• çocukken kitaplarını okur, pek çok severdim kendisini. fadiş kitabını ne zaman okusam duygulanırdım, gözlerim dolardı.

    10 yaşında filandım, ankara'da bir kitap fuarına geldi kendisi. okul minibüsüyle apar topar götürdüler bizi fuara. baktım gülten dayıoğlu da orda. 10 yaşındayım yanımda ne para olacak, harçlığımdan azıcık bir şey kalmış, görünce pek sevindim, gittim yanına. defterimden minik bir kağıt kopardım imzalar mısınız diye... "ömrümde hiç yapmadım, sadece kitap imzaladım, yapamam." dedi... çok kırılmıştım lan.

    ezik gibi kalakaldım orda, ki kitap alamayacağımızdan da değil halimize şükür. hem bütün kitapları zaten vardı bende (evde tabii), hem de o an kitabını alabilecek param yoktu. nasıl yer ettiyse içime nah 20 sene geçmiş üstünden, şu an aklıma geldi bir eziklik yaşadım yine burda. ne olurdu ki küçücük çocuğu kırmayıp kıytırık bir karalama yapsa verdiğim kağıda...

    kısacası çocuklara hitap eden güzel kitaplar yazarken, çocukları kırmaktan da imtina etmeyen bir yazar olarak tanımı kalmıştır kendisinin bende.
  • ben ilkokuldayken gülten dayıoğlu`nun bütün kitapları aynı yayınevinden çıkardı ve her kitabın arkasında da o yayınevinden çıkmış olan diğer kitapların kapak resimleri yer alırdı: küçük lord, deniz altında 20 bin fersah, heidi, iki yıl okul tatili ve hatırlayamadığım bir çok çocuk kitabı daha. her seferinde aynı kitapları görüp okumak isterdim ama hepsini alacak param olmamıştı hiç bir zaman. param olduğunda da ilgim bir üst yaş grubu kitaplarına yönelmişti.
  • sanırım kendisinin kitapları ile okuma serüvenine adım atan cocukların pek cogu başarılı birer okur oldular. fakat bunun yanında pek cogumuzun arabesk bir edebiyat gecmişi olmasına da epey katkı sagladı sayın gülten dayıoglu. (entry'nin bundan sonrası ilgilenini veya okuayacak olanı varsa fena halde spoiler içermektedir. )

    şöyle ki, bir edebiyat ögretmeni olan annemin yaklasık 7-8 yaslarımdayken suna'nın serceleri adlı romanı hediye etmesiyle gülten dayıoglu ile tanıstım ben. sonrasında dört kardeştiler,fadiş,yurdumu özledim,ben büyüyünce,midos kartalının gözleri gibi romanlar takip etti bunu.

    ve fakat okudukca daha cok acıya megillendiğimi cok sonraları farkettim. gülten hanım yazarken ne düşünüyordu, bunu neden yapiyordu, cok mu fazla türk filmi izlemişti şimdi bilmiyorum. yine de şikayet etmiyorum, dili son derece akıcı, kurguları ve tasvirleri son derece basarılı kitaplardı her biri.

    neden arabesk neden acılarla dolusuna gelince;

    suna'nın sercelerinde, mahallede erkek cocuklarıyla ayak topu oynamaya pek meraklı bir haylaz kızımız top peşinde kosarken belediyenin actıgı cukura düşer, ayakları yanar, sakatlanır.. uzunca bir süre tekerlekli sandalyede oturur evde. ve her gün baska renkli bir sercenin gelip kendine hikaye anlatmasıyla devam eder. bu nası bi fantazi dünyasıdır, suna nasıl halüsinasyonlar görmektedir orasını bilmiyorum ama, ben 8 yasındaki kafamla epey bi inanmıştım sercelerin hikaye anlatmasına. sonucta yıkım yasamıştım sercenin filan halü oldugunu ögrenince.

    ben büyüyünce romanında ise kan davası teması işlenmektedir. kan davasının, töre saikiyle işlenen cinayetlerin ne fena bişey oldugunu bize aşılarken, bi yandan ne kadar kacarlarsa kacsınlar yine de kurban giden bir cocugun hikayesidir bu. yine gözyaslarıyla biten bi roman...

    yurdumu özledim romanında unutamadıgım bir almanya yolculugu tasviri vardır, enfestir. ama yine acılarla doludur. almanya'da işci olan anne babasının yanına gidip orda cok mutlu olacagını cok guzel oyuncakları olacagını düşünen cocuk kahramanımız, almanya'ya gider gitmesine ama, alman arkadasları tarafından mı dışlanmaz yok efendime söyleyeyim ögretmenleri dıslar, arkadaslarının anneleri gelip iftira atar, almanya'da kaybolur polisin eline düşer bilmemne. sonra bir kac yıl gecer yurda dönerler, hayat bu cocuga yine vurur. ilkokul 5 e gitmesi gerektiği halde "cok geride kaldın sen" derler kendisine ve 2den baslatırlar, arkadasları ise almış yürümüştür. yine bir yıkım.

    dört kardeştiler ise -adından da belli oluyor- gelmiş gecmiş en acıklı hikayelerden bridir. 3'ü kız sonuncusu erkek 4 kardeş -ki zaten üçüncü kızın adı döndü olsa gerek- vardır. oglan dogdugu sırada anne ölür. baba, köyün ormanın korucusudur, dede topaldır. en büyük kız evin yükünü cekmektedir. baba catışmada ölür, dede yaslılıktan ölür, ortanca kızlar evlatlık gider. büyük kız evlatlık olmaya dirense de gider, oglanı köy muhtarı evlat edinir. büyük kıza evlatlık gittiği yerdeki anne cok kötü muamele eder, döver eder. kız kacar, polis geri gönderir. evde yangın cıkar, kız yanar hastanelik olur. evlatlık alan kişi "artık işe yaramaz bu" der bırakır. baslarına gelmeyen kalmaz.
    acılar içinde bi hayattır.

    daha fazla acıya bogmadan bu entry'ye bir son vermek gerektiği satırlar gelmştir. gülten dayıoglu okuma alışkanlıgını, roman sevgisini aşılamıştır aşılamasına ama ne düşünmüştür bunları yaşarken, nası bi acı cekmektedir neden fosseptik cukuruna düşürüyor, neden anneleri babaları öldürüp perişan ediyor cocukları neden kan davalarına kurban veriyor hep şimdilerde sordugum sorulardır bunlar.
  • zorlama bilimkurguların* yazarı. her şey sevgiyle çözülür, asıl sihir sevgidir gibi kolaya kaçan çözümlerin türkiye'deki ilk distrübütörü.
    zannederim ki sineklerin tanrısı'nı hiç okumamıştır. dünya çocukların olsa der ama çocukların dünyadaki genel şiddet söyleminden kaçışı olmadığını, onların masum kabul edilmesinin içine doğdukları şiddet yüklü dil yüzünden imkansız olduğunu anlayamaz.
    en güzel ürünü saydığım yeşil kiraz'ı bile ikinci kitapta gizil güç dediği kaynağın üzerinde emperyalist güç kurma girişimleri konusuyla bağdaştırıp piç etmiştir. kitabın kahramanı kiraz toplumsal engelleri aşma yolunda iyi bir örnek olabilecekken birden sabancıvari bir patronun ve amerikan emperyalizminin elinde güçlenerek patroniçe filmlerini aratmayan bir kurguyla sosyal üçgenin tepesine çıkmış ve bütün örnekliğini yitirmiştir.
    evet bulunduğun konumdan kurtulman seni yeni konumunun kölesi yapar, sistem böyledir. ama sorun yazarın bunun farkında olmadan, kiraz'ın kapitalizme mahkumiyetini bir kurtuluş gibi sunmasıdır.
    kısacası gülten dayıoğlu varolan sistemi legolaştırıp çocukluğumuza oyuncak etmiş bir ideolojik aygıt yazarıdır.
  • 1935 yilinda kütahya'nin emet ilçesinde dogdugunu, hukuk egitimini yarida birakarak ilkokul ögretmeni oldugunu, 70'lerin sonlarinda da emekli olarak kendini tamamen çocuklara, gençlere hikaye, roman yazmaya verdigini her kitabinin basindaki degismez biyografisinde okurduk.
    kendisi hayatima ilkokul birde ögretmenimin dogumgünü hediyesi olarak verdigi fadiş isimli romanla girmistir. 1971 yilinda yazilmis fadiş gülten dayioglu'nun da ilk romanidir (bu aralar 30. yili kutlanmakta, adina etkinlikler düzenlenmektedir). gerek fadiş'te, gerekse ikinci romani olan ve herhalde okudugum en acikli çocuk kitabi olan "dört kardestiler"de (kemalettin tugcu okumadim hiç, bilmiyorum) açikçasi sömürüye kaçmistir dayioglu.
    bir 15 sene sonra yeniden okuduğumda gördüm ki, fadiş dini ve milli propagandayla, özellikle köyü ve köylüyü sevdirmeye yönelik binbir türlü mesajla doludur. yine de basarili yazilmistir, güzel hisler uyandirabilmektedir körpe yüreklerde.
    ama benim en sevmis oldugum kitabi fantastik, bilim-kurgusal bir eser olan "akilli pireler"di. bu kitabin tek kötü yani okurken sürekli kasinmam, acaba bende pire mi var, kanim mi emiliyor damla damla paranoyalarina kapilmam, kisacasi ilerde gelistirecegim hastalik hastaligi huyumun ipuçlarini vermemdi.
  • dört kardeştiler kitabı yüzünden hala arada titreyip korkarım. o neydi lan öyle ilkokul 3'e mi ne gidiyordum beynim pörtlemişti.

    --- spoiler ---

    önce anne, sonra dede ölüyordu. en küçük kardeş babasıyla köyde kalıyordu galiba en büyük hizmetçi olarak birine gidiyordu. diğer 2 kız kardeş dayak mayak yiyordu galiba. baba ölünce en küçük kardeş bir şey oluyordu ne oluyordu amına koyim neyse sonunda bunlar buluşuyordu 10 sene sonra falan ama biri eksik miydi ölü müydü neydi lan?

    gerildim bak yazarken.
    --- spoiler ---
  • bu kadinin bir de dehset mi dehset bi kitabi vardi adini hatirlamadigim. bir aile oturup tavuk yiyorlardi. sonra hepsinin karni agrimaya basliyordu, o kadar ki sancidan kivraniyorlardi. sonra midelerindeki tavuk dile geliyordu, iste siz beni oldurdunuz, tuylerimi yoldunuz, hasladiniz, yediniz vesaire diye. doktora gitmeye calisiyorlardi ama evin kapilari kitleniyordu falan boyle bi facia. anlasilan o ki, misyonlarindan biri de hepimizi vejetaryan etmekmis. ben misal, tavuk mavuk yiyemiyorum agiz tadiyla.
  • ilkokul yıllarımda dunya cocukların olsa kitabını defalarca okumustum. turk edebiyatında zaten az rastlanan bilim kurgu turunu cocuk edebiyatına tasıması gercekten takdir edilecek bir davranıstır.
  • ilkokul 3te okudugum dunya cocuklarin olsa kitabi ile beni dumur etmis yazar.
  • bir nesle kitap okuma alışkanlığı kazandıran yazar. teşekkür edilesi kişi.
hesabın var mı? giriş yap