• --- spoiler ---

    ilk anda ensesti işliyormuş gibi gelir. oysa iktidarın işleyişini çok güzel anlatan bir filmdir. birisi ayağa kalkıp gizlenen gerçekleri haykıracak olsa herkes bir anda anlayacak sanırsınız. ama anlamazlar. dinlemezler. her şey olduğu gibi akmaya devam eder. ta ki... ta ki evdeki çalışanlar örgütlenip hepsinin üstüne kapıyı kapatana kadar. ilk anda tek yapmak istediği örtbas etmek olan abla, artık bilmezden gelmeye dayanamaz olana kadar. kırılma noktasına kadar iktidarın ve yardakçılarının, hatta iyi niyetli konformistlerin bile tepkisi duymamak, dinlememektir. ama bir an gelir... o an gelir işte.

    yani bir kere anlatmak yetmiyor. duyurana kadar anlatmak gerekiyor. dinletene kadar.
    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---
    vinterberg'in filmini hanekevari yapan şey masadaki kimsenin christian'i duymaması, en ufak şüphe duymamalarıdır. şölen'in iğrençliğin şölenine dönüştüğü an ise ırkçı şarkının marş gibi bağıra çağıra, korkunç bir çoşku ile söylendiği andır. ortada o kadar büyük bir delilik vardır ki anormal derece normal insanlarca yaşanan kendinizden şüphe eder, hiddetlenme ile duyduğunuzu algılamama içerisinde gidip gelirsiniz. sahi; ben mi yanlış duyuyorum ya da kelimeler anlamını mı yitirdi diye ......
    --- spoiler ---
  • bir bati avrupa burjuva ailesinin dv ile cekilmis portresi - noktasi 20inci yuzyilin ortalarinda coktan konulmus bir devrin son mezar tasi.

    avrupadaki her guzel sanatlar müzesinde unlu ressamlarin genclik donemlerinde karin doyurmak icin cizdikleri portrelere rastlarsiniz : yorenin unlu tuccar, burjuva ailelerinin her biri en suslu kiyafetleri icinde ozenle yapilmis yagli boya tablolari. vinterberg'in bu filmde cizdigi burjuva ailesi portresi ise daha az 'yagli'dir hic kuskusuz.

    --- spoiler ---
    film, tipik avrupa burjuvasinin konformist yasamina tepe kamerasiyla degil, kale arkasi kamerasiyla bakmis - perdelerine arkasina gizlenmis notlari, mutfaktaki ask hikayelerini ve mahzendeki hizmetcilerin yasamini da gostermistir izleyiciye. bu bakimdan robert altman'in gosford park'a benzemektedir pekala. oysa bu filmde cinayet yoktur hic, cunku cinayetler cok onceden islenmistir zaten - size yalnizca ustaca donatilmis bir solen masasi uzerinde kan izlerini takip etmek kalir.
    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---

    filmin basinda ogluna nasil davranmasi gerektigini soyleyen baba, filmin sonunda ayni oglunun sozunu dinliyor pasa pasa. en az bin psikanaliz metin cikar nerden baksan bu filmden.

    --- spoiler ---

    pek nefisti.
  • --- spoiler ---

    danimarkali thomas vinterberg tarafindan yazilmış yönetilmiş, dogma kurallarına uygun bir film. küçükken tacize uğramış olmaktan (ensest bi de) daha kötüsü, ayağa kalkıp açıkladığınızda sizi kimsenin sallamaması olsa gerek. babalarının 60. yaş gününde bir skandal yaratmak isteyen iyi oğul ardarda başarısız olur. komik yanları da var, gözü yaşlı insanlık dramı değil. dogma da biraz amatrölük, biraz belgesel havası vermiş, pek güzel olmuş. sanki böyle bir parti gerçekten olmuş, biri gizli kamerasıyla canı çektiği gibi dolana dolana çekmiş gibi.yapay bir gerçeklik yok, insan ister istemez benzer temaları işleyen amerikan filmlerini düşünüyor.

