• 21 yıllık ekşi sözlük tecrübemle söyleyebilirim ki hafıza beynimizin en çok hata yaptığı fonksiyonlarından biri olabilir. o kadar çok defa denk geldim ki. bir şeyi dün olmuş gibi net hatırlıyorum ama ekşi sözlük'e yirmi yıl önce tazeyken yazmışım: hatırladığımdan çok farklı. öyle ki başkasının başına gelmiş bir şeyi kendi başıma gelmiş gibi ya da tam tersi şekliyle hatırlayabildiğimi gördüm. bir değil iki değil, kaç defa.

    bunun sebebi basit: beyin anıları kaydetmiyor, onları yeniden oluşturmak için yöntemler kaydediyor. haliyle anılarımız bozuk jpg gibi çıkmak yerine tamamen farklı yöne gıcır gıcır çıkıyorlar.

    o yüzden hatırladıklarımızı sadece kaba referanslar gibi görüp ayrıntılarında yanılıyor olabileceğimiz ihtimalini unutmamamız gerekiyor. bazen kaba hatlarında bile çok yanılabildiğimizi bilmemiz gerekiyor. haliyle önemli konuları not almak, kaydetmek, bunları kolayca aranabilir ve erişilebilir bir şekilde tutmak da kritik önem arz ediyor.
  • gelistirmek veya korumak icin bayagi yalan dolan yontemler varmis (bkz: hafizayi korumanin yollari), ben bunlardan medet umanlarin umutlarinin kisik alevini, ustune isemek suretiyle sondurmek icin zalim uzaylilar tarafindan gonderildim, manifestomuz soyle:

    ginkgo bilobanin saglikli insanlarin hafizalarini korumakta/gelistirmekte ise yaradigina dair dogru duzgun bir arastirma yok, yaramadigina dairse birkac tane var.

    omega 3 un de etkisi cok abartiliyor. "cok balik yiyenlerin hafizasi iyi oluyor" sonucuna varan arastirmalarin hepsinde diyetteki balik orani aslinda bilinmiyor, deneklere sormuslar "hangi baligi ayda kac kez yiyordunuz sizce" diye, boyle ucuza cikiyor deneyler ama kaliteli olmuyor. farelerin kullandildigi kontrollu diyeti olan deneylerde ise omega 3'un beyne pek faydasi gozlemlenmemis.

    b vitamini ile hafizanin iliskisi bircok kisi icin icacici degil. hafiza geriligi ceken kimselerdeki vitamin b12 eksikligi orani normal populasyona kiyasla fazla olarak bulunmus. bu correlation demek causality degil. fakat belli genotiplere vitamin almak yararli olabilirmis, educated guess su asamada.

    bulmacalar ve zeka egzersizleri icin de ayni "nedensel degil, korelasyonel" numarasi gecerli. yani bunlarla ugrasan insanlarin daha seyrek bunadiklari, zihnen daha canli olduklari gercegi var. ama bunun nasil yorumlanacagi acik degil: o insanlar bulmaca cozdukleri icin mi bunamadilar yoksa zaten bunamayacak bir genetik/fizyolojik yapilari vardi ve bu yapinin bir sonucu olarak da bulmaca cozmeye, kafalarini mesgul tutmaya mi meyillilerdi? yani ilk durumda bulmaca cozmek bunamamanin nedeni iken, ikincisinde hem zihinsel canlilik, hem de bulmaca cozmek gibi aktiviteler bilinmeyen baska bir faktorun sonuclari.

    klasik muzik in hafizayi gelistirmedigi, korumadigi sonucunu bulan arastirmalarin sayisi, pozitif etki sonucuna ulasan arastirmalardan daha fazla. hatta aksine zayiflattigina dair bulgular dahi var. okumazsiniz kesin ama buyrun yine de:
    http://clearinghouse.missouriwestern.edu/…s/230.asp
    http://serendip.brynmawr.edu/…uro03/web1/gshin.html

    ginseng haplarinin hafizayi gelistirdigi iddiasi da halen bir iddia. dogal olarak bu iddiayi "if clauselari" olmadan sunanlar istisnasiz ilac endustrisi. ginsengin yaptigi glukoz seviyesini arttirmak, o da belki hafizayi ve zekayi arttiriyor. ama ayni mantik sakiz cignemek icin de yurutulmustu ve basarisiz olmus. oradaki mantik, cigneme hareketiyle beyni kandirip, yemek geliyor sanrisi yaratmak, bu yuzden insulin salgilanmasi ve beyindeki glukoz seviyesinin artmasi. lakin sakiz cigneyenlerin daha dikkatsiz olduklari, testlerde daha basarisiz olmalari bu plani suya dusurmus.

