• beşiktaş'ın basketbol takımı olduğundan geçen sene haberdar olan adamların rahatlıkla eleştirebileceği bir hocadır kendisi.

    adam geçen sene 3 kupa kazanan bir takım izlemiş. bu sene ne yapsan beğendiremezsin tabi, çok normal. keşke izlemeye başladıkları gibi takımdan soğuyup izlemeyi bıraksalar da hem kendilerini hem de bizi üzmeseler.

    anladık basketboldan, eurolig'ten falan bihabersin. yeni yeni izliyorsun bu maçları belli ki ama en azından bir dur soluklan. 2 ayda kurulan takımdan ne bekliyorsun? eurolig bu güzel kardeşim. karşındaki rakip caja laboral. eski tau seramica. bir aç oku nasıl bir takımmış. adamlar her sene zaten buralardalar. sen ilk defa gelip onlara karşı süper bir performans mı göstermeyi bekliyorsun? hem de bu kadroyla!

    ha niye böyle kadro kuruldu diyeceksin? yönetim hala semih erden'in parasını ödüyor, bilmiyorum haberin var mı?

    senin takımını olduğu gibi alıp sahaya süren galatasaray dün kazan'a kaybetti. her sene 20 milyon euro'luk takım kuran fbü de aynı bizim gibi 3'te sıfır yaptı. sen onu tercih ederdin ama. bol bol transfer yapılsın, hoca avrupa'nın en meşhur hocası olsun ama gerekirse hiç maç kazanamasın takım. siz bundan anlarsınız ancak.

    bir siktirin gidin artık be! yeter 8 yıldır sizin istediğiniz gibiydi bu takım. bıkmadınız mı artık bu saçmalıklardan? 6 ayda hoca göndermekten. sen kimsin bilader 6 ayda hoca gönderebilecek kadar kendini uzman sayıyorsun? hayatında kaç tane basketbol maçı izledin? bi bizi aydınlat bakalım.

    bak sana bir de küçük bir bilgi: en az sayı atan takım da siena eurolig'de. 2 sene önce top 8'de hem de. olimpiakos'la ilk maçta ilk çeyrek 4, ikinci çeyrek sadece 5 sayı atıp ilk yarıyı 9 sayıyla bitiriyorlar. sonra ne mi oluyor? senin gibi hocayı göndermiyorlar ve o olimpiyakos'u eleyip final four oynuyorlar.
  • şu ana kadar yaptıkları ergin ataman'a ders niteliğindedir çünkü ergin ataman sponsorsuz bu iş olmaz diyip çekip gitmişken, giderken de takımın dağılmasında büyük rol oynamışken, erman kunter sponsorsuz da bu işin olabileceğini göstermiştir. hem de işe sıfırdan başlayarak.

    ergin ataman'ın beşiktaş'a verdiklerini kimse inkar edemez tabii. lakin iki kere de yarı yolda bırakıp yaptığını bozduğu gerçeği var ortada.

    ergin ataman beşiktaş milangaz'ın koçuydu.

    erman kunter beşiktaş'ın koçu.
  • kenarda sürekli yırtınan, her pozisyonda takımının lehine karar bekleyen gergin* koçlardan sonra ilaç gibi gelmiş büyük koç... açıkçası %70 galibiyet oranıyla oynayan o tip koçlardan ziyade, %50 galibiyet oranıyla oynayacak erman kunter'i tercih ederim. basketbol takımı her ne kadar son 8 ayda insan üstü bir başarı gösterip 4 kupa kazanarak kulübün müzesinde ek bir bölme açılmasına sebep olsa da, bu taraftar malumunuz ki başarıya çok aç değildir. maalesef beşiktaş tarihinin en kara dönemi olan demirören döneminde bu duruş evrim geçirip başarı odaklı bir hâlet-i ruhiyeye bürünse de gerçek beşiktaşlılar için kupa kazanılamamış, şampiyon olunamamış çok önemli değildir.

    bugün spor toto türkiye kupası'nda beşiktaş'ın ilk maçı için*, kocaeli şehit polis recep topaloğlu spor salonu'ndaydım. hakemler de baş hakem engin kennerman hariç genç ve tecrübesizdi. beşiktaş'ın bir hücumunda, ribaund mücadelesinde top bir oyuncudan dışarı çıktı. ama kimden çıktığını görmek için kameralar bile yetersiz kalırdı. açıkçası görüş açısının en net olduğu yer beşiktaş benchiydi. top dışarı çıkınca genç hakemlerden biri direkt düdüğünü çaldı ama yok öyle bir çalış, dışardan görsen "tamam, kesin görmüş" dersin ama yaklaşık iki saniye karar veremedi, engin kennerman'a baktı, o da tepkisiz kalınca, tam rastgele karar vermek üzereyken erman kunter'in eliyle antalya hücumunu işaret ettiğini gördü ve kararını verdi. tüm bu olay iki saniyede yaşandı ve bitti ama erman kunter'in bu güzel davranışı bende kalıcı bir iz bıraktı.

