• asıl adı henry graham greene. 1904-1991 yılları arasında yaşamıştır; önemli bir kısa öykü ve roman yazarıdır. ingilizdir. times'da editörlük yapmış olması itibariyle gazetecilik geçmişi olduğu da söylenebilir. 3. nisan 1991 tarihinde, isviçre'de hayata gözlerini yummuştur. the human factor, brighton rock, the third man, the end of the affair, our man in havana, a gun for sale eserlerinden bir kaçıdır yalnızca.
  • katolikliği ile iftihar eden bir dizi edebiyatçıdan (julien green, françois mauriac, g k chesterton, george bernanos, j k huysmans).

    graham greene'in temel kavramı acımaktır; abartmadan denebilir ki, neredeyse bütün eserleri bu kavramın etrafında gelişir.

    birine acımak onu sevmekle başlar (veya tersi) ancak, tabii ki, süreklilik esastır. böylelikle, acımak sorumluluk almağa dönüşür. sorumluluk sorun değildir. sorun sahicilik sorunudur. artık acımakta olduğunuz sahiciliği resmen talep edecektir. böylecene iş iyice zorlaşacaktır. çünkü sahicilik adı üstünde kendiliğindendir. dönüştüğünde acıdığınız sizden onu sahiden sevmenizi de isteyecektir. bu duruma dayanamadığınızı kendinize itiraf edemezseniz kendinizi imha edersiniz. the heart of the matter'daki scobie, bu dramı hem karısına (louise) hem de sevgilisine (helene) karşı yaşar, sonunda yıkılır. romanın türkçe adı belki de bunun için yıkılış olur.

    acımak uğruna neler yapılmaz ki greene'in romanlarında: our man in havana'da, elektrikli süpürge satıcısı wormold, kızını (milly) çok sevdiği için, küba'da ingiliz ajanı olur, başını beladan belaya sokar.

    öte yandan, rollo martins, the third man adlı romanda, sevgili gençlik arkadaşı ölmüş harry lime'ı temize çıkarayım derken, aslında, onun, ölmediğini ve insanlık dışı bir kaçakçı olduğunu ortaya çıkarır. acımak bazen ters teper. martins, lime'ı öldürür.

    doctor fischer of geneva adlı romanda, doctor fischer'in sevilmeyen karısı, sefil bir tipe aşık olur. bitmez, daha sonra, kızları anna, bir eli sakat, kendinden otuz yaş büyük bir adamla evlenir. doktor fischer, greene'in yasalarını bilmektedir. onun için zaten kimseyi sevmemiştir. ama yasadan kaçamaz. yasa der ki sevmiyorsanız (acımıyorsanız) ölün. sonunda o da intihar eder.

    the quiet american adlı romanda, vietnam'daki ingiliz gazeteci fowler, kendisinden çok genç olan vietnamlı kız phuong'u metres tutar. karısından boşanamadığı için onunla evlenemediğini söylemektedir. kızı sevmektedir, ama ona acımamaktadır. lakin, samimi bir şekilde kızın iyiliğini düşünmektedir. bir gün genç bir amerikan istihbaraçı (pyle) çıkagelir. görünüşte samimi ve dürüsttür, phuong'dan hoşlanır, acır ve onunla evlenmek ister. uzatmayalım, greene, phuong'u pyle'e yar etmez. zafer fowler'ın olur. çünkü fowler acımadan sevmeyi bilmektedir.

    ha bir de acınmağı kendine yediremeyenler ve hor görerek sevenler var ki, neyse burada duralım tadını kaçırmadan.

    neymiş: acımadan tadını kaçırmadan sevelim. zor iş.

    edit: matbaa hataları.
  • ''her ihtiras ölür, her aşk tükenir, fakat merhamet her şeyden fazla yaşar. onu hiç bir şey yıpratmaz. hayat, onu durmaksızın besler.'' sozunu soylemis yazar.
  • doğalı tam da bugün* 63 sene olmuş yazar, ways of escape'inde şöyle demiştir:

    “writing is a form of therapy; sometimes i wonder how all those who do not write, compose, or paint can manage to escape the madness, melancholia, the panic and fear which is inherent in a human situation.”

    türkçe meali de kabaca şöyle: "yazmak bir tür terapi. yazmayan, beste yapmayan ya da resim yapmayan insanların, insanın kendi halinde var olan delilik, melankoli, panik ve korkudan nasıl olup da kaçabildiklerine şaşıyorum bazen."

    insanlar ikiye ayrılır sanıyorum: bu hayata anlam veremeyenler ve bu hayata anlam veremeyenlere anlam veremeyenler...
  • "our man in havana" adlı kitabının finalindeki küçük viski şişeleriyle satranç oynama bölümü lise 1'e giden robert kolej'li gençlerin hayallerini süslerdi.
  • romanlarının temelinde hep birbirine ihanet eden kadın ve koca olan bir zamanlar hızlı komunisti olan kişi. hayatı hep arayışlar içinde geçmiş müthiş bir zeka felsefeyle harmanladığı eserlerinde bol bol laf cambazlığı yapmış bir kurgu ustası.

    kelimeleri kişileri taçsız kral pelenin topu sürdüğü gibi sürüp okuyuculara çalım ata ata giden ve eserlerinin sonunda meşin yuvarlağı filelere gayet şık bir biçimde buluşturan yirminci yüzyılın unutulmak üzere olan şakacı çocuğu.

    herkes giderken mersine o gitmiştir terssine. huzuru katolik klisesinde bulmuştur ki ingiltere topraklarında ve anglo sakson dünya da katolik olmak sürünün kara koyunu olmakla eşdeğerdir - uçkuruna düşkün henry'nin gözününde ki thomas moore misali-

    bütün bunlara rağmen doctor fischer of geneva or the bomb party yahut losers take all u kıraat etmek insanda yeni ufuklar açar. diğerlerini gidiniz kendiniz bulunuz her şeyi devletten beklemeyin yahu...
  • acımak kavramı ile olduğu kadar inanç kavramı ile ilgili düşüncelerine de eserlerinde sıkça rastlarız kahramanlarının ağzından. hiç eskimeyecek şekilde, ne de güzel maskesini indiriyor aslında pek çok insanın.

    "bir iyilik yapın da, mrs. scobie, kendinizin ya da benim tanrı'nın merhameti hakkında bir şeyler bildiğimizi düşünmeyin."

    "sen bir tanrı'yı seviyormuş gibi yapıyorsun, çünkü, başka hiç kimseyi sevmiyorsun."

    ve sanki, olması gereken, en kabul edilebilir dua şekli de şöyle mi vücut bulmalı acaba bu kargaşa içinde diye düşünmemek elde değil okuyunca;

    "içinden dua edenler de vardır, susarak dua edenler de. iyi kalpli insanlar aslında farkında olmadan dua ederler. sizin bir düşünceniz, tanrı'nın gözünde bir dua olabilir."

    unutmadan son bir söz, greene'ye göre vicdan azabı da bir çeşit inançtır. bu tanım, istatistikleri tamamen sarsacak bir derinlikte galiba.
  • dorduncu romani olanistanbul treni ile une kavustugu iddia edilir. gazetecilik de yaptigi icin seyyah bir yazar potansiyeline sahip olan graham greene'nin romanlari genelde tropik ulkelerde gecer ve kendi yolculuklarindan edindiklerini okuyucularina muhtesem bir dille aktarmistir.*
  • "insan doğası siyah ve beyaz değildir. siyah ve gridir."
    -graham greene
  • aynı isimde bir de kızılderili aktör vardır. oneida kabilesindendir. dances with wolves filminde oscara aday olmuştur. bunun dışında thunderheart, maverick, die hard: with a vengeance gibi filmlerde rol almıştır. son filmi skins ile adından övgü ile söz ettiren aktör bir çok uluslar arası festivalde en iyi erkek oyuncu ödülünü almıştır.
hesabın var mı? giriş yap