• bu sabah lay lay lom sokağın ortasından yürürken, gelen bir araba sebebiyle kendimi kaldırıma attığımda göz göze geldiğim hayvandır bu. ben önce kedi yavrusu sandım. o derece büyüktü ve upuzun bir kuyruğu vardı.

    (bkz: tüylerin diken diken olması)

    görür görmez karşılıklı korktuk, ben yola fırladım. o da aynı şekilde. ikinci kez de karşılaştık mı! düşüp bayılıverecektim. daha tiksindirici bir şey yaşadığımı anımsamıyorum.

    10 gün sonra gelen edi+: bu sabah da aynı yerde ölü bir kedi gördüm. kesin bu farenin marifetidir. o fareyi gören kedi kalpten gitmiştir.
  • odamdaki varlığından bir aydır haberdar olmama rağmen sert tedbirler uygulamadığım bu hayvan bu gece artık bardağı taşırmıştır.

    bu lanet yaratığı gardırobun kıyısından roberto carlos deparıyla geçerken farketmiştim ilk. ama o kadar hızlı geçmişti ki, kendimden emin olamamıştım. hemen ertesi gün köşedeki hintli dayıdan aldığım yapışkanlı kağıtları geçtiğini sandığım bölgeye yerleştirmiş, üzerine de bir parça peynir koyarak tuzağı tamamlamıştım. akabinde işe giderken, döndüğümde bunun yakalanmış olacağından emin bir şekilde, nasıl yaparım da acı çektirmeden öldürürüm diye yöntemler düşünmekteydim.
    eve geldiğimde yapışkanlı kağıt peynirle beraber koyduğum yerde aynen duruyordu. tuzağı daha çekici hale getirmek için üzerine daha çeşitli bir menü yerleştirip bir süre daha olduğu yerde bıraktım ama nafile. sonunda yanlış gördüğüme kanaat getirip kağıdı odadan kaldırdım. bir kaç gün sonra bir gece yarısı tıkırtılarla irkildim, benim irkilmemle yine aynı yerden shaun wright phillips edasıyla fuleli adımlarla geçti bu ibne.
    daha teknolojik bir yönteme başvurmaya karar verip odaya insan kulağının duyamadığı frekanstaki seslerle 24 saat "siktir git burdan pis fare" diyen süpersonik cihazı konuşlandırdım. artık içim rahat uyuyabilirim diye düşünürken bu gece feci olayla karşılaştım...
    biramı yudumlarken babamın türkiye'den gönderdiği, fındık, fıstık, badem ve antep fıstığından oluşan çerez cennetinden bir miktar alarak gecemi şenlendirmek için paketlerin bulunduğu çekmeceyi açtığımda bu pezevengin boklarıyla karşılaştım. çerezlerden yediği yetmemiş gibi bir de çekmeceye sıçmıştı itoğlu it. hayır, aç fındığı ye, bademi bitir, ne biliyim antepe dadan.. ama hayır, açgözlü puşt her poşetten delmiş, hepsinin tadına bakmıştı. güzel babamın çerezlerini* olduğu gibi çöpe atarken bir yandan da savaş boyalarını sürmüştüm bile. odaya döndüm ve anlamsız hareketlerle bu götoşun potansiyel sığınaklarında depremler yaratarak ortaya çıkmasını sağlamaya çalıştım. yatağın altından fırladı, süpersonik cihazın üzerinden atladı gardırobun arkasında gözden kayboldu. henüz yakalayamamış olsam da buradan kahrolası fareye şu mesajı iletmek istiyorum:

    "bu kasaba ikimize dar lan.. ya sen ya ben amk.."
  • kulakları aşırı hassastır. bu yüzden yakalamak zordur, sadece tuzak falan kurmak paklar. canlıların eklem hareketlerini bile duyarlar. bu yüzden siz ona yaklaşırken daha çook uzaklardayken nerden geldiğinizi anlayıp ters istikamete gidebilirler. ama ilginç olan, duyamadıkları ender seslerden birisi kedilerin dizlerinden çıkan sestir. zaten bilirsiniz. kediler korkutucu derecede sessizdir. bu yüzden kediler bu hayvanları daha rahat yakalar.

    ve ben bunu nerde okudum hatırlamıyom sözlük. ama kaynak götüm değil, valla bak...
  • yeryüzündeki, insandan bile daha beter iğrenç olan şerefsiz hayvan ırkı. eşşoğlueşek psikopatlar sürüsü.
    kara ölüm olarak bilinen veba pisliğinin ondan daha pis distribütörü.