    --- spoiler ---
  • danlardan nefret mi etsem, hepsinin akil hastasi mi oldugunu dusunsem, yoksa metanetlerini ve sogukkanliliklarini takdir mi etsem bilemedigim, arada sirada, 'hmm heralde bunun hepsi ruyaydi, olmus olamaz bunlar' dedirten, insani pek oyle icine cekivermeyen, tam anlamiyla tuhaf film.
    ayrica dovus sahnesinin de dogmanin neresine dustugunu bilmedigim film. babayi gercekten mi dovduler nedir?
  • izlemesi huzur veren bir film. bilmiyorum yönetmen çok mu başarılı, bu dogma 95 hakikaten çok mu iyi bir hadise, yoksa hep kusursuz senaryolar mı denk geliyor, ama bu tip filmleri seyrederken insan büyük prodüksiyonlardan biraz uzaklaşır gibi oluyor. bir tarafta ortadaki olayın tek boyutunu gösterip arkaya popüler müzik, biraz da slow motion tarzı efektler katarak narkoz etkisi yapan filmler, bir yandan da konuyu işlerken bütün karakterlerin psikolojik çözümlemesini yaptıran başka bir film var. hangisi daha fazla doyurur bir insanı...

    bugüne kadar hiç sıkılmadan birden fazla izlediğim az sayıda filmden birisi oldu festen. çok basit bir aile dramını anlatırken, sorunlu çarpık kişilikleri arka arkaya - parça parça tanıtarak müthiş bir kurgu oluşturmuş vinterberg. ayrıca yer yer alttan - üstten yüz ifadesi kesitleri dayamış, tam da yerine cuk oturtmuş.

    gbatokai adlı arkadaşın da "nereye geldim lan ben" tarzı dumurundan sonra olaylara müdaheledeki cesareti gözden kaçmamalıdır, hele hele christian'la diyalogları benim fena halde hoşuma gitmişti.
  • izleyenlerde gerçeklik duygusunu kaybettirecek kadar etkileyici bir oyundu, daha çok taze çıktım kafamda binlerce şey dönüyor, ama izlemeyene böylesi bir oyunu kelimelerle anlatmak çok zor. ilk kez dot'un bir oyununa gidecekler için tavsiyem önce diğerlerini izleyin kendinizi alıştırın sonra buna gelin. sertliğin ötesinde öyle bir vuruyor ki, her sahnede karnına bıçak yemiş gibi hissettiriyor. başlamadan önce nefes alıyorsun ve sonraki bir buçuk saat nefes alamıyorsun, yüreğin daralıyor, kalbin çarpıyor, için sıkışıyor..

    ve müzikler.. bir melek güzelliğinde elvin aydoğdu.. canlı dinlediğim en mükemmel en duru sesti. oyunun en kilit insanıydı belki de bir anda girdiği şarkılarıyla. çok direndim ağlamamak için, daha doğrusu ağlamak bile öyle imkansızdı ki o his karmaşasının içinde, en sonunda creep'in girdiği anda gözyaşlarım isyan edip kendileri akmaya başladılar.

    biraz detaylardan bahsetmek gerekirse, koleksiyon uzak ama güzel bir yer seçimi olmuş oyun için. uzaklık konusunu da servislerle gayet başarılı bir şekilde çözmüşler. hava ne yazık ki çok zorladı bu akşam oyuncuları. oyunun dışarıda geçen ilk 6 dakikasında, maalesef ki korkunç soğuğun ve karın altında incecik kıyafetlerle durmak durumunda kaldılar.. burada yine en çok elvin'e üzüldüm. umarım kendisi bu geceden sonra hasta olmaz. yine de titrediğini bize hissettirmeden şarkısına devam edip çok güzel atlattı o kısmı.. içeri geçildikten sonra benden size tavsiye kapının sağ tarafına oturun genelde değişen masa düzeniyle en güzel yer orası kalıyor, sol tarafta bazen oyuncuların sırtını izlemek ve önemli yerlerde mimikleri kaçırmak durumunda kalıyorsun. bunun dışında oyun tipik bir dot oyunu bol küfür içeriyor aynı zamanda hazırlıklı olmak lazım, oyuncu donunu çıkardığında arkamdan gelenler gibi a aa sesleri hiç hoş olmuyor.. sertlik de psikolojik anlamda zaten anlatılacak gibi değil, ama fiziksel anlamda da kavga sahneleri çok başarılı olmuş. bir ara ben rıza kocaoğlu'nun uçtuğunu gördüm mesela, yüreğim ağzıma geldi. ciddi anlamda birbirlerini dövüyor oyuncular. ama işte güzelliği de biraz bu gerçeklikte değil mi...

