• muhtesem oyuncu sam neill'in dokturdugu bir john carpenter filmi. 90'larda star'da surekli verildigi icin bir kusak cok iyi hatirlar bu filmi. devaminda spoiler oldugu icin filmi izlemeden devamini okumayin, ruyaniza girerim sonra demedi demeyin, ayrica en sevdigim renk mavidir ve parasiz erkek patlican dolmasina benzer bunu boyle bilin.

    aslinda butun john carpenter filmleri gibi yeterince degeri bilinmemis bir basyapit bu da. cunku korku sosunun altinda ciddi bir tuketim toplumu elestirisi ve gerceklik uzerine inanilmaz derin bir felsefe var. tabii bugunden bakinca artik cok bilindik birsey "gerceklik nedir?" sorusunu soran filmler, malum matrix falan derken herkes pardesulu filozof kesildi. ama zamaninda cok cesurca bir sorgulama dizisine girismisti carpenter cektigi filmlerle.

    filmin bir yerindeki su dialoglarin dusunebilen insani cok derin bir karamsarliga suruklemesi kacinilmaz:

    - cane'nin fikirleri beni korkutuyor
    + niye korkuyorsun ki? sonucta gercek degil bir sey degil.
    -sana gore gercek degil ve su anda gercek senin gorusunu paylasiyor. cane'nin fikirleri hakkinda beni korkutan sey eger gerceklik cane'in gorusunu paylassaydi neler olabilecegi.
    + bir dakika! burada kurgudan bahsediyoruz gercekliklikten degil, ikisi cok farkli seyler.
    - gerceklik birbirimize gercek oldugunu soyledigimiz seylerdir. eger delilik cogunluk tarafindan benimsenseydi, mantik ve delilik cok kolaylikla yer degistirebilirdi. o zaman sen de kendini akil hastanesinin bir hucresine tikilmis ve bu dunyaya ne oldu boyle diye dusunurken bulurdun.
    - bana boyle bir sey olmazdi.
    +eger dogru bildigin her sey yok olmus olsaydi sana da olurdu. kalan son kisi olmak nasil yalniz hissettirirdi kim bilir.

    isin trajikomik yani daha filmin basinda goruyoruz nasil yalniz hissettirdigini bu durumun.

    bir taraftan h. p. lovecraft gondermeleri ve ancients temasiyla cosarken obur tarafta yaratici yazarligin nasil insani duygu durum bozukluguna ittigini de gosteriyor cane karakteri uzerinden.

    bunlarin haricinde bir yaraticinin kurguladigi olaydardaki etkisiz kurgu karakter olmak ana fikriyle apacik yaratici ve ozgur irade acmazina giydiriyor. cane'nin yarattigi bir kul karakter olan trent'in yaraticisinin iradesine karsi gelme cabasinin beyhudeligine dem vuruyor. yaraticisi cane'nin kulu trent'e cizdigi kadere karsi cikmaya calisiyor trent, yaraticisinin hukmunu degistirmeye calisiyor, yaraticisini ofkelendiriyor. ve ne kadar cabalarsa cabalasin uzerinde mutlak guc sahibi olan cane'nin istedigi oluyor.

    yani carpenter olabilecek en saglam sekilde giydiriyor bu paradoksa ve cok acik bir soru soruyor; hukmu disina cikilamayan bir yaratici varken biz nasil ozgurce secim yapan ozgur ruhlar olabiliriz ki?

    tipki they live gibi cok daha buyuk ovguleri hakediyorken, dusuk butceye bagli olarak produksiyon kalitesinin zayif olusu sebebiyle pek kiymeti bilinmez bu carpenter basyapitinin da. ozellikle styles'in ters dondugu sahnede kafasindaki maske acikca gozukur, boyle ufak tefek kusurlari vardir.

    sirf su filmin son sahneleri bile sinema tarihindeki filmlerin cogundan degerlidir. benzersiz bir pesimizm solenidir. sonunda yaraticisina karsi gelmekten vazgecer trent ve secde eder, artik yaraticisi karsisindaki caresizligini ve gucsuzlugunu icsellistirmistir trent, rahatlamistir. ve tabii ki bunun karsiligini alir.

    cok da gaz bir muzigi vardir filmin bu arada;

    https://www.youtube.com/watch?v=--waw7gbqxu

    en sevdigim filmlerden biri olup, sik sik acar izlerim, size de tavsiye ederim.
  • fazlasıyla spoiler içermektedir, ona göre okuyunuz...