    zeki, çevik ve ahlaksızlar. ısıtılmış at kanı içerek aylarca savaşan kadim moğol askerleri gibi bu korkunç mahluklar da bir damla suyla, suyu geçtim, bir ısırık aldığı peynirin içindeki suyla bile günlerce yaşayabilir kesintisiz terör estirebilir.

    kendisiyle mücadele etmek için geliştirilmiş bilinen bütün yöntemleri bir sonraki nesile aktarıp bağışıklık kazanabiliyorlar. bir tür öğrenilmiş bilgiyi depolayan "intellegence" genleri var. muhtemelen bu genler, radyo dalgası gibi ırkın yeryüzündeki diğer üyelerine anında aktarılıyor. korkunç bir network; hayvanlar dünyasının masonik dehşet kaynakları.

    vik vik diye çıkardıkları seslerden ziyade insan kulağının algılayamadığı frekanslarda da yayın yapıp insanoğlu hakkında sinsice planlar hazırladıklarına kalıbımı basarım. üçkağıtçı mikrop yuvaları.

    kırmadan yumurta çalabiliyorlar (şöyle ki yumurtayı kucaklayıp sırtüstü yatan fareyi diğer arkadaşı kuyruğundan çekiyor.), kuyrukları kadar ince yerlere girebiliyorlar. biraz daha uğraşsalar seks yapmadan çoğalacaklar. çoğalırken ise permütasyon, kombinasyon, okek ve obeb yöntemlerini kullanarak hızla / katlanarak çoğalıyorlar. ana karnında fetüs halindeyken diğer fetüs kardeşine hallenen bir ırktır fareler.

    fındık büyüklüğünden besili tavşan büyüklüğüne kadar çeşitli bedenleri vardır. çok büyük boy üç farenin yıllar önce bir kedi yavrusunu yediğine şahit olmuştum izmir menemen'de.

    yılanlar ve kedileri seviyorum.
  • tarla versiyonlarının yavruları, hakikaten çok ama çok şeker yahu. beş yaşında bir çocuğun basketbol topunu burnu hizasında tutması gibi, nerdeyse kafası kadar kedi mamasını kaldırıp yemeye çalışması, serçe tırnağımız büyüklüğündeki bir el ve o elde beş tane incecik parmak...
    kendisini, bir kedinin ağzından kurtarılıp, yüzündeki diş izinin tedavisi için getirilmesi sebebiyle inceleme fırsatı buldum ve şahsi kanaatim bu canlının çok çabuk uyum sağlayan bir yapısı olduğu. başka türlü, yıllardır o cam kapta yaşıyormuşcasına akşama kadar sırt üstü uyumasını, mama yemesini veya zıplamasını açıklayamıyorum. bu ne rahatlık? otel mi burası?
  • nefis bir yönü itibariyle faredir. eşeğin aklı çayırda olduğu gibi fare de hep lokma peşindedir. yolları hep toprak altındadır. toprak ise süflî dünyadır. fare nefis, lokma bulmaya yarayan dünya aklına kulak verir, öteleri düşünen akl-ı selim'e değil!

    nefsin fareye benzetilme sebeplerinden biri de onun hırsızlığıdır. kırk yıldır toplanan buğday ambarda yoksa, onca yıllık ibadetten hâsıl olması beklenen iç huzuru kayıpsa onu nefis çalmıştır.

    “ey hak talibi can, önce ambara giren fareden kurtulma çaresini ara, ondan sonra buğday toplamaya çalış.”

    mevlânâ hırsız fareye karşı aklı dikkatli bir kedi olarak görür.

    (mesnevi'den)
  • bu yarrak kafalı heyvanat ile öğrenci evindeykene çetin mücadelelerim oldu. tuzak, üzeri yapışkanlı kağıt ve dahi zehirli yiyeceklerden, penaltı yaptırmaya niyetli arif erdem kurnazlığıyla sıyrıldığında, savaş baltalarını çıkarmaktan başka çare bırakmadı bana. mecbur kaldım. artık o ve ben vardım sadece. bir de yatağımın yakınlarına itinayla yerleştirdiğim beyzbol zopam.

