• ara ara zamanımıza ve günümüz dünyasına daha yakın olan modern edebiyatın yazarlarını, örneğin faulkner’i, kafka’yı, thomas mann’ı, louis ferdinand’ı okurken dostoyevski’nin müthiş bir romancı olduğunu, ama ne de olsa 19. yüzyılın dünyasına ait olduğunu düşünüyorum. bu düşüncem, onun dört büyük romanını her okuyuşumun sonunda darmadağın oluyor ve onun tüm zamanların gelmiş geçmiş ve gelecek en büyük romancısı olduğuna bir kez daha karar veriyorum.

    bu kitaba gelirsek: dostoyevski sanki bir deney yapmaya çalışmış, bir deneme… bir insanın ne kadar iyi olabileceğinin denemesi. hani bu kitapla ilgili sorulan o meşhur “iyi olmak gerçekten mümkün müdür, yoksa bu, biraz da budalalık mıdır?” sorusuna cevap bulmak istemiş. romanı okurken çok sevdiğiniz prens mışkin, bazen sizi bile çileden çıkarabiliyor. öyle anlarda öyle sözler ve hareketlerle ortaya çıkıyor ki, o anlarda siz de romanın öteki kahramanları gibi “budala! budala!” diye haykırıyorsunuz içinizden. haykırıyorsunuz ama bir yandan da ona inanılmaz bir sevgi ve saygı duyduğunuzun farkına varıyorsunuz. “herkes prens mışkin gibi olsa dünyada sorun kalır mıydı?” diye geçiriyorsunuz içinizden. ona kızıyoruz çünkü içinde yaşadığımız ve ihtiraslarımızla oluşturduğumuz bu dünyanın bu kadar iyi bir insanı kaldıramayacağını ve ona hak ettiği cezayı mutlaka vereceğini biliyoruz. en azından hep buna şahit olduk.

    eğer bir erkekseniz ve normalseniz, bu romanda siz de, prens mışkin’le birlikte iki kadına, nastasya filipovna ve aglaya ivanovna yepanchin’e aşık olmalısınız. en azından hayran olmalısınız. şimdi 21. yüzyılda yaşıyoruz. artık kadınlar bir erkeği tercih etme nedenlerini gizlemiyorlar: kendine güvenen, maddi durumu iyi, kariyer sahibi, esprili, vs… oysa bu iki genç kadın, çevrelerinde tüm bunlara sahip yığınla erkek fink atarken, onlar prens mışkin’e tutkundurlar. hiç kimsede göremedikleri gerçek iyiliğe, gerçek saflığa aşıktırlar. ona bir yandan bu kadar iyi olduğu için öfkeyle “budala! budala!” diye isyan ederlerken, öte yandan, aslında onu bu kadar sevmelerinin gerçek nedeninin de bu budalalık derecesindeki saflık olduğunun bilincindedirler. düşünüyorum da bugün dünyada kadınlar nastasya filipovna ve aglaya yepanchin gibi olsalar, belki erkeklerin çoğu prens mışkin gibi olurlardı. ama bu da budalaca bir düşünce, çünkü öyle kadınlar ancak romanlarda karşımıza çıkıyor. ve tabi prens mışkin gibi erkekler de...
  • dostoyevskinin bu romanında; aglaya ivanova yepanchinanın prens miskine yazdığı şöyle bir mektup vardır ki allah kimseye böyle mektup almak nasip etmesindir.

