• [mehmet ali birand'ın ölümünden iki gün sonra yazılmıştır]

    ünlü bir insan oluyor. o insanın eski ve büyük bir günahı oluyor. denk gelmiyor, yazmıyorsun. sonra o insan ölüyor. sözlükte arkasından methiyeler düzülüyor. yazanların ne kadar genç olduğu, genç olmayanların da nisyan ile malul olduğu, aralarında on yıl öncesini bile hatırlayanların azınlıkta olduğu yüzüne çarpıyor. insanlar asıl sevdiklerinin ölen değil, kendi çocuklukları, anıları olduğunu kavramadan "küçüktüm, hep televizyona çıkardı, izlerdik" cümlesini sayfalarca övgü, hayranlık, gözyaşına dönüştürüyor. uzaktan izliyorsun. iyi de bir de şöyle bir konu vardı diyecek oluyorsun, tereddüt ediyorsun. sussan gönül razı gelmiyor, konuşsan yakışıksız oluyor.

    işte bu duruma bir daha düşmemek için şöyle bir yol buldum: sayın hasan cemal, sizden uzun yaşarsam arkanızdan edeceğim lafları şimdiden yazdım, aşağıya iliştiriyorum. buyurun obituary'niz, siz de okuyun, vereceğiniz bir yanıt, sözleyeceğiniz bir söz, dileyeceğiniz bir özür varsa, hala hayattasınız.

    >>>
    iyi bir gazeteciydi. mesleğini seviyordu. demokrat ve liberal bir insandı. cumhuriyet gazetesiyle takışması sırasında yeni yetmeydim, acayip gıcık kapmıştım. bugünkü aklımla baştan sona haklıymış diyorum.

    hiçbir zaman içini gerçekten acıtan bir konuyu dert edinip isyan etmedi, kampanya düzenlemedi, iktidarlarla risk göze alarak takışmadı. yazılarında her zaman ılımlı, uzlaşmacı oldu. hepimizde olduğu gibi onun da kafasında var olan, "hayali okuruyla" hiçbir zaman ters düşmedi. arada bir bağıntı var mı bilmiyorum, fikirlerine hak verdiğimde bile üslubunu hep biraz yavan bulmuşumdur. bir de arada futbol yazardı, sözleri yüzbinlere ulaşan ünlü bir gazetecisin, erişkin bir insanın böyle bir gücü, tutup da maç eleştirisi için kullanmasını her zaman yadırgamışımdır.

    fakat bütün bunlar bir yana... alnında öyle bir leke vardı ki, olumlu olumsuz diğer tüm değerlendirmeleri geri plana atıyor. özeleştiriyle, pişmanlıkla, özürle temizlenir miydi, ama zaten denemedi bile.

    2002-2003 yıllarıydı. abd ırak'ı işgale hazırlanıyordu. bu, en ufak haklı bir gerekçesi bulunmayan, uluslararası hukuğa tamamen aykırı, tümüyle yalana dayalı bir savaştı. bush-cheney ikilisi zekamıza hakaret eder gibi ırak'ta kitle imha silahları olduğunu, hem ırak'a demokrasi götürmek istediklerini söylüyor, diğer ülkelerin yanı sıra özellikle türkiye'yi de peşinden sürüklemek istiyorlardı.

    akp sürpriz bir sonuçla tek başına iktidar olmuş, tayyip erdoğan yasaklı olduğu için milletvekili seçilememişti. asker, medya, yargı, erdoğan, gül, arınç bir sürü yarı bağımsız güç odağı mevcuttu, puslu günlerdi. savaşla ilgili olarak ortada çok büyük paralar döndüğü konuşuluyordu. işgalden sonra aydın doğan'a kuzey ırak'ta çok büyük ihaleler söz verildiği rivayetleri dolaşıyordu. müslümanlar da dahil az buçuk vicdan sahibi olan herkes savaşa ve türkiye'nin müdahil olmasına karşı çıkıyordu, seslerini çok az duyurabiliyordu.

    doğan medyası o günlerde bütün etkili kalemleriyle, mehmet ali birand, cengiz çandar, hasan cemal, ismet berkan'ıyla, hep beraber savaş çığırtkanlığı yaptı. komşunun felaketinden pay kapmaya çalıştılar. ulusal çıkarlardan girdiler, jeopolitikadan çıktılar, kabul etmezsek dediler, aman ne korkunç senaryolar çizdiler, borsa çöker, ekonomik kriz, amerika'nın düşmanlığı dediler. o çok demokrat, liberal, özgürlükçü kalemler biz müdahil olmazsak kuzey ırak'ta kürtler özerklik kazanırsa felaketimiz olur diye ağlaştılar. ırak'lıların türk askerlerini bayraklarla karşılayacağını iddia ettiler. kürt sorununa bu sayede çözüm bulacağımızı söylediler.