    john carpenter'ın, hakkı yenmiş ya da üzerinde fazla durulmamış birçok filminden biridir gene bu, ne kadar korkutucu, gerilimli olduğu ya da konusunun ilginçliği, özgünlüğü dışında filmin arka planında oldukça ilginç göndermeler ve hikayeler vardır. film, carpenter'ın mahşer üçlemesi dediği(apocalypse triology) filmlerinin sonuncusudur(ilk ikisi, the thing ve prince of darknessdır). diğer iki filmde olduğu gibi, bu filmde de, insanlığın sonu ve insanların insan olmaktan çıkması anlatılır özet olarak. ancak film, bu kez bunu popüler kültür ve din temaları üzerinden anlatır.

    filmdeki karakterlerin kişilikleri ve isimleri bu temalar açısından oldukça ilginçtir. filmde tanrıya dönüşen("i am god now, don't you understand?") sutter cane, popüler bir korku romanı yazarıdır(filmin sonlarında "din, düzenini korkuda arar" diye bir cümle geçer bunla ilgili) ve cane soyadı muhtemelen "cain" kelimesine yani ilk cinayeti işleyen insan olan kabil'e bir göndermedir, bütün bunlar hem onun, yazdıklarınının gerçeğe dönüşmesiyle yeni bir tanrıya dönüşmesini, hem de yeni dininin yıkıcılığını ve anti-christ özelliğini de açıklar.

    sutter cane'in dininin büyük dönüşümünü başlatacak olan kitabı dünyaya ileten ve farkında olmadan onun peygamberi olan john trendt* ise, hiçbir inancı olmayan ve her türlü dalavereyi ortaya çıkartabileceğini, eninde sonunda gerçeğe ulaşacağını düşünen bir sigorta müfettişidir. trendt soyadı, "trend" kelimesine yani moda ve eğilime bir göndermedir, aslında bir yerde sutter cane'ın nasıl başarıya ulaşacağını ve bu yeni dinin en temel niteliğini açıklamakta, böylece popüler kültürle ilginç bir bağlantı kurmaktadır. gene bu bağlamda, john trendt'e rehberlik edecek ve koyu bir sutter cane hayranı ve bir yerde müridi ve meleği(filmin sonundaki görüntüleri, özellikle bisiklet üzerindeyken, hristiyan kültüründeki melek figürlerine büyük benzerlik gösterir) olan linda styles ise, "style" kelimesine bir göndermedir ve bu trendin yardımcısı ve rehberi olacak, yeri geldiğinde de ortadan kaybolacaktır.

    bütün bunların ışığında, film, popüler kültürün bir din ya da tüm yaşam alanlarını kapsayan bir hayat biçimi haline gelmesini, kendi tanrılarını yaratmasını, insanların gerçeği, varolanı algılayışını nasıl deforme ettiğini ve bütün bunlar karşısında, insanoğlunun çaresizliğini ve saklanacak bir yeri olmadığını gayet başarılı ve etkileyici biçimde anlatır. tüm bildiklerini, yaşadıklarını unutan ya da bunlardan uzaklaşan, kendini umarsızca bir çılgınlığa bırakan ve şekilsiz, ucube yaratıklara dönüşen bu insanlar aslında popüler kültürün kaçınılmaz sonuçlarıdır, çünkü gerçekle kurgu ve normallikle çılgınlık(sane-insane) arasındaki çizgiler belirsizleşmiş, neyin ne olduğu artık anlaşılır olmaktan çıkmıştır. bütün bu çılgınlığın ortasında, john trendt, bütün bunların farkında olan son kişi olarak, bir hücreye kilitlenmiş biçimde dünyanın ne hale geldiğini izlemekte(filmde bu durum, aslında daha başlarda bize söylenmiştir), bildiğini sandığı şeylerin ve gerçeklerin nasıl, kendi benliğinden ve kimliğinden kopup, popüler kültürün parçası haline geldiğini görmektedir, buna karşı gelmeye çalıştığında bile, popüler kültür yaptıklarını gerektiği biçimde değiştirmekte ve yaptıklarını boşa çıkarmakta, gerçeği tekrar tekrar yazmaktadır, ne kadar kaçmaya çalışırsa çalışsın dönüp dolaşacağı yer hep aynı olmaktadır. sutter cane'in dininin, yani popüler kültürün peygamberi olmanın ödülü(belki de cezası) tam anlamıyla budur, filmin sonunda john trendt, film boyunca tüm yaşadıklarını sinemada yalnız başına izlerken gülmeye başlayıp kahkahalar atmaya başlar(kahkaha benden yana şeklinde bir esinti vardır bu sahnede) ve derin bir acıya kapılır, çünkü sutter cane'in, yani popüler kültür dininin tanrısının "i think, therefore you are"("düşünüyorum o halde varsın!") lafını artık o da tamamen kabullenmiştir.