    "prens mışkin!
    eğer bilinen olaydan sonra köşkümüzü ziyaretinizle bizi şaşırtmaya niyetliyseniz, memnun kalacaklar arasında beni bulamayacağınıza emin olabilirsiniz.
    aglaya yepanchina"
  • hayatimi altust eden aglaya ivanovna yepançin karakterine sahip, bana gore dostoyevski'nin suc ve ceza'dan sonraki en iyi kitabi..

    bir ask romanidir budala herseyden once.. oyle asklar vardir ki icerisinde, hangisi daha guclu, hangisi gercek ask bilmek nerdeyse imkansizdir..

    miskin aslinda tam anlamiyla durustluk timsalidir, icinde ne varsa hepsini disari yansitir, yalan soyleyemez, dalavere yapamaz, kimseyi aldatamaz ve iste bu derece durustluk onu budala yapar.. dostoyevski mumkun dunyalarin en iyisinde mutlak durustlugun budalalik oldugunu gosterir bize.. ve prens mişkin'in seruvenleri bize ideal insanin neden hep loser olacagini aciklar..

    prens miskinin gozlemleri ile birlikte insan psikolojisini anlariz.. duzenbazindan, fahisesine, katilinden, hastasina (terentyev); kardeslikten, ebeveyne; komsuluktan, avamliktan, asilzadelige butun bir toplum ele alinir romanda.. bu durum dostoyevski'deki balzac etkisini de gosterir ki bir diger etki nastasya filipovna karakterinde gorulur.. nastasya bir balzac kadinidir (bkz: aglaya ivanovna yepançin/#21171278) ve olgunlugu, guzelligi, kotulukler icerisinde ruhun temiz kalma cabalarini simgeler..

    dostoyevski, diger romanlarinda oldugu gibi bu romanda da kendi hayatindan bir cok kesit anlatir, belki de en cok etkileneni budaladir.. sara hastasidir ve prens miskin'de bu nobetleri goruruz, olume mahkum edilmis ve son anda kurtulmustur, dunyaya son bakislarini anlatir; babasiyla sorunlari vardir rogojin'in oykusunde buluruz benzerligi, avrupa seyahatleri, asklari vs vs..

    budala'daki mişkin karakteri, karamavoz kardeslerin alyosa'sinin onculudur.. romandaki en ilginc karakterlerden biri de ippolit terentyevdir.. bir cok kisi romandaki ask'in sonucunun meraki icinde, terentyev'in oldugu kisimlari sıkıcı bulabilir belki, ama dostoyevski'nin hep yaptigi tanri sorgulamalarinin en kritik yerlerinden biridir bu kisimlar..

    ask romanidir demistim entry basinda ama romandaki asklardan hangisi gercek ask hangisi daha guclu bir ask, her okuyucuya gore farklidir sanirim.. (bundan sonrasi spoiler icerebilir..)

    gazetelerde 3. sayfa cinayetlerine konu olan asklardan, rogojin'in hem kendini hem askini oldurecek kadar guclu olan karsiliksiz aski mi; nastasya'nin kendini ona layik gormedigi icin miskinden uzaklastirdigi sadakat, koruma dolu aski mi; miskin'in nastasya'ya duydugu merhamet mi gucludur?.. yoksa miskin'in aglaya'ya yada aglaya ivanovna'nin miskin'e olan kiskanclik dolu aski mi.. kavusamayinca ask olur derler ya yoksa hepsi birden mi..

    acaba hangisi secilmeli sevgi mi emek mi.. olesiye seven mi, olduresiye seven mi.. gizemleri, hirslari, kiskancliklari olan mi, ruhu dinginlesmis avuc ici kadar mutluluk pesinde olan mi.. miskin mi rogajin mi, nastasya mi aglaya mi.. nden hicbiri mutlu olamiyor sonunda.. hem mutluluk nedir.. ''o değilde doyumsuzluk mu tatminsizlik mi kölelik mi ?? garip duygular içindeyim yine ben...ölüp gidecez.yaşarken sanki çok action vardıda gözümüz arkada kalacak''

    kitabi bitirdiginizde ofke ile tam bir budala dersiniz.. aglaya ivanovna yepançin oyle demis en azindan.. öyle işte.
  • uzun zaman önce okuduğum dostoyevski romanı, hatrımda kaldığınca analiz etmeye çalışacağım.