    oyunculuklara gelince, cemil büyükdöğerli gerçekten büyük, büyüyor sanki sahnede. beni ilk şaşırtması pornografi ile olmuştu, bu oyunda çok daha aştı kendini. kendisi kadar hüzünlü bakan birini tanımıyorum galiba. ipek bilgin ve umut kurt beklediğimden daha silik kalmışlardı oyunda. şebnem bozoklu içinse bilemiyorum bir şeyler oturmamıştı sanki, iyiydi ama galiba onu meliha rolünde izlemenin verdiği bir dezavantaj bu , bir türlü helene karakterine oturtamadım.. köksal engür ise muhteşemdi. bu arada oyunu tuncel kurtiz, güven kıraç gibi büyük oyuncularla izleme şansını yakaldım. bir ara tuncel kurtiz'in öne doğru eğilmiş elleri ağzında nefes almadan izlediğini gördüm, onu öyle görünce daha bir rahatladım sanki, o bile bu kadar heyecanlanıyorsa, benim bu tepkilerim çok normalmiş diye.. onların dışında garsonlar berfu öngören, idil arkut malhan, mert öner az gözükseler de başarılılardı, enis arıkan oyundaki tek komedi unsuruydu ve renk kattı, pınar töre cesurdu.. bir de son olarak rıza kocaoğlu'na bir parantez açıp abi sen naptın ya demek istiyorum, o nasıl vücuttur, o nasıl karın kasıdır, o nasıl koldur, kendisine bu görsel şölen için bir teşekkürü borç bilirim.

    oyunun metni için denebilecek çok şey yok galiba, zaten çok güçlü bir senaryo olduğunu gitmeden de okumuştum, ama filmini izlememiştim, bence izlemeden gitmek çok daha vurucu oldu. yine küfürler bazı yerlerde gereksiz kaçtı, ya da çevirmeden kaynaklı bir kulak tırmalaması oldu, onun dışında her şey mükemmeldi..
    şahsen ben şu anda yeniden bilet almak için gün seçiyorum kendime. izlemeyenler belki bu oyundan habersiz hayatlarına devam edecekler, ama izleyenler hep onlardan 1-0 önde olacaklar. gidin görün izleyin ve hissedin. kendinizi o aileden sanıp o korkuyu hissedin. aralarda kendinize geldiğinizde bunun oyun olduğunu hatırlayın. bir buçuk saat adrenalin salgılayın ve oyunculuk nedir bunu görün..

    detaylı bilgi için,
    (bkz: dotkoleksiyonda)
  • 1998 yılı mahsulu thomas vinterberg tarafından yönetilmiş olan danimarka / isveç ortak yapımı dogma95 etiketi taşıyan ilk film.

    seneler sonra tekrar izlemeye başlamadan önce "herhalde yarısına gelmeden sıkılır bırakırım" önyargısıyla geçtim ekran başına. ama tam tersi oldu. filmin başından sonuna kadar ekran başına çiviledi beni. hala ilk günkü kadar taze.
    filmde helen'in erkek arkadaşı gbatokai'yi otele getiren taksinin şoförü yönetmenin bizzat kendisi thomas vinterberg oluyor.
    ayrıca filmde michael rolunde izlediğimiz thomas bo larseni de yakın tarihli ambulancen filminde tekrar izleme şansı bulmuştuk.
  • hakkında fazlasıyla olumsuz eleştiri yapıldığı için izlemeye şüpheyle başlasam da, nihayetinde beni hayalkırıklığına uğratmayan, hatta çok başarılı bulduğum dogma95 filmlerinin ilki.
    bir kutlama için buluşan zengin bir dan sülalesinin, aile fertlerinin cilalı görüntüler arkasına gizledikleri arızalarının bir bir açığa çıkmasıyla şenleniyor festen. görünüşte kibar, birbirini seven ve başarılı fertlerden oluşan aile, şölen masasının ortasına atılan bombanın gürültüsüne kulak tıkayarak eğlenceye devam etmeye çalışırken, şiddetin dozajı da yapmacıklıkla birlikte artıyor.
    müthiş yemeklerin tadının alınamadığı ziyafet masaları, tıkıldıkları otelden çıkamayan konuklar, hizmet edenlerle edilenler arasındaki ilişkiler derken, bunuel’e de bolca el sallamış vinterberg.
    dogma95 sinemacılarının gönüllü olarak kendine sınırlar çizmesini ve kurallar koymasını yaratıcılığa ket vurmak olarak değerlendirenler, festen’i izlemeden fazla atıp tutmamalılar.
hesabın var mı? giriş yap