    edit: bu simdi aklima geldi: binaural muzikler de bir halta yaramiyor. bunlar her kulaga degisik frekansta ses vermekle calisiyorlar, sozde beyinde birlesmeleri oyle birsekilde oluyormus ki beyin noronlarin atesleme frekanslarini duzenliyorlar, beyin dalgalarini duzenliyorlar. eger frekanslari iyi ayarlarsak bu yeni beyin dalgalari hafizayla ilsikilendirilen theta bandinda olacakmis. bunlari satiyorlar patir patir. halbuki deneyini yapmislar, beyin aktivitesinde bir degisiklik olmadigi gibi denekler daha unutkan ve depresif olmuslar.

    kisacasi kardeslerim, vatandaslarim, romalilar, bu hafiza isine simdilik kafayi takmayin, ozellikle gencseniz. onun yerine ogrendiklerinizi unutmamak icin kesin olarak kanitlanmis ama uygulamasi zor olan bir teknigi kullanin: birsey tam unutmaya basladiginiz sirada tekrar edin. mesela bu entryi okudun, ginseng minseng birseyler ogrendin. muhtemelen 1 hafta sonra unutmaya baslayacaksin, ac tekrar oku. ondan sonra mesela 2 ay daha saglamsin, ama sonra yavas yavas kaybolacak bilgiler, hop tekrar oku. 1 yil sonra bir daha. arasi giderek aciliyor, bir noktadan sonra level-off ediyor, yani unutmuyorsun. surada resimlisi var:
    http://en.wikipedia.org/wiki/forgetting_curve

    uygulamasinin zorlugu su: o rakamlari attim. cunku herkese gore degisiyor ve hatta konuya gore de, bu optimum zaman araliklarini bulmak epey sistematik ve yogun caba gerektirir. oyle de gicik bir durum iste; sonsuz hafizanin anahtari orada duruyor ama erisemiyorsun. ben bir ara kasip bu numaralari bulmustum ama unuttum, cunku onlari tekrar etmeyi unutmustum. bi recursive unuturum, uyandiginda hicbirsey hatirlamazsin.
  • bizim köyde “maraz” denir; halamın sedef hastalığına da, çocukların aklıevvelliğine de, dudak kenarında çıkan uçuğa da, tarladaki sebzeyi meyveyi vuran kırana da... belki nahoş bir kelime ama, her şey için kullanılmasını severim. hiçbir marazı birbirinden ayırmayız der gibi, hepsi aynı derecede kıymetli der gibi. benim de içim marazlı bu aralar, içim hasta. bu yüzden gittim köye sığındım, en çok da babaanneme ama. doksanına yaklaştı babaannem, belki de çoktan doksan oldu da biz bilmiyoruz. yaşlılıktan artık hafızası türlü oyunlar oynuyor ona, her gördüğümde daha da çocuk. ilk defa beni gördüğünde tanımadı, babama “bu kim çocum?” dedi, benim içim burkuldu. “istanbul’daki torunun anne” dedi babam. yok, bilemedi. bilemediğini gözlerinden bildim ben. gittim elini öptüm, yanına oturdum, bana havadan sudan anlatmaya başladı uzun uzun. babaannem için yabancı yoktur, evine konuk olan herkes tanıdıktır ona. bir tanıdığa anlatır gibi anlattı bana da. bildiğim şeyleri yeniden dinledim. köyün tüm çocukları onun kucağına en az bir kere yatmıştır ya dayanamadım ben de, “sırtımı kaşır mısın?” dedim. açtı kucağını, uzandım, başladı kaşımaya.

    bizim köyde bir dilek ağacı var, o da belki babaannemle yaşıttır. genç, yaşlı, kadın, erkek, bir dileği olanlar, gidip çaput bağlarlar ona. çocukluğumdan beri, babaanneme o ağacın hikayesini anlattırmayı çok sevmişimdir. aklıma o ağaç geldi, babaannemin sert elleri sırtımda dolaştıkça. “babaanne” dedim, “bana dilek ağacının hikayesini anlatsana”. sustu bir an, elleri bile tereddüt etti. ama tam o anda beni hatırladı işte, kim olduğumu hatırladı, ona sürekli o ağacın hikayesini soran torununu hatırladı. öyle bir an ki, bana kalsa mucize gibi bir şey. böylelikle ağacın hikayesini bir kere daha anlattı babaannem torununa, sırtımı kaşıdı, saçlarımı okşadı, istanbullar’ı sordu, gözlerimi sordu... beni hatırlayarak sevdi yine beni.