    öncelikle romanın yazıldığı dönemden bahsetmemiz gerekir. öğrenebildiğim kadarıyla roman 1868 ve 69 senelerinde yazılmıştır. 1861 senesinde ise rusya'da serflik kaldırılmıştır, ki yanılmıyorsam avrupa'da serfliğin en geç kaldırıldığı ülke rusya'dır. nerede okumuştum hatırlamıyorum, aradım mamafih bulamadım, bir yerlerde yazıyordu rusya'da devrim olacağının sinyalleri dostoyevski ile verilmişti, bilhassa suç ve ceza ile. suç ve ceza'nın ise ilk iki kitabı 1866 senesinde yayınlanmış. çar ii.alexander rusya'yı batılı yapmak ister iken batı felsefesine, yaşam tarzlarına dahil ögelerde hızla rusya'da meşhur olmaya başlamıştı. bu noktada şunu diyebiliriz ki dostoyevski rus çarlığı'nın sanayileşip kapitalizme geçişini gözlemlemiş olduğu kadar bu hızlı değişim esnasında kendisini rusluğa ve hıristiyanlığa, bilhassa ortodoksluğa dayandıran rus sosyetesi ile kendisini nihilizm ve radikalizmin kollarına bırakmış olan genç nesil arasındaki ikiliği de gözlemlemişti. konuyla ilgili olarak başka bir dostoyevski romanı için şuraya buyrunuz (bkz: besy/@flavius aetius)

    başka bir husus ise dostoyevski romanı avrupa'da balayında iken yazmıştır. kendisinin eşi ve aynı zamanda yazılarını editleyen kişi olan anna grigoryevna snitkina ile 1867 senesinde evlenmiştir. yaklaşık bir sene sonra ise ikisinin ilk çocuğu olan sonya doğmuş, fakat zatürre sebebiyle üç ay sonra ölmüştür. kız evladının vefatından çok etkilenen dostoyevski budala'yı yazmaya koyulmuştur, ilk başta ana karakter olarak düzenbaz, ahlaksız bir kişinin romanını yazmak istemektedir. fakat bern'de iken hans holbein der jüngere'ye ait olan ölü isa tablosunu** görmüş ve bütünüyle iyi, hiçbir karşılık beklemeden iyi olan insanın protagonist olacağı bir hikaye yazmaya karar vermiştir. dostoyevski'nin etkilendiği tablo ise şudur. dostoyevski ise kitapta tablo hakkında şöyle demiştir:

    "when you look at the corpse of this tortured man, a particular and curious question arises: if all his disciples, his chief future apostles, if the women who followed him and stood by the cross, if all those who believed in him and worshipped him had seen a corpse like that…how could they believe, looking at such a corpse, that this sufferer would resurrect?"[1]

    daha önceden bir not almıştım, ama kitabı arkadaş hacıladığı için şu anda ulaşamıyorum, prens mışkin'in isviçre'de tedavi gördüğü hastahane kuvvetle muhtemel devrin psikoloji alanında merkezi olan ve eugen bleuler, carl gustav jung gibi ünlü bilimadamlarının çalıştığı burgholzlidir*.

    --- spoiler ---

    dostoyevski kitabını "niyetim bütünüyle güzel bir insanı anlatmaktır." şeklinde açıklamış. başlayalım o vakit.

    yazarın bütünüyle güzel bir insan olarak tanımladığı kişi prens mışkin sara hastasıdır ve hem tedavi masraflarını karşılayacak maddi gücünün olmaması hem de aldığı bir mektup üzerine rusya'ya döner, trende de bir başka karakter olan rogojin ile tanışır. mışkin o kadar iyi niyetlidir ki, ilk başta onun akli seviyesini beğenmeyenler zamanla onun zekasına hayran kalıyor olsalar da kendisinin iyi niyetli davranışları toplumda kabul göremeyecek, beklenmeyecek düzeyde olduğundan dolayı budala* olarak adlandırılmasına sebebiyet vermektedir.

