı elime aldığımda bu gaye ile okumaya başladım. çünkü önsözünde yer aldığı gibi insanın kendi içinde ürettiği kargaşa dış dünyadaki gerçek tehlikelerden çok daha ürkütücüdür sahiden. insan dediğin anlaması en güç fizik kanunlarını öğrenebilir, mikroskopla bir canlıyı inceleyerek onun hakkında makaleler yazıp teori geliştirebilir, 1000 yıl önce yaşamış biri hakkında saatlerce konuşabilir ama tüm bunlara rağmen kendi hakkında söyleyebileceği şey pek kısıtlı olabilir. davranışlarının arasında neden-sonuç ilişkisi kuramayacak kadar kendinden uzakta durabilir. hissettiği bir duyguyu ifade etmede çok başarısız olabilir... vs. örnekler artırabilir.

    kitabı bir insanı tanımada, kendi buglarımı anlamada, karanlık tarafa nispeten biraz daha aydınlatma noktasında bir perspektif sunar beklentisiyle okumaya başladım. yazı dili çok yalın olmasına rağmen kitabı bir an önce bitirmek için bu nedenle acele etmedim. okuduğum bir metinden veya bölümden sonra bilerek bıraktım bir süre elimden kitabı. bazı yerlerin altını çizdim. bazı yerlerin kenarlarına minik notlar yazdım. ağır ağır okudum bazı yerleri mesela. bir süre sonra bölümler hayatıma yakınlık ve uzaklığıyla kendi ritmini belirlemeye başladı.

    sonra bir bölüm geldi.bu bölümü okuma ritmim çok farklıydı. önceki bölümleri daha ağır, sindire sindire okumaya çalışırken bu bölümü bir çırpıda bitirmeye çalıştığımı, bazı yerleri göz ucuyla okuduğumu, hemen diğer bölüme geçmek için aceleci davrandığımı fark ettim.

    önce şunu sordum kendime: "bu bölüm sıkıcı mıydı?" el cevap: yooo.

    ee neydi bu hız buradaki?

    milan kundera yavaşlık isimli kitabında bunu cevaplamıştı:

    "yavaşlığın düzeyi anının yoğunluğuyla doğru orantılıdır; hızın düzeyi unutmanın yoğunluğuyla doğru orantılıdır. yavaşlık ile anımsama, hız ile unutma arasında gizli bir ilişki vardır. bir şey anımsamak isteyen kimse yürüyüşünü yavaşlatır. buna karşılık, az önce yaşadığı kötü bir olayı unutmaya çalışan insan elinde olmadan yürüyüşünü hızlandırır. "

    bu bölümü okurken aceleciydim, çünkü unutmaya, geçiştirmeye çalıştığım şeylerin çat diye karşıma çıkmasından endişe etmiştim. kitabı elime alınca da giriş bölümünde ilk gözüme çarpan bölüm de burasıydı. hızlıca okursam fark etmem diye düşünmüş olmalıydım. bunları sonra üzerine düşününce fark ettim.

    engin geçtan gerçekten çok tecrübeli bir yazar/psiyatri uzmanı. insanı anladığı için önsözünde okuyucuyu bu konuda uyararak başlamış:

    "okuyucu, kendisiyle doğrudan ilgili bazı kavramları anlamakta güçlük çekebilir ya da okuduklarıyla kendisi arasında hiçbir ilişki kuramayarak, bu özelliklerin çevresindeki bazı insanlarda bulunduğunu düşünebilir. böylesi bir yadsıma insanın o davranışını değiştirmeye hazır olmadığının bir göstergesidir."

    üstünkörü geçiştirerek okuduğum o bölümü tekrar okumam gerektiğini biliyorum. okuyacağım da. şimdilik biraz ara verdim.

    engin geçtan'ın bu kitabı kökeni çocukluğa, anne-baba davranışlarına dayanan, sık tekrar eden, kısırdöngü haline gelen davranışlarımızın hatta sürekli hissettiğimiz duyguların temel sebeplerini kısmen de olsa anlamak için okunması gereken bir kitaplardan biri.
  • eğer, bütün etrafındakiler panik içine düştüğü ve bunun sebebini senden bildikleri zaman,
    sen başını dik tutabilir ve sağduyunu kaybetmezsen;

    eğer, sana kimse güvenmezken sen kendine güvenir ve onların güvenmemesini de haklı görebilirsen;

    eğer, beklemesini bilir ve beklemekten de yorulmazsan veya hakkında yalan söylenir de sen yalanla iş görmezsen,
    ya da senden nefret edilir de kendini nefrete kaptırmazsan,
    bütün bunlarla beraber ne çok iyi ne de çok akıllı görünmezsen;

    eğer, hayal edebilir de hayallerine esir olmazsan;

    eğer, düşünebilip de düşüncelerini amaç edinebilirsen;

    eğer, zafer ve yenilgi ile karşılaşır
    ve bu iki hokkabaza aynı şekilde davranabilirsen;

    eğer, ağzından çıkan bir gerçeğin bazı alçaklar tarafından ahmaklara tuzak kurmak için eğilip bükülmesine katlanabilirsen,
    ya da ömrünü verdiğin şeylerin bir gün başına yıkıldığını görür ve eğilip yıpranmış aletlerle onları yeniden yapabilirsen;

    eğer, bütün kazancını bir yığın yapabilir
    ve yazı tura oyununda hepsini tehlikeye atabilirsen;
    ve kaybedip yeniden başlayabilir ve kaybın hakkında bir kerecik olsun bir şey söylemezsen;

    eğer, kalp, sinir ve kasların eskidikten çok sonra bile işine yaramaya zorlayabilirsen
    ve kendinde 'dayan' diyen bir iradeden
    başka bir güç kalmadığı zaman dayanabilirsen;

    eğer, kalabalıklarda konuşup onurunu koruyabilirsen,
    ya da krallarla gezip karakterini kaybetmezsen;

    eğer, ne düşmanların ne de sevgili dostların seni incitmezse;

    eğer, aşırıya kaçmadan tüm insanları sevebilirsen;

    eğer, bir daha dönmeyecek olan dakikayı,
    altmış saniyede koşarak doldurabilirsen;

    yeryüzü ve üstündekiler senindir
    ve dahası
    sen bir insan olursun oğlum.

    rudyard kipling (bülent ecevit çevirisi)
  • “insan, bir damla kan
    ve bin endişe..” demiş sadi şirazi.

    aşağıda ise bir fizikçinin gözüyle insan olmanın dayanılmaz hafifliği..

    lee smolin, time reborn kitabından:
    “insan olmak, tehlikeler ile fırsatlar arasında yaşamaktır.
    hayattaki belirsizlikleri yaşamın zorunlu bedeli olarak kabul etmek demektir.

    belirsiz bir dünyada başarılı olmak, her anın beraberinde getirdiği bütün o fırsatlar arasından bir sonraki adımın ne olacağına enerjiyi yönlendirmek ve karar vermektir ve bunu yaparken de sonuçların ne olacağını asla tam olarak bilememektir.

    günümüz insanı, teknolojinin gelişimine rağmen avcı toplayıcı insanına oranla tehlikeleri görece azaltsa da; yaşamın kaprislerini yenip; herşeyi olmasa da en azından seçimlerinin bütün sonuçlarını (hem tehlikeleri hem de fırsatları) öngörebilmeyi arttırsa da süprizlerden uzak bir yaşam hiçbir zaman olmayabilir. sorun, sayısız olası tehlike içinden endişe etmeye değer olanları akıllıca seçebilmektir. bu olası durumlar insanın gelişimi ve çevresine göre zaman içinde değişecek şeylerdir.

    içinde bulunulan durumdan kaçmak, eylemlerin yaratacağı sonuçların çoğunu bilmeden yaşamanın getirdiği süprizlerden kurtulmak mümkün değildir. süpriz, doğanın yapısında vardır. ne kadar bilgi sahibi olsa da insan, doğa onlara hazırlanamayacağı süprizler yapabilir.

    insan yine de tamamı hakkında bilgi sahibi olmadığı evrende mutluluk ve anlam aramaya devam eder.
    evrimi ve gelişimi insanın kendisi olduğu sürece sona ermez.

    insan olmak, çıtayı her zaman yükseltmek ve çevresini de ona göre düzenlemek demektir.
    hiçbir zaman sonsuz bilgiye ve hakimiyete ulaşamasa da kendisi için başarılı olanı bulmak demektir.”
  • bir gun bir kitap okudum ve butun hayatim degisti diyebileceğim bir kitaptı. yeniden okunası.
  • dün engin geçtan’ın kitabını okurken bir sayfada takılı kaldım, sanki sonra olacaklara işaretmiş gibi. kızgınlık ve kırgınlıkları dile getirmekten bahsediyordu, vaktinde yapılmazsa içinize attığınızda olası sonuçlar ve problemler vs.. baya bi düşündüm o sayfada. aslında hislerimi dile getirmekten çekinen biri değilim, özellikle nefretimi ya da olumsuz olanları ama birkaç senedir boş veriyorum. gerek duymuyorum çünkü, benimle aynı yaşlarda olan insanlara bir şey anlatmanın, onların fikirlerini duygularını değiştirebileceğimi sanmanın beyhude olduğunu düşünüyorum; yoksa bir kaçış değil, belki de kaçış ama ne gerek var enerjimi harcamaya kaçışı, tembelim ben. ya da hislerimi kendime bile maskeledim, güvensizliğimden bu kaçış, olamaz mı, olabilir. neyse, okul bitti, bir velim aradı. tüm evrenin herkesin her şeyin onun ve kızının inadına olduğunu düşünen, her şeyin altında bir kötülük arayan, ikna olmayan bir kadın. elbette buralara gelmesinin nedenleri vardır kabul ama bunu çözme mercii ben değilim. aradığında açmadım önce. sonra okuduğum sayfalar geldi aklıma, geri aradım. elli üç dakikalık bir telefon görüşmesi... bittiğinde kafam yanıyordu ama içimde olan her şeyi, kızgınlık ve kırgınlıklarımı kendisine ilettim. benden önceki öğretmene ( ki kendisi ve birkaç velinin dilekçesi sonucu 5 ay önce başka bir okula atandığı için şu an ben sınıflayım) olan tahammülsüzlüğü, art niyeti bana da yansıtmaya başlamıştı bir süredir, farkındaydım. ama dediğim gibi bunu çözecek kişi olmadığımdan geride durmayı planlamıştım bir süredir. öyle ya, derdi benle değildi ve hem de sizi tanımadan daha önceki travmalarıyla size gardını alan birini bir şeylere, art niyetsiz olduğunuza ikna etmek güç olmanın da ötesinde imkânsıza yakın. ayrıca çok da zeki ve manipülatif bir kadın. gereksiz mi acaba diye düşünerek konuştum, aynı şeyleri defalarca tekrarlamak zorunda kaldım, ilerleyemediğimizi görünce onun dilinden konuştum bir zaman sonra. onun yumuşak pasif agresif suçlamalarını ona yönelttim, hiçbir şey yokken ateş çıkarmasına sebep olan şeyleri anlattığı sözcükleri cımbızla çekip ilettim, sorunun ben değil kendi ve çocuğunun bakış açısı olduğunu kendi kullandığı sözcüklerle yüzüne çarptım ; yasadığı dumur, sesinin titremesi, ne yapıyorum ben demesi… yanlış da anlaşılmasın bu arada, kendisine yapabildiklerimin bunlar olduğunu, daha fazlasını bilmediğimi ama sadece taraflı olmadığımı anlatmaya çalıştım, ben de melek ya da süper bir öğretmen değilim günün sonunda. bu konuda da içim rahat çünkü yine kendisine söylediğim ve kendisinin de bana hak verdiği gibi, kızım beni seviyor, her gün bana sarılıyor, özellikle durduk yere saçını okşayıp nasıl olduğunu soruyorum ve bir çocuk büyük insan gibi değildir, rahat hissetmezse ya da sevilmediğini düşünürse size bu şekilde yaklaşamaz. elli üçüncü dakikada benden helallik isteyerek ve özür dileyerek kapadı telefonu, bense inanılmaz yorgunluğumla bir koltuğa çöktüm okulda.

    burada parantez açıp bir şey söylemeliyim: ben eski ekoldenim. yapılan iyilik uğraşılar karşı tarafa söylenmez diyerek yetiştirildim. öyledir de, öyle olması gerekir. normal şartlarda, normal olgunlukta insanlar zaten yapılanı görür, minnet duyması gerekir de demiyorum o başka iş ama yapılanı davranışları anlar, ona göre durması gereken noktayı konumu bilir. ama maalesef artık yapmanız yetmiyor, yaptıklarınızı karşınızdaki insanın gözüne gözüne sokmanız gerekiyor, üstüne bir de herkese de göstermelisiniz. bunu çok kolaymış gibi yazıyorum da öğrenmek aslında çokça acılı bir süreç içinde gerçekleşti. bu zamanların en sevmediğim kısımlarından biri de bu işte.

