• sabancı üniversitesi'nde verdiği major works of classical music dersinde hiç unutmayacağı anılar edindiğine inandığım insan. dersin ilk saatinde neler işleneceğini, dersin işlenişinin nasıl olduğunu anlattığı sırada, mesela bir öğrenci hayal kırıklığına uğramış bi şekilde şöyle bir soru yöneltmiştir: "peki hocam bu derste apocalyptica'dan bahsetmeyecek miyiz? onlar da çok güzel çello çalıyor. bence kapsamlı bi ders olması için apocalyptica'dan da örnekler dinlemeliyiz."

    yine başka bir derste, 100 mark'ın üzerinde clara schumann'ın resminin olduğunu, almanların sanatçılara ne kadar önem verdiğini buradan rahatlıkla anlayabileceğimizi söyler filiz ali. fakat o anda burnundan milliyetçilik fışkıran bir öğrenci konuya açıklık getirir: "hocam almanların bizim gibi paralarına basabilecekleri büyük devlet adamları yok. (!?) bu sebepten clara'yı paraya basmak zorunda kalmışlardır. bunu onların ezikliği olarak değerlendirmeliyiz bence."

    bu ikisi dersi almamın üstünden bir sene geçtiği için aklıma gelen bir kaç tanesi. hemen hemen her dersinden dumur olarak çıktığım bir hocaydı filiz ali. o ne düşünüyordur sabancı üniversitesi öğrencilerinin vizyonu hakkında, hala merak ettiğim konulardan biridir.
  • milli şef ismet inönü'nün diktatörlük devrinde öldürttüğü sabahattin ali'nin kızıyla ilgili erdoğan aydın'ın ilginç bir tanıklığını aktaracağım: yurtdışında sabahattin ali'yi anmak için bir konferans düzenlenir. hanımefendi elbette bu konferansın onur konuğudur. ancak korkunç ve zavallıca bir cümle sarf eder: "cumhuriyet babamı öldürdü ama beni de okuttu, akademisyen oldum." ne kadar korkunç! devletin öldürdüğü babası yerine onu öldüren devlete baba diye sarılan, devleti babasının yerine ikame eden "devlet tapıncı." a kuzum, bu devletin senden aldıklarının yanında sana verdikleri nedir ki... devletin yurttaşlarına karşı sorumluluğunu bir devlet erdemi, şefkati ve babalığı telakki edip minnettarlık ve müteşekkir olma ruh haliyle karşılayan bir kişiliksizlik. biz bu patolojiye tasavvuftan esinle "fenafil devlet" sendromu diyoruz; yani tanrısallaştırılan devlette erime, kaybolma, yok olma kompleksi. babayı, devleti ve tanrıyı öldürememiş ebedi ergenler gemisi...
  • 1948 yılında gözaltında kaybedilen sabahattin ali’nin kızı filiz ali.

    agos gazetesi genel yayın yönetmeni hrant dink’in öldürülmesinin üzerinden tam 12 yıl geçti. (2019) anmada konuşmayı filiz ali yaptı.

    filiz ali’nin anmada yaptığı konuşma şöyle:

    “sevgili hrant,

    12. kez, seni aramızdan alan karanlığa karşı, senin ve ailenin yanında durmak için, ellerinle kurduğun, büyüttüğün gazeten agos’un önündeyiz. bizi acılarda akraba edenlerin kurdurduğu ve ne yazık ki her geçen gün büyüyen geniş ailemizin en eski üyelerinden biri olarak sesleniyorum bugün sana.

    babam sabahattin ali, 1948 yılında, karlı bir sabahta, benim ve annemin birkaç poz fotoğrafını çektikten sonra, ankara’dan istanbul’a doğru yola çıktı, bir daha geri dönmedi. gözaltında kaybedilen ve akıbetini hala bilemediğimiz babam ne yazık ki bu ülke tarihinin ne ilk ne de son kaybı oldu. babamı ‘milli hislerle galeyana geldiği için’ öldürdüğünü söyleyen katilin, seni öldüren ve sonrasında bayrağın önünde poz veren katilden farkı yoktu.

    sabahattin ali 70 yıldır kayıp. olayın iç yüzü, bugüne kadar gelmiş geçmiş iktidarlar tarafından ısrarla aydınlatılmadı, tıpkı iktidarın seni öldürenlerin ‘ankara’nın karanlık dehlizlerinde kaybolmasına izin vermeyeceğiz’ demesine rağmen cinayeti aydınlatmamış olması gibi…

    sabahattin ali gibi tanınmış, sevilen bir yazarın hunharca öldürülmesinin yarattığı dehşet ve korku, toplumu suskunluğa sevk ederken, öte yandan her türlü muhalefeti sindirmeyi vazife bilen karanlık güçlere de cesaret verdi. her on yılda bir tekrarlanan askeri darbeler ile karanlık güçler denen, aslında içimizden birileri, diğerlerini yok etmeye devam ettiler. öldürülen gazeteciler, yazarlar, sanatçılar, bilim insanlarının ardından toplumda gitgide derinleşen ve hiç bir biçimde tedavi edilemeyecek yaralar açıldı.