    sabaha kadar cm oynayıp, kendimi yatağa zor attığım bi' gün mutfaktan gelen tıkırtılarla uyandım. o saatte ev arkadaşlarımın götünde pireler uçuşurdu. ve bu bilgi gürültünün sahibi konusundaki fikirlerimi daha da netleştiriyordu. zopayı aldım ve usulca mutfağa doğru yollandım. kapıya kulak vererek muhtemel yerini belirlemeye çalıştım önce. ekmek neyim koyduğumuz ufak bir sepet varıdı. ona yakın bi' yerden geliyordu tıkırtılar. strateji konusundaki muammayı yok ettikten sonra kapıyı açmamla kendimi içeri atmam bir oldu. kaçmasın deyu da kapıyı arkadan kapattım bittabii (girdiğim şok yaptırdı bana bunu, yoksa fare ayaklanıp kapı kolunu kullanarak çıkacak değil elbet). ses kesilmişti. ilk hamleyi bekliyorduk her ikimiz de. lakin, ortalıkta görünmüyordu pezevenk. ileri doğru 2-3 adım atmamla birlikte sabri gibi kafasına öne eğmiş olduğu halde yaldır yaldır geçti önümden. ilk etapta o olduğuna inanmak istemedim. göt korkusu kaynaklı hafif bir titreme kapladı içimi zira. kedi kadar varıdı lan. hele o kuyruk. ıyykk. bak hatırladıkça bile tüylerim halaya duruyor. buzdolabının altından hafifçe kendini gösterdiği an, oradaki kurbanın o olamayabileceğini düşündüm ilk kez. ava giderken avlanabilirdim. varıdı bu ihtimal.

    daha fazla kızdırmamak içün, erkekliği de bir kenara bırakarak; zopayı "hayır düşündüğün sebeple burda değilim, hırsız sandıydım seni, tehlikesizim abi aslında, keyfine bak. püsküüt de var hem o çekmecede, onlardan da tat istersen" der gibi; ona zarar vermeyeceğimi, veremeyeceğimi belli edercesine parmak uçlarımla tutarak terk ettim mutfağı. terk etmek zorunda kaldım daha doğrusu. aksi halde gözümün yaşına bakmadan sikertebilirdi beni. ve bunun için henüz çok gençtim.

    3-5 gün daha malum tıkırtılar gelmeye devam etti, ilişmedik hiç. e bulunduğu yer daha sahiplerinin kendini besleyemediği bi' öğrenci evi. bunun farkına varmaması mümkün mü? değil. ki vardı zaten kısa süre içinde. "bunların kendine hayrı yok anasını satayım" deyu düşünmüş olmalı. terk etti bizi. başka evler aradı kendine usta sprinter'a dönüşmemek içün. canım benim ya.
  • şu anda salonda kanepenin altında olan hayvan.güzel güzel müzik dinleyip bira içiyodum ki birden salona teşrif edip oturduğum kanepenin altına girdi.korkudan az daha sıçıyodum.bunları yazarken dahi tüylerim hala ayakta.hemen bütün malzemeyi toplayıp odama koştum.kapıyı kapatıp altından girmesin diye yastık çarşaf ne bulduysam sıkıştırdım.ama çok büyük bir tehlike var.salonda yarım şişe bira duruyo.içip içip kapıya dayanmaz inşallah.ev arkadaşı gelene kadar odadan çıkmayacam.acaip uykum olduğu halde de uyumayacam.kulak falan kemiriyomuş lan.nasıl bi korkuymuş bu ya idam mangasının önünde olsam en fazla bu kadar olurdu.oda benden korkuyo şerefsiz.
  • hayat karartabilir!

    once bir tanesi fark edilir. ne kadar tirsilsa da, halledilir canim denilir, bir takim yapiskanlar, zehirli tabletler konulur. tabletin yenilip yutuldugu farkedilir, yenisi konur, o da silinip supurulur, bir yenisi daha konur. en sonunda firma aranir "ilaciniz ise yaramiyor" diye. firma yetkilisi "ne diyorsunuz efendim, bir isirik bile oldurur, bir tanesi bir tableti bitiremeden mefta olur" deyince, olayin boyutlari yavastan anlasilmaya, arkadasta kalinmaya baslanir, is cikislari tirsa tirsa gidip envai cesit zehirler konulur, cok paralar harcanir, ev les gibi kokmaya baslamakta fakat oluleri ortalarda gorunmemektedir. ben basa cikamayacagim denilip firma cagirilir, analiz yapilir, tek basina acilmaya korkulan cekmeceler, dolaplar beraberce acilir, her yerde onlarca pisligi gorulur, en mahrem, en temiz yerlerinize girmis, yataginizin bile icine etmistirlerdir. yapiskana yapismis ama kurtulmus, yapiskanli tuylerini birakmislardir oralara buralara. kocamandir tuyler, her boyuttadir pislikler, ailecek belki de sulalecektir serefsizler.