    aslında buna benzer birçok olguyu, carpenter sadece bu filmde değil, ayrıca diğer birçok filminde de değişik açılardan anlatmaya çalışmıştır, ancak mahşer üçlemesindeki filmleri, bunun en net örnekleridir. bu filmlerdeki bazı replikler dikkatli biçimde takip edilirse, carpenter'ın neyin anlatmak istediğ gayet iyi anlaşılabilir:

    üçlemenin ilk filmi the thing'de: "trust is a hard thing to come by these days"(güven, bu günlerde pek rastlamadığımız bir şey artık)

    ikinci filmi, prince of darkness'da: "faith is a hard thing to come by these days(inanç bu günlerde pek rastlamadığımız bir şey artık)

    ve son film in the mouth of madness'da: "it is pop phenomenon.. it is the year's hulla hoop"(popülerlik artık günümüzün modası)
  • türü sevdiren bir film.

    --- spoiler ---

    filmde inanılması tek güç şey milyonlarca, milyarlarca insanın kitap okumasıdır. filmdeki olay gerçekten olsa türkiye* zerre etkilenmez.

    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---

    filmin en başında trent akıl hastanesindeyken , hastalara rahatlatıcı müzik babında iğrenç birşey dinletilmektedir.

    trent:
    -not the carpenter's again!!

    --- spoiler ---

    (bkz: john carpenter)
  • --- spoiler ---

    testere filmlerinde bisikletiyle ikide bir ortaya çıkıp "bir oyun oynamak istiyorum" diyen korkunç oyuncağın tipi,
    bu filmdeki yolda bisiklet süren amcanın aynısı. saçının tipi bile aynı.
    --- spoiler ---
  • --- spoiler desem değil ---

    yıllar sonra yeniden izlediğimde fark ettim ki şu yapışkan yaratıklar eğer hiç gösterilmeseydi film çok daha güzel olabilirdi. john abide böyle bir tutku var, ille de manyak yaratıkları gösterecek, belki filmin film olduğunu hatılatmak istiyor belki aklına öyle esiyor. ama filmi basitleştirdiğini, ikinci sınıflaştırdığını düşünüyorum yaratıkların öyle alenen görünmesinin. birinin korkunç diye tasarladığı yaratık başkasına çok dandik gelebiliyor çünkü. her zaman için korkulan şeyin bilinmez olması lazım, cisimleştiği anda alışılıyor, ürperticiliği azalıyor.
    bir de kadınının sutter cane karşısında kendinden geçme tripleri var ki yaratıklardan bile daha yapışkan.

    --- spoiler değil desem hiç değil---
  • ilk izleyişte fark etmesi zor bir finale sahip bu, az çok bahsedilmiş önceki entrylerde ama ben çatırçatır tek cümle içinde yazıyorum uzatmadan:

    --- spoiler ---
    trent'in filmin sonunda kendi yaşadıklarını izliyor olması demek, sonsuza kadar devam edecek bir çıkmaz demektir arkadaşlar, kısır döngü yani. filmde gördüğü adam da ekranda aynı salona girecek ve o da aynı şeyi izleyecek. böyle sonsuza kadar gidecek.

    ha tabi ilk trent'e ne olacak merak ediyor insan...

    --- spoiler ---
  • sinema tarihinin gerilim ve korku düzeyi en yüksek, kurgusu sinema okullarında ders olarak okutulabilecek niteliğe sahip kült film.

    müziğine ise ayrı bir paragraf açmak istiyorum. john carpenter'ın bestelediği müzik, nice rock parçasına taş çıkarır nitelikte. özellikle bitmez tükenmez gitar soloları harikulade.

    şuradan dinlenebilir: http://www.youtube.com/watch?v=--waw7gbqxu
  • çocukluklarını 90'lı yıllarda yaşayanlarınların travmasıdır bu film.
  • linda styles'ın sürekli delirip,yaratık falan olup sonra trent'in karşısına tekrar tekrar çıkışı,ama bunun trent tarafından hala normal karşılanışı,trent'in kadına hala "hadi burdan gidiyoruz" deyişi çok sinir bozucudur..bence styles'ın anlamsız gülümsemeleri bisikletli adamdan bile daha korkunç. motel sahibi bayan pickman ise şu ana kadar gördüğüm en rahatsız edici karakter.daha önce yaklaşık 20 kez görmeme rağmen dün gece izledikten sonra salondan odama koşarak geldim.
hesabın var mı? giriş yap