• filmde douglas in canlandirdigi william(billy) karakteri hafiften arizali olsada zaman zaman "bir adam bu kadar hakli olamaz" dedirtir.
    sabah iyi niyetle cikilip oglene kadar psikopata donusulen turk metropol hayatinda yapmak istenilenleri william usa de yapar.
  • detektifin filmin en sonunda kameralar karsisinda amirinin elini sikip "fuck you captain, fuck you very much" dedigi sahnesini gorup ulan robert duvalli komedi filmi mi bu demistim zamaninda. meger basindan izlemek lazimmis filmleri, memento memento hayat cekilmiyor.

    izleyince de gordum ki anlatilan hersey dogru. filmin gectigi yerde yasamisligim var ve oradaki koreli bakkallardan tut 3000 mil otedeki koreli bakkallara kadar bunlarin alayi hala musteri kaziklamakla mesgul. boyle ilginc bir milli gelenekleri olsa gerek. ulan her bakkaldaki sarap 7.99, bunlara geliyorsun 11.99. ayni su -evian, assagisi kurtarmiyor- heryerde 1.99, bunda 2.99. her koreli aileye dogustan atalarindan miras kalan bir katsayi mi var, ne is yaparlarsa maliyeti onunla carpiyorlar, anlamiyorum.

    bakkali oynayan adam harika, hastasiyim. duzgun ingilizce konustugu sahnelerde dahi rolunun hakkini vererek cogul eki kullanmadi. 85 cent 85 cent. bu arada 93'teki fiyatlari da ogrenmis olduk o bakkal sahnesiyle, 4 kalem pile 5 kusur dolar fiyat biciliyormus, radioshackten aldim dun yari fiyatina. artik bu da korelinin sucu degil teknolojik surectir herhalde.

    hamburgercilere sirf o yilisik suratlari gormemek icin girmiyorum mumkun mertebe. bu heriflerin yapmacikligi sayesinde zorla saglikli beslenip 120 yil yasayacagim. ama saglik devrimimden once kahvaltiyi iki dakikayla kacirma olayini epey yasamistik; orada hazir yapilmisini da goruyorsun, uzanip verecek iste, onun yerine cope gidiyor, kurallara uyman lazim. tabii filmin konu aldigi los angeles fast food restoranlarinda (yunan zincirleri de dahil) calisanlarin cogu meksikali oldugu icin arada "kiyak" yaptiklari oluyor. ama oyle bir kuralin olmasi, yapilanin kiyak olmasi bile sacma. kurallara uy deyince "mondays" diye bir x-files bolumu vardi bak, izleyin. amerikan suburban yasaminin tekduzeliginin elestirildigi bir bolumde, kotu karakterin tibet tulpasindan summon edilmis bir seytan olmasi anca x-files'ta yasanir, atmosferik yarrak social commentary dalinda bir yapit.

    filmin en guzel repligi, "now you are going to die in that stupid hat. how does it feel?"di. venice'in oralarda o devasa golf sahasini nerede bulmuslar hayret. bir de herif magarada mi yasamis onca sene, plastic surgeon los angelesta zengin olmayacak da nerede olacak, hayret edilecek ne var? neyse, o da toplumsal elestirinin bir parcasi sonucta, bazuka kullanmasini cocuktan ogrendigi abartili sahne gibi.

    ama film olabilecegi kadar da guzel degil aslinda cunku climax'in uzerine kuruldugu "manyak kocanin ailesine geri donup eski karisinin aklini sinirden oynatmasi" kismi izleyenin pek umrunda degil. ben filmi gunluk hayatta mese odunu gereken durumlar silsilesi olarak gormusken hic ilgilenmedigim, hatta bogazlanmasindan mutluluk duyacagim aglak suratli bir karinin aile draminin gelip filmin ta orta yerine yerlesmesi hic hos olmadi. robert duvall'in igrenc karisi da oyle. ya o adamin da gecirdigi degisime yeterince zaman ayir, boyle paralel bir metamorfoz olsun, toplumdan tiksinsinler ya da hic dedektifin karisiyla filan zaman harcama. simdi schumachere gidip bunlari anlatsam belki bir sonraki directors cut zart zurt edition'a yetistiririz degisiklikleri.
  • 1993 yapımı film joel schumacher'in müthiş yönetmenliğiyle micheal douglas'ın neden büyük bir oyuncu olduğunu bize gösteriyor.
    --- spoiler ---
    geçim sıkıntısı çeken bir babanın hiçbir şeyi kalmayınca, amerikan sivil toplum yasalarınca uygulanan ölümünden ailesine kalan sigortayı, filmin sonunda bir anlamda intihar ederek, kızına bırakması göz yaşartıcı bir sahnedir. golf klübünü basıp "buralarda halkım piknik yapmalı" deyip, komünizme karşı fikirler üreten bir kurumda bir zamanlar çalışması film içi bir tezat oluşturmaktadır.
    --- spoiler ---
  • michael douglas'in oynadigi sistemi ele$tirme kaygili guzel film.. william, arabasiyla kar$iya gecerken kopru trafigi tikanir.. bunun uzerine arabayi birakip yuzerek kar$iya gecmeye karar verir.. olaylar geli$ir..
  • senaristinin muhakkak geçmiş bir istanbul tecrübesi olduğuna inandığım film,
    az bile.
  • filmdeki esas kötü karakter bence adamın karısıdır. adam mükemmel bir vatandaş ve eş, sadece biraz öfke kontrol problemi olup tek derdi evine gidip çocuğuna doğum günü hediyesi vermek iken, kadın daha önce zarar vermediği halde kocasının kendisine ve çocuğuna zarar vereceğinden korkarak bir gün içinde 3 kez polisi arar. gelen polisle flört etmeyi ihmal etmez. daha önce size zarar verdi mi? sorusuna kem küm yanıtlar verir. kocasını gerçekten sevse idi beraberken boşanmak yerine öfke kontrol tedavisine gönderirdi.
    önemli bir ayrıntı da kadın polisle flört ederken gelen zil sesidir. seyirci burda zıplar "aha da michael douglas geldi herkesi sikecek" diye, fakat sadece fırından gelen kekin pişme sesidir bu.
    filmin sonunda da adam zaten ailesine zarar vereceğini düşünenleri, herkesi göt eder ve intihar yerine çok daha iyi bir alternatif bularak, son anında bile ailesini düşünerek kızına sigortadan bol para kalmasını sağlar.

    ayrıca belediyenin zaten sağlam olan kaldırımı yolu 43975345. kere tekrar yaptırması eleştrisi de mükemmeldir, boşuna insanlar o sıcakta trafikte telef edilir, türkiye'de de çok yaşanan bir hadise olduğundan hepimiz en az bir kere "bazukayla yıkacan aha şu gereksiz inşaatı" diye aklımızdan geçirmişizdir.
  • bilgisayar oyunu gibi ilerleyen film.

    --- spoiler ---

    başlarken elimizde hiç silah yok. ilk görevden, koreli bakkalı ziyaret ettikten sonra beyzbol sopası ediniyoruz. sonra onu kullanarak iki çete elemanını pataklıyor ve sustalı bıçak'ı cebe atıyoruz. 3. görev sonunda bir çanta dolusu tabancaya, nick the nazi'yi ziyaret ettiğimiz dördüncü görev sonunda ise bazukaya terfi ediyoruz. en yüksek seviyeye ulaştığımızda ise kendi evimize gidip oyuncak su tabancasını cebimize atıyor, onunla oyunun "boss" karakteri pendergast'i alt edip hefimize ulaşıyoruz.

    --- spoiler ---
  • hamburgeri resimlerdekine benzemedigi icin hadise cikarmasi takdire sayandir.
    (bkz: mc royale)
  • 1993 yapimi, joel schumacher yönetmenliğinde, michael douglas'ın kanımca en iyi performansını sergiledigi kozmik film. hepimizin bildiği, gördüğü ama ses çıkarmadığı şeylere muhtelif sebeplerden ses çıkarmaya başlayan bir adam çok yalın bir sinema diliyle anlatılır. ne olağanüstü özel efektler ne de yüksek bir bütçe vardır ortada, konu da gayet sıradan ve herkesin analatabillecegi bir şeydir lakin yorum denen hadise bu noktada devreye girer. michael douglas'ı ve joel schumacher'i tartışmaya gerek yok eğer filmi seyrettiyseniz. fakat fazla dikkat çekmeyen bir durum daha vardır, d-fense in tavrı o kadar sert ve çekicidir ki aslıında onun hikayesiyle beraber gelişen ve değişen robert duvall'ın canlandırdığı detective martin prendergast karakteri gözden kaçar. dedektifte de en az d-fense kadar metamorfoz geçirir. nasıl d-fense'in değişimi gazete ile sineğe vurmasıyla başlıyorsa, detective martin prendergast'ın değişimi de karısıyla yaptığı ilk telefon görüşmesinden itibaren başlar. ikisi de sevdiğim bir arkadaşımın deyimiyle 'sisteme mükemmel entegre olmuş fakat zamanla bozulmuş çarklardır'. her seyrettiğimde, william 'd-fens' foster'ın önüne çıkan, hepimizin şehir hayatından tanıdığı, sorunları çıkaranlara acırım ve d-fense tarafından cezalandırılmalarından sadistçe bir haz alırım.
  • yavaş yavaş kurduğu gerilim yapısı ve dile getirdikleriyle takdir edilesi, michael douglas'ın en iyi oyunlarından birini verdiği muhalif film. filmin başında d-fens'in önce koreli bir bakkalı daha sonra da latin serserileri hacamat etmesiyle faşist bir çizgide yürüyeceğini düşünürken neo-naziye yaptıklarından sonra böyle bir niyeti olmadığını, aksine nefret oklarını ne kadar doğru doğrulttuğunu gördük. hatta öyle bir karakter çizilmiş ki sempati beslemek, empati kurmak bile olası. açılış sahnesinde joel schumacher'in, fellini'nin otto e mezzo'suna gönderdiği selamı da gözden kaçırmamak lazım bu arada. nihayetinde her iki film de farklı anlamlarda da olsa birer man on the edge hikayesi, aynen iron maiden'ın söylediği gibi.
hesabın var mı? giriş yap