    hasan cemal "savaşı istemiyorum ama olacaksa biz de yerimizi almalıyız" dedi. savaşa karşı mitinge mi katıldı, amerika'yı telin mi etti? hayır. enerjisini, gücünü, mehmetçik'in felluce'de konuşlanması için kullandı.

    tezkere şansın da yardımıyla geçmedi. [en büyük şans faktörü, beklediğinden çok fazla sayıda milletvekili çıkartan taze iktidar akp, yanlışlıkla arada daha devlet refleksi edinememiş, vicdan sahibi, sıradan insanları da kapıdan içeri sokmuş, o oldu] amerika ırak'ı işgal etti. saddam devrildi. ırak halkı üçe bölündü. sunni'ler ve şii'lerin bir kısmı işgale karşı direndi. direniş yıllarca sürdü. koalisyon güçleri on bine yakın kayıp verdi. ırak halkının kayıp sayısı hiçbir zaman öğrenilemedi ama yüzbinler, belki milyon seviyesinde olduğu düşünülüyor. 2011 yılında amerika askerlerini geri çektiğinde geride enkaz altında, istikrarı pamuk ipliğine bağlı, kırılgan bir ülke bıraktı.

    savaşa girmeyen türkiye'nin itibarı tüm dünya kamuoyunda tarihinin en yüksek seviyesine çıktı. borsa patlamadı. o yıl eurovision'u kazandık. birkaç yıl sonra avrupa birliği krize girdiğinde fazla etkilenmedik. amerika'yla ilişkilerimiz bozulmadı. dış ticaretimiz bilmemkaç katına çıktı. [arada doğrudan neden sonuç vardır demiyorum, o kadarına aklım ermez, ama belki de vardır. "bush'un fedailiğini üstlenmezsek ülke batar" demek siyasi analizse bu da siyasi analiz] sonuçta punduna getirince komşusunu düdükleyen ülke etiketi edinmekten kurtulduk. [ta ki on yıl sonra suriye'de iç huzursuzluklar baş gösterene kadar] binlerce, belki onbinlerce mehmetçik'i şehit vermekten kurtulduk.

    ve zamanında savaşa girmeliyiz diye ağlaşan o yazarlar hiçbir zaman özür dilemediler(1). ne aptalmışız, gözümüzü dolar bürümüş, aydın doğan'ın kazanacağı ihaleler beynimizi kemirmiş, iyi ki bizim dediğimiz olmamış, gencecik insanların kanına girecektik, allah korumuş, bizi affedin demediler. köşelerinde çok derin analizler yapmaya, barış, demokrasi, kardeşlik demeye devam ettiler. birbirlerini övdüler. öldüklerinde birbirlerinin arkasından çok büyük gazeteciydi diye övgüler düzdüler.

    hasan cemal, dünya görüşü, kariyeri, tüm hasletleri bir yana, ülkesi haksız ve felaketle sonuçlanacak bir savaşın lejyonerliğini üstlenmeye sürüklenirken pırıl pırıl takım elbiseleri, yakışıklı suratı, özenli türkçesiyle, serinkanlı bir üslupla fayda zarar hesabı yapan, savaşmayı ülke çıkarları açısından daha uygun bulan o gazetecilerden biriydi.
    >>>

    sayın hasan cemal, yukarıdaki yazıyı ufak değişikliklerle yazabileceğim tek kişi siz değilsiniz. aralarında yine en yakın bulduğum siz olduğunuz için sizin hakkınızda yazdım. ama en azından özür dilemeden emr-i hak vaki olursa benden alacağınız not budur, biliniz.

    [1] savaşa girmek için elinden geleni yapan tayyip erdoğan da özür dilemedi. ama o konu dışı. ekmek standartlarına, mimariye, osmanlı tarihine, insanların kaç çocuk yapması gerektiğine kadar o herşeyi bilir, o hata yapmaz.
  • 10 numara akp yandasi bu adamin milliyet gazetesinden atilmasi soz konusuymus. erdogan demiroren talimat vermis, hasan cemal ve can dundar'in yazilarina son verin diye. derya sazak razi olmayinca ikisinin de yazilarina ara verilmesi kararlastirilmis. ya da kendi yazdigi gazete de dahil, yalaka basin agziyla soyleyelim "basbakan talimat verdi, hasan cemal birakiyor".

    once aciktan muhalifler atildi, herkes normal buldu. bunlar cogunlukla kemalist'ti veya solcuydu. ardindan nuray mert, banu guven gibi hem nalina hem mihina vuranlar atildi. sira hasan cemal gibi her asamada hukumete destek olmus, sendikalar teror orgutu sayilirken, ogrenci gruplari teror orgutu sayilirken sureci gormezden gelen, aksine sureci demokratiklesme olarak teshis edip alkislayan, yargiyi akp'ye tam teslim eden 12 eylul referandumunda destek verenlere geldi.

    "liberal", turkiye'de bilindigi gibi yapisi itibariyla muhalif olamayan insanlara deniyor. cuneyt ulsever gibi gercekten liberal olup da ilkeli olanlar da kovulanlarin arasina katiliyor. ama bir de cogunlugu olusturan kerameti kendinden menkul her donemin adami liberaller var. misal bu adamlar 28 subat'a karsi cikiyorlardi degil mi? simdi hepsi agliyor "ah ne zor bir donemdi" diye. o donemde askerin siyasette etkisini elestirmistir mesela hasan cemal dogrudur. ama liberal oldugundan mutlaka sistem ici birilerine yanasmak zorundadir. haliyle o donemde demirel'in tavrini alkislayan onlarca yazi da yazarlar. demirel'in demokratik tavrini overler, hukumet de yanlis adimlar atiyordur vs vs.

    yillardir da hukumetin en buyuk destek ayaklarindan biri oldular. her laflarina "ak parti doneminde vesayet rejiminin sona ermesi icin atilan adimlar yadsinamaz" diye basladilar. insanlarin gordugu baskiyi, gittikce artan istibdati, mezhep ayrimciligini gormezden geldiler.

    tabi liberaller dinciler gibi bir yola tam olarak bas koymazlar. akilli olduklarindan arada da elestirirler. ama orana dikkat ederler, bir elestiri yazisi yazacaksa mutlaka sonunda bir chp'ye sallar. aman yoksa bunlara da "endiseli modern" falan derler degil mi? es kaza elestireceklerse, ardindan 3 gun overler. basbakan'dan azari yiyince utanmadan ilk yazisinda hukumeti ovguye bogar, goze girmek icin ulkenin modern insanlarinin aslinda ne kadar bagnaz oldugunu ispatlayacak polemiklere girerler.

    liberalleri taniyoruz. mayalarini biliyoruz. hasan cemal de yazilarina ara verir. sonra doner, hic bir sey olmamis gibi yazar, baris sureci, ak parti doneminde biten vesayet donemi, sivillesme, avrupa birligi... yazar da yazar. ama ahlakli ve direngen bir tutum sergilemezler.

    gunun birinde bu adamlar iktidardan gitsin bu sefer baslarlar "o donemdeki hatalari da biz elestirdik" diye. diyorum ya adam liberal. ne yapacaksin, elini tasin altina koyacak degil ya.
  • ugur mumcu'nın yıllar once "bazıları ilham gelince yazar; bazıları ilhan* gelince yazar." diye dalga geçtiği rivayet edilen gazeteci-yazar.
  • karayılan'a nasıl ulaşabildiği lüzumsuz meraklara ve "devlet neden ulaşamıyor o zaman" türünden yersiz sorulara yol açmış yazardır.

    ilki için şu denebilir: sen yazdıkları ciddiye alınan bir gazeteci ol ve karayılan'a* ulaşmak iste, sen de ulaşırsın. pkk mars'ta değil ki. hasan cemal elinde gazeteden kesilmiş bir fotoğrafla, bakkala muhtara sora sora bulmuyor ya karayılan'ı. avrupa'da ya da kuzey ırak'ta, hatta belki türkiye'de yasal olarak ortalarda dolaşan birilerine talebini iletiyor, o talep dolaylı/dolambaçlı yollardan karayılan'a ulaşıyor, karayılan da görüşmeyi kabul edip ulaşım kanallarını hasan cemal'e açıyor. böyle oluyor. o kanallar bir suikastçiyi oraya taşımaz.

    ikincisi ise şöyle cevaplanabilir: karayılan'ın yerinin bilinmediğini nereden biliyorsun? devletin hasan cemal'in başvurduğu aracılara da ihtiyacı yok. muhtemelen biliyor, izliyorlardır. apo'nun da evini biliyor ve gözlüyordu, ama öldürmedi devlet. niye öldürsün? pkk'yı bitirir miydi, yoksa devletin otuz yıldır izlediği, ne durumda ne yapacağını az çok tahmin edebilldiği bir pkk lideri yerine on tane lider adayının çıkıp örgütün parçalara ayrılması ve bu parçaların eylem yarışına girmesiyle mi sonuçlanırdı apo'nun öldürülmesi?