    daha bir kere bile o ağaca gitmemiştim ben, dilek dilemek için yani. ama ertesi gün gittim. bir çaput da ben bağladım, rengarenk olmuş dallarına. babaannem için, sevdiklerim için, onların iyi ve yanımda olması için bir dilek diledim. sonra oturdum ağacın gölgesine, babaannemin kucağında dökmeye çekindiğim gözyaşlarımı orada döktüm.

    hafıza o kadar garip bir şey ki, unuttum sandığınız, unuttu sandığınız her şey, tek bir şeyle, bir anda geri gelebiliyor.

    kim bilir, belki bir gün ben de size o ağacın hikayesini anlatırım? belki, bir gün.
  • 10 yil sonra edit: entry'nin sonunda bugunku ben'den soz etmisim ve bir soru yoneltmisim. onu hatirlayip hatirlamayacagimi sormusum ki sorusunda sakli olan endisesinde neredeyse tamamen hakliymis: o gunku gundemi neydi, nelerden hoslanirdi, neler canini sikiyordu, duygu haritasi neydi hicbir halt hatirlamiyorum. dusunsem cikaririm ama, tamamen mantik yuruterek, hissederek degil.

    kirkima merdiven dayadigim su yillarda artik tamamen eminim ki insan omru, kac yasinizda olursaniz olun, 5 yil kadar falan. analog ve dijital kayitlar, sosyal cevrenin kollektif hafizasi gibi harici takviyeler olmadan 'ben'i tanimlayabildigimiz sure daha fazla degil cunku. tek beden koca bir omur yasiyor ama o tek bedende hafizalari birbiriyle temas etmeyen kac ben var mechul. kendimde en az 6 tane sayabiliyorum tahmini.
    ----

    bundan yaklaşık beş sene önce annemin kablosuna takılmasıyla yere çakılan ve güvenilirliğini tamamen yitiren bir harici disk vardı. o günden sonra, çok parlak olmayan ama yine de kendini vasıfsız hissetmesin diye ufak işler verilen o aptal kuzen/yeğen/torun misali, televizyona bağlı dizi ve film deposuna dönüştü. fakat içinde yıllardır elimi sürmeye korktuğum yedekler mevcuttu.

    geçtiğimiz hafta sonu, deliler benimle cima etmiş olsa gerek, bu yedekleri ayıklamaya karar verdim.

    abartısız yüzlerce proje ve onların onlarca kopyası, hıyar hıyar ortaokuldan kalma photoshop denemeleri, ilk yazdığım program kodları falan ve tabii ki, yaklaşık 5 ila 15 sene öncesi aralığını tarayan yığınla fotoğraf. aslında neredeyse hepsi hala elimde var ama, naçizane dijital arşivleme devrimim öncesine denk geldiği için itinayla klasörlenmemişler, hepsi çorba gibi her yerde. haliyle ansızın her yerden her şey karşıma çıkıyor.

    beğenilip kaydedilmiş şeylerin leşliğine mi yanayım, bir zamanlar değer verip fotoğraflarını sakladığım insanlara, sakladığım yazılara mı güleyim? yoksa daha da kötüsü bunların hepsinin neredeyse bambaşka birine aitmiş gibi görünmesine, bir çoğunu hatırlamak için uğraşsam da hatırlamadığıma mı üzüleyim? baya hatırlamadığım ya da bir zamanlar delilercesine sinirlendiğimi hayal meyal hatırladığım ama şimdi neyine sinirlendiğimden bile tam emin olmadığım insanlar. yazılıp gönderilmemiş kızgın mektuplar falan çıkıyor, ağzım açık okuyorum bir bir.

    arada fotoğraflardan birine denk geldim. arkadaki raflara baktım. "evet yaa, böyle bir kutu vardı rafımda" dedim güldüm. "heheh, acaba kim hediye etmişti bunu" diye düşündüm. eski monitörlerime baktım gülümsedim. klavye mouse aşırı hantal ve eski geldi, "ya hakkaten bunları kullanıyordum, nasıl kullanmışım bunları" falan diye düşündüm, o zamanki odamı hayal ettim falan. baya gözümde canlandırdım fotoğraftaki raflara bakarak 6-7 sene önceki odamı.

    sonra bir an, rafta duran firewire kablolu kızıl ötesi kamerayı ve metal mini tripodunu fark ettim.
    yahu, orası benim odam değilmiş ki? orası bundan 6 sene önce okulda kıçın kıçın kendimi dahil ettiğim görsel programlama laboratuvarı? benim hiç öyle klavyem, raflarım falan olmadığı gibi, raflardakilerin hiçbiri de bana ait değildi yani. üstüne bir de utanmadan "hihih, icibi kim hidiyi itmişti bini".

    yuh be hafıza. yuh sana, yazıklar olsun sana.
    ben sana hayattaki en değerli varlığımı, benliğimi emanet etmişim. emaneti bırak, sen bensin. geriye kalan her şey ancak sen varken "ben" için anlamlı malum. sen benim kainatı algılamak için kullandığım lensimsin, filtremsin bir yerde. ve geçmişimi tamamen bu savsaklıkla kurgulayıp, bilinçaltımı bu şekilde çöple doldurup mu bana yaşadığım hayatı anlamlandırıyorsun?

    çocukken kendi kendime bir oyun oynardım. oyun da değil, düşünce deneyi. etraftaki her şeye dikkatlice bakıp, onları algılamaya çalışırdım. aklımdan ne geçtiğini, ne giydiğimi, tarihin ne olduğunu falan detaylı şekilde düşünür ve üzerine yoğunlaşırdım. sonra da "evet yakında bunu unutacağım" diyip üzülürdüm. çünkü biraz maldım sanırım. böyle oyun mu olur?

    nihayetinde "hatırlamayacak olmaya üzülmece" oyunundan geriye tek bir şey kaldı, o da böyle bir oyun oynadığım. bir seferinde galiba 8 yaşımdayken kaka yaptığım sırada denemiştim bunu. böyle bir bilgi var kafamda. geçmişimden elimde en sağlam duran anılardan biri 8 yaşımdayken yaptığım kaka yani. o da allah bilir 8 yaşımda değil geçen aydır diyeceğim ama, tuvalet çocukluk evimin tuvaleti. tabii cg lab'ın klavyesini ekranını umursamadan odama gömen hafızanın güvenilirliği malum. "hatırlaya hatırlaya 8 yaşımda yaptığım bi' kakayı hatırlasam mesela çok komik olmaz mı?" diye düşünüp, sonra bunu gerçek bir anı zannetmeye başlamış dahi olabilirim.

    özetle - hızlı bir bağlama olacak ama çok sıkıldım yazmaktan. ara basamakları siz hayal edip yerine koyun - çok üzülmemek lazım sanırım herhangi bir şeye. çünkü unutuluyor. çok bekleyince "ben" de kalmıyor, diğer insanların "ben"leri de seni unutunca çektiğin en büyük acının da, duyduğun en büyük hazzın da, aşkın da, nefretin de, gururun da hiçbir şeyin anlamı kalmıyor. bazen bir şeyden dolayı kötü hissedince "2 aya kalmaz unuturum" diye avutuyorum kendimi. hele 200 sene, hangi şahsi anıyı iyileştirmez?

    sonuç olarak merak ediyorum, 10 sene sonra bugünü nasıl hatırlayacağım? ya da ne kadar hatırlayacağım? hafızam bana ne yapmış olacak, ya da beni ne yapmış olacak? bugün beni tepe taklak eden şeylere gülecek miyim, hatırlayacak mıyım, hatırlayacak benlik olacak mı?

    bu merakı hatırlıyor olacak mıyım hatta?

    yere düşmüş diskten farkım yok. aslında senin de yok ama, çuvaldız muvaldız.
  • "hiçbir şey göründüğü hatta yaşandığı gibi değil. her şey hatırlandığı gibi!"*
    barış bıçakçı'nın bu tespiti hafızaya harika bir atıf.

    hayatımdan bir şekilde çıkmış insanların anılarımdan da çıkmaya başladığını ilk fark ettiğimde ilginç bir şekilde iyi hissetmiştim. görsel hafızası iyi sayılan biri olarak yaşadığım anların fotoğraflarını kare kare görebiliyorum.
    oturduğum masayı, üstümdeki kıyafetin rengini, seçtiğim yemeğin servis edildiği tabağın desenini, tarihi değil belki ama mevsime göre güneşi-yağmuru-rüzgarı... tek bir eksikle hepsini hatırlıyorum. kiminle olduğum?

