• nick hornby'nin, about a boy kadar süper olmayan, ama bir futbol taraftarina çok şeyler anlatan kitabi... ben de aklimda kalan bir kismi aktarayim:
    "arsenal maçi olduğunda bütün işleri iptal etmemin sonsuza kadar süremeyeceğini biliyordum. ileride bir gün mutlaka oğlumun mezuniyeti, kizimin balosu gibi elzem şeyler arsenalin maçina denk gelecekti ve ben ikisi arasinda seçim yapmak zorunda kalacaktim... 2025 yilinda oğlumun ya da kizimin, psikiyatristin koltuğuna uzanmiş "babam arsenali bana tercih etti" dediğini görebiliyordum..."
  • kitabın en hoşuma giden kısmı 26 mayis 1989 liverpool arsenal maci bitişiyle 18 sezon sonra gelen şampiyonluk üzerine düşünceler. bi nevi neden futbol manyağı olduğumun cevabı.

    --- spoiler ---
    insanların hayatlarının en güzel anı olarak tanımladıkları anların hiçbiri karşılaştırmak için uygun değil gibi görünüyor. bir bebeğin doğumu olağanüstü derece coşku verici olmalı; ama içinde o akılalmaz sürpriz duygusu yok ve bu, daha da önemlisi çok uzun sürüyor; bir ödül almak, bir terfi kazanmak da ne son saniye faktörünü ne de o gece hissettiğim elinden birşey gelmeme duygusunu içeriyor. peki, birdenbirelik duygusunu yaşatacak başka ne olabilir? belki piyangodan büyük bir ikramiye vurması. ama büyük miktarda para kazanmak, psikolojinin tümüyle farklı bir yanını etkiliyor, içinde futbolun o ortak coşkusu yok.
    öyleyse, gerçekten de elimizde bu anı tarif edebilecek hiçbir şey yok. bütün mevcut seçeneklere baktım. ne yirmi yıl boyunca iki gözle beklediğim (yirmi yıl boyunca beklenecek başka şey var mı?), ne de hem bir oğlan çocuğu hem bir yetişkin olarak arzu ettiğim başka birşey hatırlamıyorum. öyleyse lüften sportif başarı anlarını hayatlarının en güzel anı olarak tanımlayanları hoş görün. merak etmeyin, hayal gücünden yoksun değiliz. acınası, kuru bir hayatımız da yok. yalnızca, gerçek hayat daha solgun, sıkıcı ve orada beklenmedik sevinçleri yaşama şansınız daha az.
    --- spoiler ---
  • pazar ogleden sonralarında, beton tribunlerden oluşmuş boktan stadları doldurup, boktan sahalarda, oyuna dair butun guzellikleri sergileyen ama atletizm disiplininden, istastiki verilerden ve kondusyondan habersiz 22 yetenekli serseriyi izlemeyi ozleten film.

    babanın kucagında oturup cekirdegi kabuguyla yemek, diger macları radyodan dinleyip habire dakika ve skor alan trt merkez studyolarını takip etmek her ne kadar mazide kalsa da o gunleri hatırlamak icin en guzel yollardan biri bu film ve kitap...
  • (bkz: fevri piç)
  • “velhasıl ben futbolu izlerken hep onbir yaşındayımdır” diyen bir yazarın kaleminden oldukça samimi bir futbol kitabı. bazen zat-ı alim gibi futbola ilgili okur/yazarların da yaptığı gibi, futbolu duygusal bir nesne olarak edebiyatın içinde yedirmiyor nick hornby, bizzat edebiyatı futbolun içine eritiyor; üstelik oldukça samimi bir şekilde kotarıyor bunu. kitap boyunca adım adım futbol ve dahi arsenal sevgisi bağlamında küçük nick'in büyümesine şahit oluyoruz. nick'in babası ile iletişim kurma aracı olarak futbolu kullanması, kişisel olarak bana hiç yabancı değil, zira benim de babamla başabaş konuşabildiğim birkaç konudan biri futbol. kitap bağış erten tarafından dilimize kazandırılmış. kitabın içinden seçtiğim alıntılarla sürdüreyim bahsi;

    geçmişe özlem olarak futbol sevgisi üzerine:

    “…elbette geçmişe özlem duyuyorum, bu geçmiş hiçbir zaman bize ait olmamış bir geçmiş olsa da: söylediğim gibi bazı şeyler daha iyi, bazı şeyler daha kötüydü ve bir insanın kendi gençliğini anlamayı öğrenmesinin tek yolu her iki yarıyı da olduğu gibi kabul etmektir.”

    hornby'nin futbol sevgisi eğlence olsun diye değil, bunu da şöyle dillendirmiş:

    “ben futbolu eğlenmek için izlemiyordum. her yerde eğleniyordum ve eğlenmekten gına gelmişti. her şeyden öte sebepsiz mutsuzluğu yaşayabileceğim, sessiz kalıp endişelenip kederlenebileceğim bir yere ihtiyacım vardı. benim de kendime gore üzüldüğüm şeyler vardı ve takımımı izlerken bu duyguların dışarı çıkmasına izin verebiliyordum.”

    futbolu niye severiz, sorusuna cevap verme gayreti:

    “futbol herkes bilir ki, halk sporudur ve bu haliyle deyim yerindeyse halktan olmayan bütün insanların ilgisini çeker. kimisi duyarlı sosyalist olduğu için futbolu sever, kimisi devlet lisesine gitmiş ama buna pişman olmuştur; kimisi ise ait olduğu veya mensubu olduğu yerden mesleği -yazar veya haberci veya reklamcı- gereği uzak düştüğü için ve futbolu yuvaya dönmenin zahmetsiz ve hızlı bir yolu olarak gördükleri için sever.”

    zevksiz futboldan şikayet eden büyük takım taraftarları için:

    “büyük bir takım taraftarı olmanın değiştirmek için elinizden hiçbir şey gelmeyen, ama sineye çekip onunla birlikte yaşamak durumunda olduğumuz bir yan etkisi varsa, o da profesyonel futbol yüzünden pek tadının olmamasıdır”

    edit: çeviri daha önceki hornby çevirilerine göre daha ağdalı bir dille yapılmış. (uzun cümleler vs) oysa diğer hornby kitaplarının en önemli özelliği yalınlığıydı. acaba bu hornby'nin orijinal metninde de mi böyle? uzun süren çevirisi için bağış erten'e teşekkür etmekle birlikte; böyle de bir merakım var konu üzre.
  • maçlardan önce uğur getirsin diye yapılan saçmasapan şeylerle ilgili kitaptan bir paragraf sunmak istiyorum.

    yazar;arkadaşlarından birinin maçtan önce fare şekeri (ice mice) alması, şekerin kafasını ısırması, sonra elinden düşürmesi, bir arabanın üzerinden geçmesi ve aynı gün arsenal'in 3-1 galip gelmesi üzerine bu tesadüfi olayı arkadaşlarıyla beraber uzunca bir süre tekrarlayarak aylarca arsenal yenilgi görmemesi hakkında şöyle diyor :

    --- spoiler ---

    fare şekeri dışında hiçbir şeyin ama hiçbir şeyin faydası dokunmadı. ama elinizden bir şey gelmediğinde başka ne yapabilirsiniz ki? her günün belirli saatlerini, yılın belirli aylarını, ömrün belirli bir kısmını üzerinde hiçbir kontrolümüzün olmadığı bir şeye ayırdığımızı düşünecek olursak;derin ve anlaşılmaz görünen esrarengiz bir şeyle karşılaşan bütün diğer ilkel toplulukların yapmış olduğu gibi, bizim de, her ne olursa olsun kontrol gücüne sahip olduğumuz yanılsamasını yaşatan, dahice fakat tuhaf ayinler geliştirme noktasına kadar gerilememizde şaşılaşacak bir şey var mı ?

