• türkçeye "seni o kadar çok sevdim ki" şeklinde çevrilerek sinemalarda gösterime giren; hikayesi yavaş ama mükemmel bir biçimde işlenerek konusu itibariyle duygu sömürüsüne son derece müsait olmasına rağmen buna prim tanımayan bir film.

    --- spoiler ---

    özellikle lea'nın telefonda öğrendiği gerçek sırasında lys'in kısık sesle okuduğu ve duruma "cuk oturan" masal sahnesi, kalplerin tam ortasına nişan alır cinsten.

    edit: telefonda konuşanı yanlışlıkla michel yazmışım. düzeltme için kitmir in selami var'a teşekkürler.

    --- spoiler ---
  • fizyonomisine yansıttığı huzursuzluğu ve mutsuzluğu, bir türlü akıtamadığı gözyaşları, “öylesine” yaşama halleriyle juliette karakterinin bütün yükünü taşıyan kristin scott thomas ve “diğerleri”nin dramatik kodları izleyicinin zihnine ve ruhuna inceden yerleştirdiği film.

    --- spoiler ---

    bazılarının kararlarını beğenmeseniz de yargılayamazsınız. o kadar öznel acılar yaşarlar ki içlerinde, hesap sormak cesareti gösterebilene aşkola! kimse umurlarında değildir o saat itibariyle. çünkü o bazısı için hayatın bittiğine karşılık gelen bir durumda, kimin ne düşündüğünün nasıl bir anlamı olabilir ki? olmaz da. juliette’te olmadığı gibi.

    filmdeki mutsuzluk ve huzursuzluk halleri dışında çok keyifli durumlar da var elbette. örneğin; özellikle fransız sinemasında sık sık vurgulanan aile bağlarındaki hasarlı vaziyetlerin yerini daha insani, daha sorumlu ve daha özenli bir şefkat haline bırakıvermesi. öyle ki juliette’in kız kardeşi lea’nın duyarlılığı, aile dostlarının ve aile bireylerinin ırksal karmasından kaynaklı hoşluk, baldızıyla ilgili endişeleri olan genç adamın her şeye rağmen centilmenliğinden ödün vermemeye çalışması, evde dilsiz bir büyükbabanın da yaşıyor olması, o güzeller güzeli (ruhen ve bedenen) lea’nın kayınbabasına ve ablasına müthiş bir ev sahipliği yapması çok sıcak hareketlerdi. e tabii fransız büyükbaba bizim bazı tonton dedeler gibi “hadi gelin! su getir, sofra kur, güğümümü doldur, elime su dök….” taleplerinde bulunmayıp köşesinde zararsız ve sessizce belki moliere’ini, belki rousseau’sunu belki de orhan pamuk’unu okuduğundan inceliğe daha çok yer kalıyor. ama olsun ben huysuz dedeleri de seviyorum. ayrıca ben inanıyorum ki akademisyen lea urfa’da bir köye de gelin gitseydi aynı zarafeti gösterecekti. mühim olan insanlık çünkü. daha mühimini bulana kadar en azından.

    --- spoiler ---
  • bir insanın yanında susabilmek,
    bir insanın susma ihtiyacını anlayıp da soru sormaması,
    insanın kendi içindeki hapishaneden çıkmasının mümkün olamaması,
    insanın kendi içindeki hapishanede yaşarken en zorunun dışarıda özgür olmak olduğunu,
    aile olmanın ne kadar iyileştirici olduğu,
    bebek kokusunun çocuk kokusunun kimi zaman ne kadar ürkütücü olabileceği buna rağmen kalbi de yumuşatma gücü olduğuu gösteren film .....

    ne eksiği,ne fazlası ... sadece olması gerektiği gibi bir film. kanırtmayan, duygus sömürüsü yapmayan, zorlamaları olmayan, sahici bir film ...