    prens mışkin, rogojin'in babasının parasından çalıp uğruna hediyeler aldığı nastasya filippovna'nın bir fotoğrafını görür, onun çok hüzünlü, acı çeken; fakat aynı zamanda çok güzel olduğunu fark eder. hazır bunu demişken şu şiiri de söyleyelim (bkz: #972336) fotoğraf demişken ufak bir parantez açalım. nerede okudum hatırlamıyorum, fotoğrafın şöyle bir hikayesi vardı, aklıma gelmişken konuyla alakasız olmasına rağmen bundan da bahsedeyim:

    "vaktinde çin'de simya çok popüler iken imparatorlardan birisi de diğerleri gibi kendisini ölümsüz kılacak olan yaşam iksirini ister. simyacılar çalışır, çabalar, en sonunda bir iksir elde ederler. elde ettikleri iksiri içen imparator zehirlenir ve ölür, yine de simyacılar başarılıdır. çünkü elde ettikleri iksir fotoğrafları banyo etmekte kullanılan sıvıdır. bir bakıma simyacılar ölümsüzlüğü yakalamışlardır, bir anlık ölümsüzlük olsa da. dolayısıyla diyebiliriz ki simya kimyayı doğurdu."

    iyi kötü başat üç karakteri tanıdıktan sonra başlayalım. mışkin dediğim gibi saftı, saf olduğu için de toplumda yeri yoktu. her ne kadar davranışları bakımından aleksey fyodoroviç karamazov'a benzetiliyor olsa da bana kalırsa benzediği kişi ilginç bir şekilde ivan karamazov'dur. (bkz: ivan karamazov/@flavius aetius) insanlar prens mışkin'e danışırlar, çünkü kendisi olaylardan sıyrılabilir. katıksız bir iyi olduğu için olaylardan sıyrılıp yorum yapabildiği ölçüde olayın içinde de kalabilir. ivan karamazov'un tabiri ile:

    "hiçbir şey anlamıyorum, anlamak da istemiyorum. olaylarda kalmak istiyorum. anlamamaya karar vereli çok oluyor, anlamak istersen olaydan sıyrılmak gerekir, oysa ben yalnız olayda kalmak istiyorum."

    devam edecek olursak prens mışkin nastasya filippovna'ya göre her ne kadar saf bir kişi olsa da çevresindeki çoğu insandan daha temiz, daha namusludur. yine ivan karamazov'dan gelsin:

    "the more stupid one is, the closer one is to reality. the more stupid one is, the clearer one is. stupidity is brief and artless, while intelligence squirms and hides itself. intelligence is unprincipled, but stupidity is honest and straightforward."

    ufak bir alt başlıkla başlayalım.

    quo vadis?:

    quo vadis nobel ödüllü polonyalı yazar henryk sienkiewicz'in* bir romanının adıdır. incil'de şöyle geçer:

    "şimdiyse beni gönderenin yanına gidiyorum. ne var ki, içinizden hiçbiri bana, 'nereye gidiyorsun?' diye sormuyor."[2]

    isa mesih'in bunu deme nedeni imparator neron'un*** zulmünden kaçan petrus ile karşılaşması. petrus ona sorar "quo vadis?" diye isa'da cevaplar: "roma'ya, yeni baştan çarmıha gerilmeye gidiyorum çünkü sen benim kurtaracağım insanları bırakıp kaçıyorsun." velhasılı kelam ucundan kıyısından incil'i okumuş olanlar bilirler ki isa mesih kendisini insanların çobanı olarak görürdü. işte bizim baş karakterimiz prens mışkin'de bir fotoğraftaki hüznü fark edip onu içselleştirecek kadar saf, güzel duygulu bir adamdı.