    güvenimiz sonsuz, umarım başarılı olur.
  • fransiz olmadiği için fransa milli takimini, hirvat olmadiği için euroleague'de herhangi bir türk takimini, türk olduğu için de türk milli takimini çaliştiramayan koç.
  • ergin ataman'dan cok daha iyi koctur.

    imza: ne bjk, ne gs, ne de fb ile uzaktan yakindan ilgisi olmayan ama basketbolu cok yakindan takip eden bir vatandas
  • en olgun dönemini fenerbahçe'mizde geçirmiş olmasına rağmen, o lânetli çukurova maçı yüzünden sarı lacivertli formada şampiyonluk yaşayamamamış, gs lisesi mezunu beşiktaş'lı basketbol efsanesi. bugün yaşı 35 ve üzeri olanlar basketbolu erman kunter, efe aydan ve beyaz gölge ile sevdiler.
  • turgay demirel'in çiftliğinde yeri olmayan büyük koç.

    en büyük suçu, hareketli hücum gibi bizim kültürümüze aykırı sistemler peşinde koşmasıdır.
    oysa biz 20 saniye top sektirip hidayet'e saçma sapan şutlar attırmaktan çok mutluyuz.
  • gelişinden daha çok, isminin "beşiktaş'ın çocuğu" tezahüratına uymamasına seviniyorum.
  • tarih: 22 haziran 1999… fransız riviera’sının inci tanesi kasabalarından antibes’de ılık bir akdeniz akşamı… güneşin batıp ayın yükseldiği saatleri sokaklarda, kaldırımların üzerine atılmış masalarda veya denize tepeden bakan teraslarda karşılayan bu şirin kentin en mutlu misafirleri arasındayız o gün… nasıl sevinmeyelim? avrupa şampiyonası’na gelirken kimselerin şans vermediği türk milli takımı, gencecik kadrosuyla açılış maçında bosna’ya 15 fark atmış, sonra da ikinci randevusunda kukoç’lu hırvatistan’a sahayı dar edip, 70-63 kazanmış. kutluyoruz. gruptan birinci sırada çıkmaya çok yakınız çünkü… bize yenilen hırvatistan, tanjeviç’in italya’sını devirdiği için, son gün küçük bir farkla kaybetsek bile grubu lider bitireceğiz - zaten öyle de oldu ertesi gün.

    takımların kaldığı otelden deniz kıyısına uzanan renkli ve hareketli bir sokak var. cafeler, restoranlar, bütün tanıdık yüzler orada… yanlış hatırlamıyorsam, biz de dört kişilik bir ekiple o sokağın tadını çıkarmaya çalışıyoruz; milli takım’ın menajeri remzi dilli, coach’u erman kunter, basketbol yazarı esat yılmaer ve ben… keyifliyiz ya, purolar yakılıyor, konyaklar söyleniyor… o sırada erman kunter, civar masalardan kendisini tanıyan basketbol tutkunlarının tebriklerini kabul ediyor. ingilizce sorana ingilizce, fransızca sorana fransızca cevap verebilmesi, onu bir anda oturduğumuz cafe’nin en çok konsomasyona çağırılan elemanı yapıyor. öyle ki, erman’la iki satır muhabbet edemeden, onu komşulara kaptırıyor ve beklemekten sıkıldığımız için kalkmaya karar veriyoruz.

    birkaç adım atmaya kalmıyor, başkan turgay demirel, o zamanki asbaşkan mahmut uslu, eşleri ve bazı konuklarını, bir restoranın kaldırım üzerindeki masalarında görüyoruz. ayaküstü hoşbeş ederken, arkamızdan erman yetişiyor. masada bıraktığımız yarım konyağı kapıp gelmiş; bir elinde purosu, diğer elinde balon kadehi ve tabii ki yüzünde kocaman bir tebessüm…
    işte bu görüntü, herhangi bir fotoğraf makinesi tarafından yakalanıp ölümsüzleştirilmediği halde, erman kunter’in kariyer çizgisini yıllardır terk etmeyen sinsi bir hayalettir. bir türlü silemediği, kovamadığı, tarihin derinliklerine gömemediği uğursuz bir hayalet…