    elsa zylberstein bir harika olduğu, kristin scott thomasın hayatının rolünü yaptığı, philippe claudel muhteşem yönettiği seyredilesi film....
  • kristin scott thomas film boyunca kafamızda itici, soğuk ve kalpsiz bir eski mahkum şeklinde paradigma yaratıyor. ama finalde alt ust olan paradigmayla beraber çok iyi oyunculuğu, yurek burkan senaryosu ile iyi bir dramatik film ortaya çıkıyor. meraklısı için listeye alınacak bir depresifliği var.
    saatlerim boşa gitti diyemem bu film için. finali çok daha başka ve çok fazla sayıda soruları açığa çıkarsa da beklenmedikti ve kristin s. thomas, bir kadının anne olarak portresi'nde çok ama çok guçluydu. sinir bozucu şekilde guçlu. ifade ve mimikleri o role cuk oturmuş.
    juliette rolunun, kemikleşmiş biçimde topluma değil kendine adanmış bir hayatın 15 yılını inatla harcayıp gıkını çıkarmamış olması anlaşılmaz gelse de "ölecek bir çocuğu dunyaya getirmekle bile zaten suçluyum..." demiş olması kadının vasatın çok ustunde bir postmodern ahlaka sahip olduğunu gösteriyor.
    kız kardeş rolundeki elsa zylberstein e ise 10 puan, 10 puan.
  • uğraşılmış, üzerine kafa yorulmuş bir film. ilk başlarda aa ne de kolay adapte oldu hayata cani kadın, bilmemne diye kendini rahatlatanları eminim ki "ulan acaba..." diye düşünmeye ittiyse ne ala. öte yandan, tabii canım ya o kadından cani olamaz zaten diyenleri ise filmdeki manayı anlayamadıkları yönünde teşhis edebiliriz/m.

    herşeyin ötesinde juliette'e ise bayılmamak elde değil. yerli yerinde patlamalar, yerli yerinde duraksamalar, rol için biçilmiş kaftan olmuş kristin scott thomas.
  • jamais je ne t'oublierai..(fr. seni asla unutamam) diye devam eder.
  • fr. uzun zamandır seni seviyorum
  • --- spoiler ---

    "6 yaşındaki ölümcül hasta çocuğuna, daha fazla acı çekmesin diye, kendi başına ötenazi yapıp, karar ve eylemin ve sonuçlarının ağırlığından 15 yıl susarak hapishanede yaşayıp tahliye olup yaşamaya çalışan doktor bir annenin hikayesi" deyin bana, ben bile ne dramlar çıkarırım içinden. yalın, sade, insancıl denmiş, saygı duyarım da, bu da dram mı şimdi. bu dediğim konunun işleniş biçimi ve işlenen yönleri.

    büyükbaba ve küçük kız neden ordaydı mesela, koca tiplemesinin omzu çıktığında büyükbaba kapı ağzında konuştu mu sahi, bana mı öyle geldi. şu bir gecelik birinin evinde toplandılar da jülyet hırkasını almaya döndü ya, büyükbabayla kapı ağzında konuşması neden bir yere bağlanmadı. jülyet annesiyle neden görüştü ya da neden bir kez görüştü. büyük kızın 'annem piano çalmamıza kızar' demesi neden bir yere bağlanmadı. jülyet kafedeki bir serseriyle yatabilirken, neden kendisini anlayan tek insana kapı aralamadı..falan filan. o kadar sorum olduğuna göre belli ki beni aşan bir filmmiş.

    o son sahnede 'burdayım'ı 2. tekrarında jülyet artık geçmişinin gerçekten geride kaldığını, yaşamaya 15 yıl aradan sonra artık başladığını anlattı. bak onu anladım.

    yani bak mesela o polisin intiharı, kız kardeşin günlükleri, ilk iş görüşmesindeki kovuluşu sanki öyle bir geçilivermiş ki, sıradan günlük bir olaymışcasına, alelade..ben konuya bakış açısından hazzetmedim sanırım.

    --- spoiler ---
  • sanki bir insanın hayatına bir süreliğine dahil oldum ve sonra odanın kapısını kapatıp çıktım. o kadar insansı sıcak bir yanı var ki, tıpkı aamir khan'ın filmleri gibi, holivud yapımı birçok filme çelmesini takıveriyor. ne abartılmış ideal yaşamlar ne mükemmel insanlar. sanki yan komşunun hikayesini dinliyorsun, gözlüyorsun. kötü karakterler bile mükemmel kötü değil daha n'olsun?
  • oyunculuk yönünden iki kız kardeşe de bayıldığım,izlerken etkilensem de bir şeylerin eksik kaldığı filmdir.fransız filmi olmasından ötürü daha bir töleranslı yaklaşsam da bu filme,juliette'in kabullenişinin ardından daha güzel bir final beklerdim.çünkü film bunu kaldırabilirdi ama buna pek yoğunlaşmamışlar sanırım.bir kaç replik filmden:

    --- spoiler ---

    "en kötü hapishane çocuğunun ölümüdür.bu hapishaneden tahliye olamazsın."

    "öyle ya da böyle suçluydum.ölüme mahkum etmek üzere,dünyaya bir çocuk getirmiştim."

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap