• kapaginda su kelimeler bulunan radiohead albumu :

    (bkz: block) (bkz: rapid) (bkz: patrol) (bkz: lube) (bkz: donut) (bkz: vcr) (bkz: loss) (bkz: bacon) (bkz: cocktails) (bkz: closed) (bkz: private) (bkz: internet) (bkz: used) (bkz: favorite) (bkz: 24 hr) (bkz: poor) (bkz: video) (bkz: retirement) (bkz: anytime) (bkz: god) (bkz: color) (bkz: soon) (bkz: sale) (bkz: will) (bkz: tow) (bkz: xing) (bkz: bail) (bkz: mania) (bkz: gasoline) (bkz: perfect) (bkz: danger) (bkz: yourself) (bkz: copies) (bkz: tv) (bkz: armed) (bkz: coin) (bkz: bangbang) (bkz: 25 cents) (bkz: long stay) (bkz: ultra) (bkz: girls) (bkz: grand guignol) (bkz: no) (bkz: end) (bkz: trust) (bkz: call) (bkz: meat) (bkz: aids) (bkz: theft) (bkz: ultra) (bkz: zone) (bkz: fine) (bkz: aid) (bkz: vacant) (bkz: home) (bkz: test) (bkz: screen) (bkz: autos) (bkz: nothing) (bkz: delicious) (bkz: oil) (bkz: pool) (bkz: away) (bkz: 100%) (bkz: exit) (bkz: 99 cents) (bkz: be) (bkz: beef) (bkz: turn) (bkz: mail) (bkz: fear) (bkz: center) (bkz: check) (bkz: enforced) (bkz: collision) (bkz: ballistic) (bkz: photo) (bkz: players) (bkz: enter) (bkz: drugs) (bkz: extra) (bkz: liquor) (bkz: tanning) (bkz: only) (bkz: depot) (bkz: coiffure) (bkz: recovery) (bkz: trouble) (bkz: anti) (bkz: sale) (bkz: haunted) (bkz: enforced) (bkz: beepers) (bkz: luxuries) (bkz: sunset) (bkz: hair) (bkz: karaoke) (bkz: teens) (bkz: popcorn) (bkz: advisor) (bkz: $) (bkz: media) (bkz: spiritual) (bkz: remembering) (bkz: prosecuted) (bkz: hamburger) (bkz: security)
  • 13 yıldır aralıksız dinlediğim albüm. her gün mutlaka bir parçasını dinlerim. buna rağmen asla ama asla sıkılmam. benim perspektifimden bakınca, bir albümün masterpiece olduğunun en büyük kanıtı olabilir bu.

    there there'i kaydettikten sonra ne güzel bir şey yaptık diye oturup ağlamış olan thom yorke'u anlıyorum her dinlediğimde, where i end and you begin ismiyle müsemma, şarkının adı zaten ilişkilerin özü gibi, i will zorlu geçen ilk hamileliğimin gözyaşlarıyla dolu anlarını hatırlatıyor, sail to the moon dolunaylı her gecede muhakkak aklımda..

