153 entry daha
  • [mehmet ali birand'ın ölümünden iki gün sonra yazılmıştır]

    ünlü bir insan oluyor. o insanın eski ve büyük bir günahı oluyor. denk gelmiyor, yazmıyorsun. sonra o insan ölüyor. sözlükte arkasından methiyeler düzülüyor. yazanların ne kadar genç olduğu, genç olmayanların da nisyan ile malul olduğu, aralarında on yıl öncesini bile hatırlayanların azınlıkta olduğu yüzüne çarpıyor. insanlar asıl sevdiklerinin ölen değil, kendi çocuklukları, anıları olduğunu kavramadan "küçüktüm, hep televizyona çıkardı, izlerdik" cümlesini sayfalarca övgü, hayranlık, gözyaşına dönüştürüyor. uzaktan izliyorsun. iyi de bir de şöyle bir konu vardı diyecek oluyorsun, tereddüt ediyorsun. sussan gönül razı gelmiyor, konuşsan yakışıksız oluyor.

    işte bu duruma bir daha düşmemek için şöyle bir yol buldum: sayın hasan cemal, sizden uzun yaşarsam arkanızdan edeceğim lafları şimdiden yazdım, aşağıya iliştiriyorum. buyurun obituary'niz, siz de okuyun, vereceğiniz bir yanıt, sözleyeceğiniz bir söz, dileyeceğiniz bir özür varsa, hala hayattasınız.

    >>>
    iyi bir gazeteciydi. mesleğini seviyordu. demokrat ve liberal bir insandı. cumhuriyet gazetesiyle takışması sırasında yeni yetmeydim, acayip gıcık kapmıştım. bugünkü aklımla baştan sona haklıymış diyorum.

    hiçbir zaman içini gerçekten acıtan bir konuyu dert edinip isyan etmedi, kampanya düzenlemedi, iktidarlarla risk göze alarak takışmadı. yazılarında her zaman ılımlı, uzlaşmacı oldu. hepimizde olduğu gibi onun da kafasında var olan, "hayali okuruyla" hiçbir zaman ters düşmedi. arada bir bağıntı var mı bilmiyorum, fikirlerine hak verdiğimde bile üslubunu hep biraz yavan bulmuşumdur. bir de arada futbol yazardı, sözleri yüzbinlere ulaşan ünlü bir gazetecisin, erişkin bir insanın böyle bir gücü, tutup da maç eleştirisi için kullanmasını her zaman yadırgamışımdır.

    fakat bütün bunlar bir yana... alnında öyle bir leke vardı ki, olumlu olumsuz diğer tüm değerlendirmeleri geri plana atıyor. özeleştiriyle, pişmanlıkla, özürle temizlenir miydi, ama zaten denemedi bile.

    2002-2003 yıllarıydı. abd ırak'ı işgale hazırlanıyordu. bu, en ufak haklı bir gerekçesi bulunmayan, uluslararası hukuğa tamamen aykırı, tümüyle yalana dayalı bir savaştı. bush-cheney ikilisi zekamıza hakaret eder gibi ırak'ta kitle imha silahları olduğunu, hem ırak'a demokrasi götürmek istediklerini söylüyor, diğer ülkelerin yanı sıra özellikle türkiye'yi de peşinden sürüklemek istiyorlardı.

    akp sürpriz bir sonuçla tek başına iktidar olmuş, tayyip erdoğan yasaklı olduğu için milletvekili seçilememişti. asker, medya, yargı, erdoğan, gül, arınç bir sürü yarı bağımsız güç odağı mevcuttu, puslu günlerdi. savaşla ilgili olarak ortada çok büyük paralar döndüğü konuşuluyordu. işgalden sonra aydın doğan'a kuzey ırak'ta çok büyük ihaleler söz verildiği rivayetleri dolaşıyordu. müslümanlar da dahil az buçuk vicdan sahibi olan herkes savaşa ve türkiye'nin müdahil olmasına karşı çıkıyordu, seslerini çok az duyurabiliyordu.