    --- spoiler ---
  • futbolda herseyin sahane oldugu anları anlatan deyimdir. bir maçtan bahsederken fever pitch deyimini kullanmak icin atılan her calim rakibi kucuk dusurmeli, en uzun paslar bile oyuncularin goguslerinde bitmeli, hakem mantikli kararlar almali, seyirci 90 dakika desteklemeli, sahanın cimi bile o anin buyusuyle parlamalidir.

    fever pitch basli basina bir deneyim, az gorulen bir durumdur. bir mactan cikarken butun o kalabaliga ragmen suratinizda salak bir gulus, aklinizda (yine kalabaliga ragmen) dunya barisi ve insanlarin kardesligi uzerine dusunceler, hatta tibet'e gidip budizmle barisma planlari falan varsa bilin ki fever pitch durumuna maruz kalmis az sayidaki sansli insandan birisiniz, anlatacak bir maciniz, o macla beraber hafizaniza kazinan nick hornbyvari anilariniz var. cidden kiskandim sizi simdi.
  • douglas adamsın "otostopçunun galaksi rehberi", bizzat yazar tarafından, uyarlandığı her medya (dizi, radyo piyesi, uzun metrajlı film, bilgisayar oyunu..) için küçüklü büyüklü değişimlere uğratılmıştır. bir hikaye diğerini tam olarak tutmaz, muhtemelen daha zengin veya daha abartılıdır. hatta beş kitaplık üçlemenin sonraki ciltlerinde konu iyice dağılır, beşinci kitabın sonunda ancak toparlanır. bu yüzden her hangi bir otostopçunun galaksi rehberi okuma, izleme, dinleme hatta oynama seansı her zaman insanı boşlukta bırakır, elbette bu deliler gibi eğlenmediğin anlamına gelmez.

    nick hornbynin fever pitchi de biraz bu durumdan muzdarip. kitap şahanedir, dağınıktır ama sonuca yönlendirir; filmler ise kitaptan ciddi anlamda değişiklik gösterir. 1997 tarihli filmin senaristi, 2005 tarihlinin ise yürütücü yapımcısı olarak nick hornbynin bu değişikliklerde direkt olarak etkisi olmadığını iddia etmek imkansız. önyargıdan uzak izleyince her iki filmin de kitabın asıl anlatmak istediği şeye sadık kaldığını, ayrıca gayet eğilenceli filmler olduğunu söylemek mümkün.

    kitabın en çok hoşuma giden tarafı (ingilizlerle ilgili komik tespitler içeren kısımlarının dışında), erkek çocuklarının hiçbir zaman büyüyemediği alanların olduğunu futboldan yola çıkarak, suçlamadan - en önemlisi de bu - ifade etmesiydi. bu noktada david evansın filminde colin firthin çizdiği başrolün farrelly biraderlerin filmindeki jimmy fallondan daha gerçekçi olduğu söylenebilir. özellikle firth'in mal gibi durup bir an için insanların dünyasından ayrıldığı bölümler kitapla adeta omuz omuza yürüyor. fallon'ın karakteri ise bazen fazlaca plastik kaçıyor. 2005 tarihli filmin zayıf olduğu taraflardan bir diğeri ise arsenalin sıkıcı futbolunun, boston red soxta karşılık bulamamış oluşu.

    yine de kitabı okuduktan sonra her iki filmi izlemekte de fayda var, en azından taraftarlık psikolojisinin dünyanın her yerinde benzeştiğini idrak etmek için.
  • nick hornby'nin yıllarca yayınevlerinin kapısında süründükten sonra write what you know kuralına uyarak bir arsenal fanatiği olarak anılarını anlatan, 1992 de satış rekoru kıran kitabı. 1997 de sinemaya uyarlanmıştır.
  • türkçesi en sonunda kitapçı raflarını öpmüştür. sel yayıncılık'tan bağış erten 'in ingilizce kadar futbolu ve ruhunu da bilen çevirisiyle..
hesabın var mı? giriş yap