    tek kelimeyle mükemmeldir.
  • paranoid android, karma police ve exit music sirtindaki ok computer tribal enfeksiyonundan kurtulundugu anda gelmi$ gecmi$ en iyi radiohead albumu oldugu bir gercektir. sozler muzikler almi$ ba$ini gitmi$tir. konserlerde iyice pervasiz bir sersem insan olmu$tur thom yorke. kafasi gozu yarilmi$ta, biz tek parca goruyormu$uz gibidir. albumde alakasiz bir cok duyguya butun derinlikleriyle hakim olunmasi yorke amcanin kafasinin nasil kari$ik amdan gotten bir hal aldigini anlatiyor. 2+2=5'in, yapimcilarinin "bu parcayi bitirmeden yemek yok size" demesi ve bunun uzerine thomas the bana komas'in "cok acikmi$tik" diyerek 15 dakikada yazdigina inanasi gelmiyor insanin. bi siktir git karde$im demez miyim, derim, bi siktir git karde$im. eezeepeezeeeezeepeeezee zaten. sit down. stand up. ba$liyor sonra. soguktan tiril tiril titretiyor; the raindrops, the raindrops, the raindrops... akabinde sail to the moon. ikinci pyramid song orgazmi diyorum ben kisaca. vucudu anlamsiz anlamsiz ve hafif hafif sallayan muzikle $ahane sozler backdrifts albumden ayri incelenmeli iki kere mukemmel. yetmezmi$ gibi go to sleep akiyor ortama. bir paranoid android duasi, hortlatiyor, iliklerinize kadar hissediyorsunuz. "i'm gonna go to sleep, let this wash all over me" diyor thom ve jonny agzina gitari sokup tekrarliyor. ardindan uykusunda where i end and you begin goruyor. i will eat you all alive diye sayikliyor hatta. birden albumde ilk taptigim parcalardan biri olan we suck young blood bo! yapiyor. kelimelerin kifayetsiz kaldigi anda piyano ko$turuyor. agzin yuzun dagiliyor boyle bunyen zayifsa adam olmazsin bir daha. tam rahatlami$ken beyin somurulmeye ba$liyor. introda insan kendini hazirliyor, hazirim geliyor, hazirim geliyor, hazirim... gunlerce "they will suck you down to the otherside", "this is the gloaming" dola$iyor bir yerlerde. there there urpermeye ali$mi$ bunyelere huzur veriyor, "waiting, waiting to happen". oyle saniyorsunuz ama bitmiyor, neden noah kadar $ansli degilim ki dedirtiyor i will. a punchup at a wedding her dizesi $airin yetisini ortaya koyuyor, yolluyor ayarli bileti sadece gidi$, "don't infect me with your poison". sonra lanet olasi myxomatosis. diz cokertiyor, tapiyorum. geciyorum her $eyinden soruyorum kendime bu kadar guzel bir parca daha yapilabilecek mi?.. sacmaladigimi anlayip duzeltiyorum akabinde, radiohead bu kadar guzel bir parca daha yapabilecek mi?.. scatterbrain giriyor sonraki biraz sakinle$elim malla$alim. wolf at the door kapiya dayandiginda sokuluyor bir izdirap sureci. harika bir yapitla acildigi gibi kapaniyor muzik dehasi urunu all hail to the thief. ama n'apiyoruz repeat'e aliyoruz, kaldigi yerden devam etsin diye. bir sonraki adimi bu sefer kestirebiliyor muyuz? hayir. ben bekliyorum tamami enstrumantal bir album. biliyorum yine yanilacagiz. i got myxomatosis... i got myxomatosis...
  • "hail to the thief bana alacakaranlıkta, kırlık bölgede otomobil kullandığım günleri hatırlatıyor. yolda, farların mavi ışığında hayvanların sağa sola kaçıştığını görüyordum... ve bir takım gölgelere gözüm takılıyordu; bunlar bazı şeyler üzerine düşünmeme yol açtı."
    thom yorke
  • en guzel kapakli radiohead albumu.
  • mevsimi sonbahar, rengi yeşil, burcu yengeç, en yakın arkadaşı amnesiac, en nefret ettiği şey politika olan puslu ve yalnız bir albümdür.
  • yağmurdan kaçmak için sığındığınız apartmanın uzun merdivenlerini yavaş çekimde çıkmak gibi bir deneyim..
  • thom yorke 2+2=5 için "sözleri aceleyle kayıttan hemen önce yazdım" demiş.. bir ton "hayatımın albümü oldu" beyanatının karşılığı olan sözün yanında halbuki 2+2=5 bir savaş sonrası albümün giriş şarkısı olarak parıl parıl parlıyor: "are you such a dreamer / to put the world to rights"

    daha en başından ışığı yakıyor radiohead, takip edebilenler takılsın peşine diye, "maybe not". derken sit down stand up ve sonraki 3 şarkı daha sanki bir theme'in bölümleri gibi devam ediyor. kendi adıma ciddi kuşkularla dinlemeye başladığım hail to the thief, bu şarkılar boyunca radiohead'den beklemediğim bir şefkat arzusuyla anlatmaya devam ediyor. hep yokluyor. ve sanki şans eseri, hep doğru tele vuruyor. hedgehog's dilemma (bkz: evangelion) aşkına, sarılası geliyor insanın.

    where i end and you begin'e sıra geldiğinde -yine kendi adıma- şarkıyı kaçırıyorum. ama hep kaçırıyorum. algılarımı kapatıp içerde oyunlar oynayan, albümün soluk görünüp en derin işaretleri veren şarkısı olduğu şüphesi var içimde. hemen ardından gelen we suck young blood da bu şüpheyi destekliyor, çünkü gayet sönük, gayet kıyasa açık, eskiye götüren bir şarkı. zaten hail to the thief tek başına değerlendirilmesini beklediğimiz bir şey değildi ama ok computer'ın öncesini ve sonrasını bu kadar gözeten bir denge noktası olarak bu iki şarkının durduğu yer bir garip.. gayet geometrik, hatta üçgen bir albüm sanki bu hail to the thief.