    ***

    şimdi başa dönelim, dostoyevski'nin etkilendiği holbein tablosuna. dostoyevski'nin tablodan bu kadar sıklıkla bahsetmesi aslında onun dine yaptığı vurgu olduğu kadar insanlığın da gittikçe yozlaşmış olduğuna yapılan bir vurgudur. bunu yine hıristiyanlıktan açalım.

    ikonaklazmı yani diğer adıyla ikonakırıcılık eylemini gerek protestan isyanları sırasında katolik kilisesi'ne yapılan saldırılarla kendisini göstermiş olsun gerekse doğu roma imparatorluğu'nda ortodoks kilisesi arasında özellikle 6.-10.yylar arası yaşanmış bir mücadele olsun genel olarak tanımlamak istersek o da bir kültürün dini ya da kültürel motiflere saldırısıdır; dolayısı ile o kültürün içişlerinde yaşanan değişimden dolayı ortaya çıkar. belirtmemiz gerekir ki o da motiflere saygı duyanlara iconolater denilmesidir. dostoyevski her ne kadar resme saygı duymuş olsa da resimden hareketle yaşadığı toplumdaki yozlaşmaya saldırmıştır. dolayısıyla prens mışkin saf olduğu kadar toplumun bencilliği ve kötücüllüğünü okurlara yansıtan bir aynadır. bir diğer nokta ise ortodoks kilisesi'nin isa'yı genel olarak genç ve diri iken gösterdiği ikonalardır; çünkü fi tarihinde ortodoks kilisesi isa'nın acı çeken ikonalarının paylaşılmasını yasaklamıştır. tabii bu yasak ne süre sürdü hatırlamıyorum, aramaya da üşendim. ama şunu belirtelim:

    daha öncede iddia ettiğim gibi prens mışkin'i anlayabilmek için onu ivan karamazov ile paralel olarak okumak gerekir. ivan reyizin yazmış olduğu bilmem kaç sayfalık velikiy inkvizitor monologunu budala kitabı için uyarlarsak bir yerlerde aglaya ivanovna yepançin prens mışkin'i suçlar, hatırladığım kadarıyla şu şekilde: "sende duyarlılık yok, sadece gerçeğe değer veriyorsun ve bu durum hiç de adil değil." ivan karamazov'un tabiri ile: "insanların iyiyle kötüyü diledikleri gibi seçmek hakkına pek değer vermediklerini; rahatı, hatta ölümü tercih ettiklerini unuttun mu?"*

    ***

    prens mışkin'in diğerlerinden farklı olması onun bir budala olarak daha mantıksız ya da daha çocukça düşünmesi değil; tam aksine onun önem verdiği gerçekler ile içinde bulunduğu topluluğun gerçeklerinin birbirlerine taban tabana zıt olmasıdır. bu gerçekler ise yalnızca materyal bazda değildir, aynı zamanda ruhsal anlamda da değildir; budalamız çevresindeki insanlara göre bilinçaltı ile daha yakından ilişkilidir (bkz: farkındalık/@flavius aetius)**. bu yüzden aglaya yepançin budalayı "ruhsuz" olmak ile suçluyordu diyebiliriz. yine de onu anlayanlar, ilginçtir, aynı kadını seven düzenbaz rogojin ile kendini beğenmiş nastasya filippovna'dır; bir bakıma toplum tarafından dışlanmış insanlar. ama tekrar vurgulamakta fayda var, budala prens'in yardımseverliği ve iyiliği toplum için zararsız değildir; bu sebepten dolayı da kimileri ondan korkarlar[3].

    budala'nın insanların iyiliğini düşünmesi ve empati kurabilmesi ise diğer insanlar tarafından kurulan düzene zarar verici özelliktedir. tekrar tekrar aynı bakınızı veriyorum (bkz: velikiy inkvizitor). büyük enginizasyoncu'dan bir alıntı daha yapacak olursak:

    "en koyu vicdan sırlarını, her şeyi, her şeyi bize taşıyacaklar, biz de hepsine yol göstereceğiz. kararlarımızı sevinçle kabul edecekler, çünkü bu şekil onları bugünkü şahsi serbest karar verme azabından kurtaracak. böylece başlarında onları idare eden birkaç yüz bin kinin dışında kalan milyonlarca insan mutlu olacak. "

    --- spoiler ---

    [1]: http://apolotheo.wordpress.com/…novel-can-teach-us/
    [2]: yuhanna'nın incili, 16:5
    [3]: thoughts on the idiot by dostoyevsky, hermann hesse, my belief:essays in the life and art, 1919.
  • --- spoiler ---

    kitabın sonunda kendisinden para istemeye gelmiş keller'e prens mişkin'in yaptığı kendisiyle ilgili zeka ve kinaye dolu uzun açıklamadan sonra dili tutulmuş keller:

    -peki nasıl oluyor da size budala diyorlar?

    --- spoiler ---

    işte katharsis mi diceksiniz, özdeşleşme mi, kendini gerçekleştirmek mi bilemiyorum ama nesli tükenen, iyi niyetli, yedirilmeye çalışılan her bir kazığın farkında ama yine de iyi niyetini kaybetmemiş, çevresindekilerin onun iyi niyetini fark edemeyecekleri kadar budala olduğu bir dünyada budala damgasını yiyen "insan"ın romanı*.
  • dostoyevski budala'nın daha ilk sayfalarında, saf, temiz, her türlü çıkardan, mevkiden, statüden azade, ölüme kadar süren aşklara dair bütün bir dünya külliyatıyla hesaplaşır, dalgasını geçer ve çöpe atar. romanın daha ilk çeyreği biterken prens mişkin'le nastasya filipovna karşılıklı aşklarını ilan etmiş ve düğün tarihini belirlemişlerdir, kavuşmaları yakındır. bu tür mutlulukları romanların, ya da filmlerin sonunda görmeye alışık olan bizler de, "ee, sonra ne anlatacak bu adam?" diye içimizden geçirmeye başlamışızdır. derken, tam da düğün günü, nastasya uğursuz rogojin'le kaçar, ki bu dostoyevski'nin hülyalara dalmış olan bizlere, gerçek hayata dönmemiz, uyanmamız, ya da büyümemiz için attığı sıkı bir tokattır. zaten romanda prens mişkin'in budalalığı bu bağlamda ele alınır. mişkin, olaylar hakkında son derece isabetli gözlemler yapabilen, doğru yargılara varabilen birisidir, yani öyle budala filan sayılmaz, dostoyevski'nin onu budala olarak adlandırmasının temel nedeni, saf ve temiz aşkın olabilirliğine olan sarsılmaz inancı ve bu aşkı elde etmek uğruna umarsızca çaba göstermesidir. zaten çoğumuzun hayatında, mişkin olduğumuz bir dönem vardır.
  • dostoyevskinin bir karakteri, prens mışkin. bir arkadaşım şöyle bir iddia atmıştı ortaya:
    prensin budalılığı hem çok ahlaklı olmanın, sahip olduğu peygambervari özellikleri korumanın hem de aynı anda dünyevi isteklerine ulaşmanın mümkün olduğunu zannetmesindedir.
    öyle midir?
    evet, biraz öyledir.
  • çok acaip bir klasik. ecinnilerden sonra budalaya yatay geçiş yaptım. için dışım dostoyevski oldu. bir enternasyonel, bir nihilizm, slavlar avrupalılar derken mon dieu bir bakmışım rusyanın toprak reformu ana sorunum olmuş. kitap karakter dolu o kadar ki ortalarında bir bulmaca gibi karakter çözümlemesi yapmam gerekti . harf hataları ve subjektif kısa cümlelerim ile yazılmış bu entry im kitaba başlayacaklara hediyem olsun.

