• veganlar, mezbahanelerin yerleşim yerlerinin dışında/uzağında inşa edilmesini, insanları hayvansal ürünleri tüketirken potansiyel vicdani yükten kurtarmaya yorumlar. sektördekiler; boğazlanan, derisi yüzülen, dövülen, yakılan, parçalanan hayvanların çığlıklarını ve korkunç görüntülerini, pazardan (müşteriden) uzak tutmayı amaçlarlar. hayvanların bu kendi başınalık durumu, onlara yönelik bir sorumluluğun önünü almış oluyor. bu sayede artık evde kuş, kedi, köpek besleyip rahatlıkla kuzu haşlama yiyebilir oldu insanlar.

    fakir edebiyati, bu mezbahaneleri gözlerden ırak tutma politikasının anthropos yani insani versiyonu. bu sefer sorumlular sadece hayvansal ürün tüccarları değil, komple burjuva sınıfıdır.

    burjuva sınıfı, yarattığı tahribatı gör(dür)mek, duy(ur)mak, dinle(t)mek istemez. maddi tatmini manevi tatminle beslemek ister. kâr, bir de iyi hissetirmelidir! bu yüzden birinci dereceden sorumlu oldukları yoksulluk ve sefaleti anımsatacak tüm imgelerden/göndergelerden kurtulmak ister. yarattığı ve denetlediği yoksulluğu gettolara, varoşlara, arka mahallelere sıkıştırması yetmez, dışarı taşmasını da engeller egemen sınıf. o kafesten dışarı bir iz, bir sözcük, bir mimik, bir renk, bir huy taşmamalı. çünkü bu, yapay iktisadi başarı (refah, eşitlik mitlerini) hikayelerini boşa düşürür. e bu da rahatsızlık vericidir. iç tırmalar, kârdan iştahla istifade etmeyi zedeler. kim bilir, belki de yoksulların homurdanmasına da sebep olur.

    yoksul ve kenar mahallelerde insanların sıkça varlığı ile gururlandığı, dilde kullandığı, yaygın bir fenomen vardır:
    (bkz: polisin giremediği yer)
    oysa idrak edilirse, polisin giremediği yer yok, yoksulun çıkamadığı yer vardır. egemen sınıflar, yoksulu yoksulla baş başa bırakıp ilkel bir "kendi kendinelik" halini bahşederek ödüllendirir yoksulu.

    yoksulun kendi başına bırakılma, izole edilme ve hor görülme hali, yoksulun salt yaşamsal değil söylemsel/kavramsal varlığını da kapsar. yoksulun kirli, çirkin, besinsiz ve pis giyimli bedeni ve sokakları kadar; bunları anımsatacak imgelerle de mücadele etmek, yeri geldiğinde basitleştirmek, karikatürize etmek ve olabildiğince alaya almak da gerek.

    işte tam da komünist mücadelenin zirve yaptığı dönemlerde hakim sınıflar fakirlik edebiyatı söylemini dolaşıma soktu. olmayan bir şeyin güzellemesi, abartılması, romantize edilmesi, bir tür erdemle süslenmesi anlamında edebiyat tamlaması ile kullanılır oldu fakirlik. böylece dikkatler yoksulluğun bizzat kendisini ıskalayıp, bunu dile getiren imgelere ve kavramlara yönelir oldu. bu tavır, egemen söylemi rahatsız edici tüm fikir, olgu ve kesimlere karşı sergilenen bir tavır olageldi. azınlıkları "mağdur edebiyatı", yoksulları "fakir edebiyatı", hümanistleri "çiçek böcek edebiyatı" yapmakla itham etmek, artık popüler ve yaygın bir hal.

    oysa fakirlik, kapitalizmin en hakiki ve vazgeçilmez parçası olduğu kadar, kaçınılmaz bir sonucu. devasa kitleleri sefalete ve zombileşmeye iten bu mefhumun kendisinden çok anlatısından rahatsız olmak bu yüzden tam bir egemen sınıf pratiği.
  • sözlükte çok prim yapar.. karmayı tavana vurdurur.

    hatırladıkça iç burkan gariban anıları her hafta zirveye oynar da, eskaza x5 kullandım yazsan (aldım değil bak, kullandım) zamanın ötesine bir numaradan giriş yaparsın..

    kaloriferli evde büyümüşsen bebe, sobalı evde büyümüşsen adam, küvette yıkanmışsan concon, leğende yıkanmışsan deleganlı, delik pabuçla okula gitmişsen cefakar, koleje gitmişsen züppe..

    art niyet ve iki yüzlülük, çıkarcılıkla birleşince fakir edebiyatı tavan yapar.. çünkü fakir edebiyatı işine gelince kullanılan bir silah gibidir.

    ne mutlu fakirliğine bilenmeyip adam olana, kendini yetiştirene, insana insan gözüyle bakana.. işte gerçek zengin odur..
  • (bkz: fakir baykurt)
  • hayattaki en nefret ettiğim iki üç şeyden biri.
  • fakirlik edebiyatı denilir daha çok. yoksulluktan ve peşinde getirdiği türlü adaletsizlikten bahsetmeyi ayıp sayan konformistlerce, uydurulmuş çirkin bir laf öbeğidir.
    çirkin çünkü, tüm sanatların ama özellikle de edebiyatın en büyük esinlerindendir yoksulluk. gazap üzümleri, sefiller, oliver twist fakirlik edebiyatıdır. rus edebiyatının hallice bir bölümü, james joyce, gabriel garcia marquez, jack london, kafka, beckett, borges, calvino fakirlikten beslenmiştir. bir savaşın, bir yolculuğun, bir arayışın, bir kurban edilişin öyküsünü yoksulluktan veya bir yoksunluktan bağımsız yazabilen beri gelsin. borges’in dediği gibi; artık kaderi tanrıların elinde çizilen kahramanların destanlarını yazmasak da, hikayelerin sayısı hala dörttür.
  • verilen isim geregi yoksul insanlara ozgu bir sitem sekli olmasi gerekirken, para icinde bildikleri tum yuzme sekillerini uygulama sanslari olan kisiler tarafindan kullanilan ama eskisi kadar prim yapamayan, hatta tiye alinan bir cesit ovunme sekli.
    arkadas toplantilarinda tesadufen boyle durumlarla karsilasidiginda 'kim daha fakirdi' geyiginin de tavana vurma musebbibidir ayni zamanda.
    -olum biz komsunun penceresinden sirayla dizi takip ederdik..
    -biz bir donem ablamla ayakkabisizliktan okula bile sirayla gittik...
    -o da bisey mi? ben mesela her yaz insaatta calistim ve ingilizce bilen tek amele bendim..hatta ayagima civi batinca oh my god diyordum.
    -peki sen kazandin.
  • gerçekten yokluk görmüş fakirliği çaresizliği sonuna kadar yaşamış hiçbir insanın fakir edebiyatı yaptığını göremezsiniz, sadece gözlerinin içinde o hüznü çaresizliği yokluğu görürsünüz. ama sadece hırsından ve çevresindeki kendinden daha zengin arkadaşlarına özenen şuursuz orta halli fakir bile diyemiyecegimiz aç gözlü insanlardan fakir edebiyatıni sıkça dinlersiniz. gerçekten fakir olan insan edebiyat yapmaz çünkü gururu buna engeldir zaten gurursuz ve şerefsiz biri olsa fakir olarak kalmaz.
  • yapanların %90'ı zengindir.
  • "biletim üçüncü mevki, fakirlik hali,
    lületaşından gerdanlığa gücüm yetmemiş,
    sana sapanca'dan bir sepet elma almışım.."
    *
hesabın var mı? giriş yap