    neyse, the gloaming başladığında dikenler saklandıkları yerden çıkıyor tekrar. thom yorke'un gidip gelen, yankılanan sesiyle batmaya başlıyor. tehlike çanları işte..
    ve there there. kayıttan sonra adamları ağlatan şarkı. çünkü görkemli. ağır sesler duyuyorsunuz. duyduklarınız içinize giriyor. duyduklarınızın içine giriyorsunuz. onları ağlattığını bildiğim için mi ağlıyorum, beni bile ağlattığı için mi onları da ağlatmış belli değil.

    i will'den itibaren albümün ikinci yarısı başlıyor. samimiyet ifadesiyle dolu şarkılar, araya sıkışmak zorunda kalmış bir myxomatosis'e rağmen, sırayla konuşuyor. sanki ilk yarının izlerini "olur böyle şeyler" mealinde seslerle temizlemeye çalışıyorlar gibi geliyor bana. 2+2=5 gibi keskin bir girişten sonra a wolf at the door gibi geçiştirmece bir kapanışı kabullenmem zor ama hail to the thief'in bütün arızaları kabulüm.

    bir şey daha.. kid a ve amnesiac'taki sancı, hail to the thief'te yok. yapabileceğinin en iyisini yaptıktan sonra sahnesini değiştiren radiohead'in bundan sonraki albümü olur mu, olursa neye benzer merak ediyorum.
  • henüz bi defa dinleme fırsatı bulmama rağmen, kesinlikle bazı parçalar ilk dinlendiği anda "amanin" dedirtmekte. ilk izlenimler ise şöyle; bu abilerin kompozitör yönü çok gelişmiş geçmişe göre, bunu hem şarkıların gidişatlarındaki ani değişimlerden, hem yerinde kullanılan ve yer yer iç sızlatan çok seslilik hemide bazı şarkılarda kendini gösteren melodi zenginliğinden çıkarttım ben şahsen.

    bir de, albüm kapağının arkasında bi açıklama var, hatrımda kaldığı kdarıyla şoyle bişiyler dior: "zamanında post-oasis bir gruptuk ve pavement ve dr dre'ye bayılan eleştirmenlerin gözünde kredi kazanmaya çalışıyorduk" (±5)
    edit: bahsi geçen albüm kapağı işporta kapağıdır, gerçek kapakta durum nedir bilinmez, lakin yukardaki demeç essahtır.
  • radiohead'in çiğnenen değil yutulan bir ilaç olduğuna inanarak, bir nevi oruç tuttum ve adamlar albümü kapağıyla, bokuyla, püsürüyle, arzu ettikleri miksajla piyasaya sürmeden yani konsepti bütünüyle ortaya koymadan hail to the thief'e mp3 yoluyla el sürmemeye karar verdim. giderek kıvrandıran bu sürecin sonunda vuslat gerçeklişti de müziğe, kavrayışa, oluşuma sarıldım. gariptir, radiohead'den arayabileceğimden fazlasının geleceğini bildiğimden aslında aradığımı bulmuş oldum. şöyle ki:

    2+2=5 grubun albümü yaparken ağızlarından düşürmedikleri "3 dakikalık pop şarkıları" ifadesinin ilk örneği. tabi adamların kastettikleri popun ne olduğunu biliyoruz. çok güzel oluşturulmuş, yeri geldiğinde johnny greenwood'a teşekkür ettiren gitarlar, patlama noktasında zıplatan davullar, elbette beklenmedik, mükemmel vokaller. tam bir hit. sözlerin kısa sürede yazılmış olması ağır olmamaları için bahane olmamış. aceleye gelmiş gibi durmadan, albümün karamsarlığına sıkıya sıkıya bağlı sadece üstü örtülememiş, "it's too late now" felsefesi çırılçıplak duruyor önümüzde. bütünüyle güzel. şarkıyı ilk dinleyişimde, karşımdaki camda oluşan yansımama baktığımda gayri ihtiyari tebessüm ettiğimi fark ettim.
    sit down stand up gibi kapkaranlık bir şarkıyla devam eden albüm ilk şarkının tesadüfi olmadığı konusunu kesinleştirirken amanin dedirtiyor. usul usul yayılan bir şarkı şu. hızlanıyor ama yoğunluğunu koruyor ve ardından nasılsa (garip ifade uyarısı) radioheadvari bir sambasal çılgınlık, bir delirme anı geliyor. (bkz: the rain drops)
    sail to the moon, evet yine karanlık bir melodi, hatta bu tam bir kid a karamsarlığı, atmosferik ama tabi ki söz verildiği gibi daha fazla gitar. bu şarkı delirmiyor, temposunu koruyor. korkulandan uzak bir rüya.
    bu ilk üç şarkı bir bütün gibi, mütemadiyen yavaşlayan kararan benzer bir havadayken ikinci faza geçiliyor ve backdrifts geliyor. kid a tarzı bir beat üstüne kurulu, tamamen elektronik tatlı bi şarkı. arada bambaşka bir atmosferden kopup gelen piyano kısmıyla afallatıyor.
    go to sleep country bir girişten sonra radiohead kimliğine bürünyor. sözleriyse şimdiye kadar bozulmadan devam eden şekilde hırsıza selam ediyor. ilerde de karşımıza çıkacak olan "izin vermeyeceğım" yaklaşımını ilk burada görüyoruz: i'm not gonna to sleep.
    where i end you begin tatlı bir bass riff'i üzerine, kuruldukça kurulan, atmosfer yaratma olayının dibine vuran şarkı olarak bambaşka. yorke kişisi bireysellik, toplum konsuna sürreal eller atmış.
    hah işte albümün en sayko şarkısı we suck young blood. grup sağa sola bu şarkının ilk sözlerin yazılı olduğu, şu genç istihdamı köleleştirmeyi hedef alan türden ilanlar asmış ki bu olayı özetliyor. el çırpmalarıyla(we sözcüğü bundan iyi vurgulanamaz, gözünü para hırsı bürümüş takım elbiseli kapitalistler, hatta direkt aydın doğan canlanıyor gözümde), canlı kayıt havasıyla tam bir teatrallik var şarkıda.
    adı şarkıya tencere kapağı gibi oturan, alacakaranlık şarkı, the gloaming albümün duyurusu, alarm call'u, ifadesi. albümün ilk working title'ı sanırım bu. her neyse, bush karşıtı söylemin tepe noktası bu şarkıda yer alıyor ve şarkı melodik açıdan bir siren, uyarı havasında gidiyor. şarkılığı geçmiş bir fikir olmuş.
    albümün ilk single'ı, tamamlandığında thom yorke'u ağlatması vakası ile ünlenmiş şarkı there there, albümün bir diğer hiti. perküsyonu ile zaten dinleyiciyi kendine katmakta. bir hayal havası sürüp gidiyor. klip de sözleri desteklemiş. şarkı için en iyi sıfat olarak aklıma "lezzetli" geliyor.
    i will albümün minik harikası. bariz bir şekilde ninni. thom yorke'un büyüdüğünün, baba olduğunun göstergesi. şiir gibi gitarlar ve albümün daha sonra deyineceğim en önemli özelliği geri vokallerin kalp parçaladığı şarkı. "i won't let this happen to my children.".
    a punchup at a wedding "radiohead mutlusu" bir şarkı. sözleri de işte tam klasik thom yorke sözleri, karakter yaratılmış, ona yüklenilmiş, ok computer'a çok iyi giderdi. hep beraber söyleyelim. "no no no no no no no no no no no no no no no no".
    albümün yırtık, asit şarkısı da myxomatosis. albümün son evresinden önceki heyecanı, vokaller heyecanlı, fikirler karışık. sözlerdeki bir takım metaforları çözemedim.
    scatterbrain, tertemiz bir radiohead şarkısı, tam da ok computer'ın kapanışına doğru sezdiklerimi bu albümün sonlarında da hissettirmiş bir şarkı.
    a wolf at the door, albüm için muhteşem bir kapanış. thom yorke'un sesini bu kadar kalın oktavdan kullandığını daha önce duymamıştım ama şahane, bambaşka olmuş. bir şekilde karanlık ama bir şekilde neşeli, büyük bir hazla sonlandırıyor albümü ve başka süpriz aratmıyor.

    albümün en vurucu noktalarından biri değindiğim gibi geri vokaller. tamam radiohead için her zaman önemli bir faktör oldu ama bu sefer öylesine başarılı ki sanki her şarkı için ikişer vokal yazılmış ve ayırt etmeksizin söylenmiş gibi. her şarkıda bir şekilde cana dokunuyor.
    ve albümde genel olarak sabitliği sağlanmış bir gitar soundu var, en azından gitar kullanılan parçalarda. albüme bir bütünlük, bir hoşluk getiriyor.
    thom yorke'un iç huzursuzluğu bir dinginlikle yansımış albüme, olgunluktan payını alan bu çelişki albümü muazzam kılıyor olsa gerek.
hesabın var mı? giriş yap