    prens mışkin-romanımız budala kahramanı, evlatlık olarak yetiştirilmiş, ilk başlarda fakir ancak sonraları mirasa konan budala teşhisli, kitabın en akıllı adamı.
    nikolay andreçeviç pavlişçev- prensi çocukken koruyan kimse
    nastasya filippovna (n.p.)- toplumda kötü kadın olarak bilinen rogojin'in aşık olduğu kadın
    rogojin-presn mışkin'in trende tanıştığı miras yedi
    afanasy ivanovich totsky-n.p.'nin babası
    gavrila ardalionoviç ivogin-n.p. nin mecburi talibi, aglaya'ya aşık kişi
    draya alexevra - n.p.'nin arkadaşı
    kolya-gavrila'nın abisi
    varya- gavrila'nın kız kardeşi
    ivan petrovich ptitsyn- varya'nın talibi
    general ardalion alexsandrovich ivolgin- gavrila ve kardeşlerinin babası
    ippolit terentiev-generalin metresinden oğlu
    keller -prensin arkadaşı
    antip burdovsky- prense miras davası açan ancak sonra arkadaşı olan kişi
    marie- prensin eskiden aşık olduğu kız
    ferdişçenko- pansiyoner
    ivan fyodoroviç- yepançinler ailesinin babası
    lizaveta prokofyevna- yepançinler ailesinin annesi. prensin uzak akrabası olması olasıdır.
    alexandra yepançin-kızları
    adelaida -kızları
    aglaya ivanova (a.i.)-yepançinlerin en küçük kızı, prense aşık
    yevgev pavlovich ramdosky- a.i.'ye talip
    prince ş. - a.i.'ye talip
    lebedev- prensin arkadaşı
    vera lukyanova lebedeva-lebedev'in kızı
    princess belekonskoya- yepançinlerin aile dostu ve aglayanın vaftiz annesi
  • aklı başında bir yaşta, yani şimdi okumaya başlayıp yarıladığımda; neden bu denli büyük bir eser, neden bir klasik olduğunu daha iyi anladığım roman.

    evet, daha kitabı henüz ortaladım ve gönül rahatlığıyla diyebilirim ki budala klasiklerin en büyüğü bence.
    her satır, her cümle, her metafor dolu dolu o kadar hayatta ki, insanın prens mişkinle sohbet edesi geliyor. bu kadarı mübalağası olsa da işin; en azından babalar gibi rusça bilip babalar gibi orjinalinden okumak isterdim bu muhteşem romanı.
  • cok ilginctir, bu kelimenin kokeni, aslinda antik yunan'a dayanmaktadir.

    bildigimiz gibi o zamanlar, polis adi verilen sehir sakinleri, gercekten isleyen bir demokrasi icerisinde, tamamiylen oy verme, devlet islerine karisma ve benzeri aktivitelerde bulunma yetkilerine sahiptiler. hatta bu komuniteler icerisinde, eger ozgur bir insan iseniz (ki ozgurluk burada, yalnizca toplumun %10'u filan olan insanlar icin gecerli, geri kalan %10 bu ozgur erkeklerin ozgur esleri olurken, oteki buyuk %80 ise kolelerden olusurdu) butun bunlari yapmak zorundaydiniz zaten bir nevi, ahlaki olarak. ancak tabii kimse sizi, ozgur oldugunuz icin "yap lan" diye zorlayamazdi.

    yine de bunlari yapmayi reddeden, "ya ben kendi capimda takilmak isterim" diyen birtakim zipciktilar da olmuyor degildi. iste bu tur "tamamiylen kendini yoneten", "devleti ve devlet islerini pek takmayan" insanlara, "idioté" denmekteydi.

    gunumuzde halen daha politik cevrelerde kullanilmasi normal karsilanabilir bir olcude, ancak tabii ki kimse, artik kelimenin gecirmis oldugu anlam kaymasi nedeniyle kullanmaz.
hesabın var mı? giriş yap