    iyi ki devlet kahvehane sohbetlerinde pkk'yı "bitiren" vatandaşlarından daha akıllı! ha bu akla yıllar içinde ulaştı, o zamana kadar kahvehane ve asker zekâsıyla pkk'yı bu hale getirdi ya neyse, olan oldu artık...
  • "oh olsun!" demiyorum. demek sacma. olan olaylar korkutuculugu gecti artik. korktugumuz seyler oluyor. liberallerin kullanildigi, isin sonunun nereye gelecegi belliydi. bunlar soylendiginde "ucuz" oldu insanlar. ongoru diye bir sey var. gecmisten bilinen olaylar var. her seye gozleri kapamak ve her sey sifirdan baslamis gibi yapmak sacmaydi ama herkes oyle davrandi. herkes karsidakini kendi ideallerindeki bir yapi olarak gordu. ama pratikte her sey cok farkli sonuclar verdi.

    demokrasi de diger ideolojiler de eger amaca hizmet ediyorsa o an icin bir arac. son kullanma tarihleri gecince de her sey atilacak. hicbir sey amaca giden yolda vazgecilmez degil. bunu gormek icin de sanirim insanlarin biraz beyinlerini kullanmalari yeterliydi. simdi n'olcak? cumhuriyet uzerine yazdigi kitap kadar ses getirmeyecek bu olay. zaten seveni az, dogal olarak. kimse tinmayacak. benim de umrumda degil. ne halt olursa olsun. ama boyle olmasi uzmuyor sadece turkiye'nin igrenc zavalli durumunun guzel bir kesitini sunuyor.

    hepimiz igrenc zavalli bir ulkede yasiyoruz. midem bulaniyor.
  • hasan cemal solcu mudur? değil. bunu kendisi de teyit eder sanırım. liberal midir? sanırım sorulsa, liberal olduğunu ifade edecektir. ülkede muhafazakar bir iktidar vardır. dünyanın her yerinde solcular, muhafazakarlar, liberaller vardır. ama dünyanın hiç bir liberalinin, muhafazakar bir iktidara bu kadar destek çıktığını sanmıyorum. bu durum ülkemize, hasan cemallere özgü bir durumdur. liberal değilim ama liberalizm saygı duyduğum bir düşünce akımı, felsefedir. ve son tahlilde ülkemizde liberal olduğunu sanmıyorum. aslına bakarsanız hasan cemal liberal falan da değildir.
  • önceleri yazılarının çoğu tavşan boku kıvamında, ne kokar ne bulaşır tarzındaydı. "işin bir o yönü var, ama bir de bu yönü var, aman dikkatli olalım, yanlış yapmayalım" gibisinden, sağduyunun sesi olmaya çalışmış, olamamış, kokamamış, tatsız tuzsuz şeylerdi. olsa olsa okuduktan sonra, "eee, ne oldu şimdi?" dedirtmekteydi. sonra ne olduysa oldu, pek bir taraf oluverdi. yazı hayatının sonbaharında, yanlış da olsa birşeyler söylemeyi öğrendi. askerlere kızdı, seçkinlere söylendi. cumhuriyet gazetesi düşmanlığını cumhuriyet düşmanlığı ile mi karıştırdı bilinmez... bilmeyen de, 12 marta direnmiş, 12 eylülde tankların üzerine çıkmış bir cengaver sanır kendisini. abisine güvenip sağa sola sataşan küçük çocuklar gibi bir profil çizedursun, koşullar değiştiğinde kimsenin iplemeyeceği o tatsız yazılarına geri dönmek zorunda kalabilir. bir gazeteci için kendi yazıları kadar tatsız bir jübile olur hakkettiği gibi.
  • sarı öküz verildiğinde ses etmeyenlerden. e sıra kendisine geldi tabi eninde sonunda.
  • kendisine sövenlerin basinda recep tayyip erdogan geliyor, ne dedi erdogan hasan cemal hakkinda:

    "bu medyanın bazı uzantıları, kalemşörleri şunu yazıyor. devlet yönetmek başka bir şey, gazete yapmak farklı bir şey. eğer bu ülkeye bu millete zerre kadar sevdanız varsa şu çözüm sürecine katkıda bulunmak istiyorsanız böyle bir haberi atamazsınız, atmamanız gerekirdi. bu süreç hassas bir süreç. (…) eğer böyle gazetecilik yapacaksan, batsın senin gazeteciliğin...”

    demek ki rte de emin çölaşan sevdalisiymis.
hesabın var mı? giriş yap