    zorlayıp bulmaya çalıştığımda, o güne şahit olan veya olayı anlattığım kişilere sorduğumda, o ana özgü bir kenara aldığım not, küçük bir hatıra, bir fotoğraf var mı diye baktığımda sonuç hep aynı. artık görmek istemediğim birileri çıkıyor. bunları görünce hatırlıyorum elbette ama yardım almasam orada kimsenin olmadığına yemin edecek kadar eminim.
    hafızamın oynadığı bu oyun beni zalim veya vefasız biri gibi gösterse de, insanın en çok kendini sevmesi ve koruması gerektiğinin bir kanıtı gibi.
  • kuvvetliydi hafızam. uzun yılar boyunca. cin gibi çocuk derler ya öleydim. ne derlerse hatırlayan, bi şeyi bi kere duyması görmesi yeten cinsten. kimi zaman korkunç olacak cinsten. anneme koltuğun altında sıkıştığımı hatırladığımı söylediğimde nasıl da şaşımıştı ama bir yaşındaydın demişti.(hatta onbir aylık, annemde de ne hafıza varmış heytheyt) sonradan çok duydum hatırlayamazsın o yaşını diyenleri, belki de annem yanlış hatırlıyordu kim bilir, ama ben sıkışmıştım o koltuğun altında. hatırlıyordum işte.

    sonra büyümeye başladım. muhabetlerde lafı geçiyordu hafızamın, bişey oluyordu karşımdaki mümkün değil hatırlamıyor, ama bende dün gibi. yaptıklarını, söylediklerini hatırlatıyordum insanlara, onlar unutuyor ben hatırlıyordum. vay be derdi insanlar, ben de onlara şaşırırdım nasıl hatırlamıyorlar diye. kırk saat düşünmek birşeyi hatırlamak için, yaşlı değilse o insan eğer, imkansız gelirdi bana. sınav öncesi bi sayfaya bakmak nasıl da yetmiyordu onu hatırlamaya? anlamıyordum. alma mazlumun ahını demişler, küçük de görürmüydüm acaba, hatırlamıyorum.

    sonra tıkanmaya başladı herşey. zaman geçtikçe hatırlama kabiliyetim gerilemeye başladı. bunamadım, hayatımı etkileyen ciddi bi boyuta da gelmedi. ama ben çok genç değil miydim, daha erken değil miydi? attan inip eşeğe binmekti durumum, bir sürü insan eşeğe biniyordu, memnunlardı da hayatlarından, ama ata binmenin nasıl birşey olduğunu biliyordum ben işte, ve şimdi zor geliordu bana. eskiler konusunda hala iyidi de, şimdi'ye yaklaştıkça kötüleşiyordu. üç gün önce yaptığı bir şeyi hatırlayamayan veya hatırlamak için durup düşünmesi gereken bendim, önceden bir saniyemi alırdı. sayfalar karışıktı uzun uzun okumak gerekiyordu, altını çizmek tekrar etmek, unutmak, yine tekrar etmek, olmuyor demek. bendim bu. ve inanın çok zor geliyordu. geliyor.

    fiziksel bi sebebi vardır belki, petek dinçöz b cart vitamini eksikliği var bende, balık hafızasına sahibim o yüzden diyordu bi televole vsr programda. kendimle peteği aynı kefede ayrı yerde düşünmek her ne kadar acı olsa da belki böyle birşeydir hafızamın zayıf düşmesinin sebebi. ha bu arada, o programın petek dinçöz'ün hafızasıyla da dalga geçmiş miydim küçük görmüş müydüm, hatırlamıyorum. peteğin mi ahını aldım acaba? kimbilir.
  • ki$inin unutmak istediklerini aklinda tutma yetenegi
  • geçmişin kaydının tutulduğu yer.*
    this is a bad memory, it only remembers the past / bu kötü bir hafıza, yalnızca geçmişi anımsıyor (bkz: alice in wonderland).

    gerçi şunu da belirtmeden geçmeyelim. anımsamak, hafızadan olduğu gibi bu kayıtları çıkarmak değildir. her anımsama bir yeniden yazmadır da.
    tarih durmadan yazılıyordu (bkz: bandista).
  • abi ben sinan akçıl'dan böylesini beklemezdim vallahi. demek ki ciddi bir duygu yoğunluğu içinde yazmış. helal olsun. ben hep diyorum, bu adam yazsın sadece söylemesin.

    ve funda ah funda ahhh... nasıl muhteşem okumuş, nasıl her şeyini katarak okumuş şarkıyı. muazzam bir yorum.
    arkadaki orkestra enbe olunca, stüdyo kaydı bile olsa bence farkını hissettiriyor bu adamlar.

    kısacası son zamanlardaki en iyi parçalardan birisi. böyle kaliteli şeyleri özledik valla. helal olsun.
  • "...hafıza kurmacadır, hepimiz bir gün kendimizi yeniden icat etmeye mecbur kalırız."

    (marc augé, "yaşsız zaman")
hesabın var mı? giriş yap