    geniş ailemiz 1948’den 2007’ye kadar ne yazık ki durmaksızın büyüdü. seni kaybetmemizin ardından da hız kesmediler. sadece ocak ayı, onca canımızı anımsatıyor bize. onat kutlar, metin göktepe, uğur mumcu, muammer aksoy bize ocak soğuğundan bakıyorlar, bugün burada bizimleler. yasemin cebenoyan aralık’tan bakıyor bize. şubat’ın ayazında abdi ipekçi var.

    babam kayıptır dedim, cumartesi anneleri / insanları 1995 yılından beri galatasaray meydanı’nda babamın, 1915, 24 nisan’ında istanbul’da gözaltına alınarak trenlere bindirilen ermeni aydınlarının, 70’lerden beri türkiye’de kaybedilen yüzlerce insanın akıbetini soruyorlar, türkiye tarihine bir hakikat meydanı armağan eden bu insanlar kar kış, saldırı, gözaltı dinlemeden on yıllardır kayıplarını sormaya devam ediyorlar. soruları gelmiş geçmiş iktidarlar tarafından yanıtlanmadı, kayıpları bulunmadı.

    sana geçtiğimiz yıldan iyi haberler vermek isterdim ama ne yazık ki veremiyorum. yazarlar, kültür insanları, siyasetçiler, gazeteciler hapiste, haklarında iddianame bile hazırlanmadan, neden olduğunu bilmeksizin cezaevinde aylarını, yıllarını geçiriyorlar. uluslararası mahkeme kararları hiçe sayılıyor, imzacısı olduğumuz sözleşmelere uyulmuyor, hukuksuz bir hukukla insanlar özgürlüklerinden mahrum bırakılıyor. kayıplarımız bulunmadığı, bir mezardan mahrum bırakıldığımız yetmezmiş gibi, geçtiğimiz yıl cumartesi meydanı’na yapılan saldırılara tanıklık ettik, cumartesi anneleri / insanları artık meydanlarında değil, ara sokaklarda toplanıp soruyorlar kayıplarının akıbetini.

    babamın kaybedilmesinden 70 yıl sonra gelinen noktada toplum, toptan pasifize edilmiş, her türlü haksızlık, hukuksuzluk, cinayet ve dehşeti kanıksamış durumda. ne var ki güneşin her sabah doğması kadar doğal ve değişmez bir gerçek var evrende. hafıza. insan hafızası kaybolan, kaybedilen, yok edilen, yakılan, parçalanan değerlerimizi unutmaz. onlar, bu kayıp değerler hiç umulmadık bir yerde, umulmadık şekilde toplumun karşısına çıkar ve “susmaktan hiç utanmadınız mı ?” diye sorar.

    sevgili hrant, yine de o kadar umutsuz değiliz. susmayanlar var, hala buradayız, bir yere gitmiyoruz, vazgeçmiyoruz. seni öldürdüklerinde henüz çocuk olanlar bugün burada, aramızda, öldürülmenizin peşine düşüyorlar, soru soruyorlar, susmuyorlar. sizler, kaybettiğimiz bütün değerlerimiz, bize ocak ayazında bakarken, biz burada, her yıl gençleşen kalabalıklarla vazgeçmiyoruz demeye devam ediyoruz. umut burada! bu topraklar, bu ülke bizim!”
  • sadece sabancı üniversitesi'ndeki tek dersini almış olmama rağmen her karşılaşmamızda selamını esirgemeyen, içten ve hayranlık uyandıran hoca.
  • biraz daha net konuşsa keşke. net bilgiye ihtiyaç duyuyor çünkü bu toplum. entelektüel birikim sahibi her insan gibi pragmatizmi dorukta yaşıyor. her sorulanı tüm satır aralarıyla açıklasa; düşünmekten nefret eden türk insanının, geçmişin vahşetinden utanmasını sağlar.
  • karsisina gecip sabaha kadar hasbihal edilip, beraber aglamak istedigim kadin. tv eger kitle iletisim araclarinin en yaygini ve en guclusuyse, onu en iyi kullanan, az soz soyleyip cok sey anlatan, susarak haykiran kadin. babasi yukardan onu izleyip gurur duyuyordur, eminim.
  • hayranlıkla dersini dinlediğim, son derece akıcı bir ingilizceye ve şahane bir türkçeye sahip müzikoloji profesörü. derse geç kalana itinayla laf sokar, amfinin sadece sağ tarafına oturtur, gerilerde kimsenin oturmasını istemez.

    discussionlarda asistanıyla birlikte hiç durmadan zekice espriler yapar. dönemin başındaki 3 ders tekrar tekrar herkese ne okuduğunu ve neden bu dersi aldığını sordu. her defasında ayrı bir espri yaptı. mechatronics bölümünde okuyorum diyen gence, "o ne öyle asterix gibi, ne öğretirler ki size orda?" diyip herkesi güldüren, bir bölüm öğrencinin hiç ısınamadığı, geri kalanının ise hayranı olduğu mükemmel hoca, mükemmel insan.
  • "kızı filiz yavru daha" dizesinin öznesi.
  • sabahattin ali'nin bati muzigi elestirmeni kizi
    (bkz: sabahattin ali)
  • derslerine girmeden önce stresten tırnaklarımı yediğim hazırcevap* ve herşeyi bilen* insan.
hesabın var mı? giriş yap