    tiksinti, korku vs. hepsi hat safhadadir. yapacak birsey yoktur, ev aranir, bulunur, apar topar tasinilir, haftalarca surer dezenfekte islemleri, mobilyalar bile balkona cikarilip camasir sulariyla fosur fosur yikanir, eczaneden alinan dezenfektanlarla da cila cekilir ustune. yaz gunu, kislik montlara kadar gunde en az 4 makina olmak suretiyle camasir yikanir. elektrik, su faturalari ucmakta, uykusuzluk hat safhadadir. sabaha kadar amele gibi calismamissin gibi bir de ise gidilir. ha bir de, sipidi sipidi 300 metre yuruyerek gittigin isine, artik minibusle gidip gelmekte, yol parasi, emlakci, depozito, su bu derken zaten batmissindir.

    bunlar yetmezmis gibi, perdenin ruzgarla havalanmasina bile tahammul edemeyen, dısarıdan gelen en kucuk farklı sesin kaynagini bulmak icin dakikalarca kipirtisiz bekleyen bir psikopata donusmussundur. ya bizimle geldilerse, ya yine bir yerlerden gelirlerse diye...

    kissadan hisse 1: oyle, sehrin tarihi dokusuyla icice, otantik, botantik, ahsap, cumbali mumbali diye ozenip 300 senelik evde oturmayacaksin arkadas.

    kissadan hisse 2: oturuyorsan da ara sira evi bir kontrol edeceksin. olay bu boyuta gelmeden farkedeceksin.
  • şu yaşıma geldim, neredeyse tüm hayvanlara delice bir sempatim oldu. yılan dahi karizmasıyla, vay efendim o cool tavırlarıyla biraz daha kassa favori hanemizdeydi. lakin bu (fare) heyvanattan değil haz etmek, gördüğüm yerde can teslim ettim her defasında. gelelim asıl meseleye.

    3 gün öncesi..

    bayadır yalnızlığa mahkum edilmiş yazlık eve gelinir. eh artık bahar'dır, çiçek böcek coşmuş; kırlar yeşile doymuş; deniz bile başka hallerdedir artık. sabah 10 civarları. evin içinde daha önceden aşina olunan fakat bir türlü kabullenilemeyen heyvan pislikleri. ya sabır ya selamet!!

    dedik ve etrafta dolanmaya devam ettik. o da ne? babaanne sesleniyor yukarıdan:
    - kızım bu mısırların burda işi ne?
    - hae, ben onları süs için tee çanakkale'den taşıdım babaaneee! elleşme yau.
    - tövbe estafurullah.

    burada tövbe etmesi normal olmadığından gidip bir yoklayım dedim. o da ne?! kadıncağızın yün yorganının üstü silme mısır tanesi. has yenice mısırlarım. itoğlu üşenmemiş hepsini zulalamış yatakla yorgan arasına. ıyk.

    yorganlar ayrı, halılar, battaniyeler, kilimler, mutfak eşyaları, kitaplar (bile), süs eşyaları ayrı ayrı dışarı çıkarılıyor (dezenfekte edilmek üzere). dinlenmeye gelinen yer, olmuş bir halı yıkama merkezi. herkes dört koldan bir şeyler yıkıyor.

    gece, yorgunluktan gebermiş halde yataklara çekilmece. lakin freddy'nin kabusu bitmiş değil: tıkırtıkrıtıkırtıkır...........

    sabah oluyor. meğer tüm gece, mısır tanelerini depoladığı odada - ki hep babaanem orayı kullanır - o köşe senin bu köşe benim zıplamış. hatta bi ara yorganın üstüne çıkıp babaaneme bizzat dadanmış ki kadıncağız yorganı - o minik cüsseyle - dalgalandırmak suretiyle kurtulabilmiş kendisinden.

    neyse netice itibariyle babamın bulmak için anasının nikahına gittiği kapan kuruldu, bizimki ertesi gün yakalandı, vs. ama diyeceğim şudur: titiz kimselerin evine girmeyiniz lan fare soyu! hayatım boyunca yaptığım total temizliğin yarısı buna gitti yeminlen.

    ha bir de ben bakamadım ama babam tam olarak şöyle dedi: "senin mısırları yemekten tosun gibiydi valla".

    eh, sekiz (8) adet mısırı canım sıkıldıkça ben götürmedim herhal.

    fesupaanallah.
hesabın var mı? giriş yap