    doğan medyası o günlerde bütün etkili kalemleriyle, mehmet ali birand, cengiz çandar, hasan cemal, ismet berkan'ıyla, hep beraber savaş çığırtkanlığı yaptı. komşunun felaketinden pay kapmaya çalıştılar. ulusal çıkarlardan girdiler, jeopolitikadan çıktılar, kabul etmezsek dediler, aman ne korkunç senaryolar çizdiler, borsa çöker, ekonomik kriz, amerika'nın düşmanlığı dediler. o çok demokrat, liberal, özgürlükçü kalemler biz müdahil olmazsak kuzey ırak'ta kürtler özerklik kazanırsa felaketimiz olur diye ağlaştılar. ırak'lıların türk askerlerini bayraklarla karşılayacağını iddia ettiler. kürt sorununa bu sayede çözüm bulacağımızı söylediler.

    hasan cemal "savaşı istemiyorum ama olacaksa biz de yerimizi almalıyız" dedi. savaşa karşı mitinge mi katıldı, amerika'yı telin mi etti? hayır. enerjisini, gücünü, mehmetçik'in felluce'de konuşlanması için kullandı.

    tezkere şansın da yardımıyla geçmedi. [en büyük şans faktörü, beklediğinden çok fazla sayıda milletvekili çıkartan taze iktidar akp, yanlışlıkla arada daha devlet refleksi edinememiş, vicdan sahibi, sıradan insanları da kapıdan içeri sokmuş, o oldu] amerika ırak'ı işgal etti. saddam devrildi. ırak halkı üçe bölündü. sunni'ler ve şii'lerin bir kısmı işgale karşı direndi. direniş yıllarca sürdü. koalisyon güçleri on bine yakın kayıp verdi. ırak halkının kayıp sayısı hiçbir zaman öğrenilemedi ama yüzbinler, belki milyon seviyesinde olduğu düşünülüyor. 2011 yılında amerika askerlerini geri çektiğinde geride enkaz altında, istikrarı pamuk ipliğine bağlı, kırılgan bir ülke bıraktı.

    savaşa girmeyen türkiye'nin itibarı tüm dünya kamuoyunda tarihinin en yüksek seviyesine çıktı. borsa patlamadı. o yıl eurovision'u kazandık. birkaç yıl sonra avrupa birliği krize girdiğinde fazla etkilenmedik. amerika'yla ilişkilerimiz bozulmadı. dış ticaretimiz bilmemkaç katına çıktı. [arada doğrudan neden sonuç vardır demiyorum, o kadarına aklım ermez, ama belki de vardır. "bush'un fedailiğini üstlenmezsek ülke batar" demek siyasi analizse bu da siyasi analiz] sonuçta punduna getirince komşusunu düdükleyen ülke etiketi edinmekten kurtulduk. [ta ki on yıl sonra suriye'de iç huzursuzluklar baş gösterene kadar] binlerce, belki onbinlerce mehmetçik'i şehit vermekten kurtulduk.

    ve zamanında savaşa girmeliyiz diye ağlaşan o yazarlar hiçbir zaman özür dilemediler(1). ne aptalmışız, gözümüzü dolar bürümüş, aydın doğan'ın kazanacağı ihaleler beynimizi kemirmiş, iyi ki bizim dediğimiz olmamış, gencecik insanların kanına girecektik, allah korumuş, bizi affedin demediler. köşelerinde çok derin analizler yapmaya, barış, demokrasi, kardeşlik demeye devam ettiler. birbirlerini övdüler. öldüklerinde birbirlerinin arkasından çok büyük gazeteciydi diye övgüler düzdüler.

    hasan cemal, dünya görüşü, kariyeri, tüm hasletleri bir yana, ülkesi haksız ve felaketle sonuçlanacak bir savaşın lejyonerliğini üstlenmeye sürüklenirken pırıl pırıl takım elbiseleri, yakışıklı suratı, özenli türkçesiyle, serinkanlı bir üslupla fayda zarar hesabı yapan, savaşmayı ülke çıkarları açısından daha uygun bulan o gazetecilerden biriydi.
    >>>

    sayın hasan cemal, yukarıdaki yazıyı ufak değişikliklerle yazabileceğim tek kişi siz değilsiniz. aralarında yine en yakın bulduğum siz olduğunuz için sizin hakkınızda yazdım. ama en azından özür dilemeden emr-i hak vaki olursa benden alacağınız not budur, biliniz.

    [1] savaşa girmek için elinden geleni yapan tayyip erdoğan da özür dilemedi. ama o konu dışı. ekmek standartlarına, mimariye, osmanlı tarihine, insanların kaç çocuk yapması gerektiğine kadar o herşeyi bilir, o hata yapmaz.
394 entry daha
hesabın var mı? giriş yap