    şimdi bunu neden yazdım? yazmak istiyorum, çünkü herkesin o kadar çok derdi var ki artık arkadaşlarıma bunları uzun uzun anlatıp onları bir de ben kendi saçma olaylarıma dahil etmek istemiyorum. buraya yazıyorum, buraya yazmanın iç dökmenin bana iyi geldiğini hissediyorum, etkileşim almak falan da değil derdim. artık tanınmıyor olmanın lüksüyle içimden geçen her şeyi paylaşabilip kendimi sağaltmak iyi de geliyor. birkaç aydır kendi içime düştüm çünkü.
    ve mesela enerjimi emen bu görüşme benim için zorlayıcı olduysa da -tamamen etkili olmadığının da bilincinde- bir işe yaradığını hissettim. en azından karşımdaki insana benim tüm derdimin sorunumun o ve çocuğunun kötülüğü olmadığını, herkesin onlara düşmanlık yapmadığını bi nebze de olsa anlatabildim. normalde yapmazdım sanırım, insan olmak kitabının tam da o sayfası dün önüme düşmeseydi bu derece çat çat konuşmazdım. kendimizi çok iyi tanıdığımızı sanıyoruz bazen, ne kadar da zavallıyız bazen, ya da ne çok güçlü olduğumuzu ve davranışlarımızın da hep doğru olduğunu sanıyoruz bazen ya; engin geçtan okuduğum iki kitabında 'bi otur soluklan, belki de öyle değilsin?' diyerek önünme başka başka kapılar açıyor. ben de mesela o kadar terapi(sadece 3 aslında) ve konuşmanın ardından kendimdeki defoları bu iki kitapla daha çok anladım. belki o defolarımı ve kötülüklerimi de başka başlıklarda yazarım.
  • engin gectan ın "işte bu o, işte bu da şu, ve son olarak aman tanrım bu da benim" iç sesleri arasında okudugum cok ama cok yararlı, tüm savunma mekanizmalarımızdan olabildiğince sıyrılıp okunması gereken kitabı.
  • "anlatmak hemen hemen her zaman bir armağandır, anlatılan hikaye zehir taşısa ve saçsa bile; aynı zamanda bir bağdır, güven duymaktır; er veya geç ihanete uğramayan güven ise nadirdir; dolanıp düğümlenmeyen, sonunda sıktığı için bıçak veya jiletle kesilmesi gerekmeyen bağ da nadirdir." * *

    süper özet
  • 5.basımı 2006 ocak'ta metis yayınlarından çıkan engin geçtan kitabı.

    ilk kez yayımlandığı 1983'ten günümüze defalarca baskı yapmış ve okurla kurduğu yapıcı ilişkiyi kanıtlamış olan bu kitabında engin geçtan insan olmanın ikilemini şöyle anlatır:

    "çağdaş toplumlar kendine özgü bir olguyu da birlikte getirmiştir. insan eskisinden çok daha fazla sayıda insanla, çok daha kısa süreli, daha yüzeysel ilişkiler kurma eğilimindedir. bu, soğuk bir günde karşılaşan bir grup kirpinin öyküsüne benzer. kirpiler ısınabilmek için birbirlerine sokulurlar, ama dikenleri birbirine batar. birbirlerinden ayrıldıklarındaysa soğuktan rahatsız olurlar. ileri geri hareket ederek sonunda dikenlerini batırmadan birbirlerini ısıtabilecekleri en uygun uzaklığı bulurlar."

    son yirmi yılın dünyasındaki sosyal ve maddi değişimler düşünülürse, kirpilerin birbirine daha da çok ihtiyaç duyduğunu, her kirpinin bu ikilem karşısında kendi cevabını bulması gerektiğini, tam da bu yüzden insan olmak'ın bugün daha da güncel olduğunu söyleyebiliriz.

    (arka kapak)
  • "insanın bütün işi gücü, sanırım vida değil insan olduğunu her an kendi kendisine kanıtlamaktır." * *
hesabın var mı? giriş yap