    bugünün iletişim çağında, en kalıcı mesajlar, belleklerde derin iz bırakan görüntüler biliyorsunuz… maradona bugün takım elbiseli bir bidonu andırsa da, biz hayranları, onu koskoca ingiliz defansını peşine takmış kaleye akan kısacık şortlu bir top cambazı olarak hatırlıyoruz mesela… pele, attığı gollerden sonra havalara sıçrayıp gökyüzüne savurduğu yumruğuyla hafızalarımızda… hido’nun son saniye basketleriyle orlando’ya kazandırdığı maçların bitiminde formasının koltukaltlarına başparmaklarını takıp magic yazısını gözümüze sokuşu nasıl unutulabilir? ya da jordan’ın rakibe diz çöktüren bir şutunun ardından ellerini yana açarak “ben n’apayım?” dercesine takındığı masum ifade…

    herkes sevdiği ya da nefret ettiği isimlere dair en unutulmaz anı hapseder kafasındaki hard diske… turgay demirel de öyle yaptı. o ılık akdeniz akşamından yalnızca birkaç ay sonra kullanacağı, kullanmakla kalmayıp herkese duyuracağı “erman kunter tablosu”nu basketbolumuzun yüksek bir duvarına astı, erişilemeyecek ve değiştirilemeyecek kadar yükseklere… erman kunter, “sokaklarda bir elinde puro, bir elinde konyak kadehi ile gezen, milli takım’a yakışmayan bir adam”dı. yıllar boyu da öyle kalacaktı.

    ilk beşinde 20 yaşında üç oyuncuya (kerem tunçeri, hidayet türkoğlu, mehmet okur) yer veren ve belki de avrupa şampiyonaları tarihimizin en etkileyici basketbolunu oynayan o takım, çeyrek finalde fransa’ya haluk’un son saniyede çemberden dönen şutuyla kaybetti ve yurda sekizincilikle döndü. bu, o güne kadar yaptığımız en iyi derecelerin egale edilmesi anlamına geliyordu ama coach kunter’e bir dokunulmazlık vermediği de gün gibi aşikârdı. şubat 2000’de italya ile istanbul’da özel bir maç oynadık ve çok farklı kaybettik. yıllardır faaliyette olan ve türk milli takımı’na üst üste iki avrupa şampiyonası’na aynı coach’la katılma şansı vermeyen adam öğütme makinesinin düğmesine basılabilirdi artık… bir süredir kenarda sırasının gelmesini bekleyen doğan hakyemez üzerinden aydın örs’le bağlantı kuruldu… bunun uluorta konuşulup erman’ın kulağına gitmesi sağlandı ve tabii ki o da onurlu her profesyonel gibi patronuna çıkarak “benimle çalışmak istemiyorsanız verin tazminatımı, gideyim” dedi.

    başkan, milli takım’a yakıştıramadığı çalıştırıcıdan böylece kurtuldu. ancak öykümüz burada bitmiyor, biliyorsunuz… erman düşünen bir basketbol beyni olduğu için, dünyayı, özellikle de basketbol âleminin laboratuarı sayılan ncaa liglerini yakından izlediği, modernleşmeye kafa yorduğu için bir yerlerden fışkırması an meselesiydi. 2002-03 sezonunda yönettiği galatasaray’a, son yılların en iyi derecesini yaptırıp, efes pilsen ve ülker’in ardından ligde üçüncü sırayı kaptı. büyük bütçeli kulüplerin burun kıvırdığı arda ve muratcan gibi iki oyuncudan yüksek verim almayı başarmıştı. elleri her daim galatasaray basketbolunun içinde olan, ama hiçbir zaman sırtlarında yumurta küfesi bulunmayan meşhur “ağabeyler” hemen devreye girdiler. onlara göre ruh ayağa kalkmış, gelmiş, kapıyı tıklatmıştı. şampiyonluk demeçleri patlatmanın tam sırasıydı. oysa erman bu dolduruşlara kapılmayacak kadar akıllıydı. eldeki bütçelerle efes ve ülker’i geçmeye imkân olmadığını söyledi, uzun vadeli planlardan söz etti ve… kolayca tahmin edeceğiniz gibi; kapının önüne kondu! yönetim “şampiyon da yaparım, kariyer de” diyen halil üner’le anlaştı (meraklısı için not: galatasaray ertesi yılı sondan üçüncü bitirdi!). demirel ve yakın çevresinin “erman’dan büyük takıma coach olmaz” tezi, antibes sokaklarında kalmış ama gerektiğinde hemen tedavüle sokuluveren kare ile birleştirilerek ince ince işlendi… bu kadar başarılı olduğu halde zaten galatasaray neden kapının önüne koysundu…

    doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlarmış… erman da “yaşasın onuncu köy” dedi ve fransa’ya gitti. orada çalıştı, üretti, kendini yeniledi, gelişti, geliştirdi, bize hep gurur veren işlere imza attı. yabancıları, hele ki doğudan gelenleri çok zor kabul eden bir ülkede yedi yıl yaşayıp, bunun beşinde küçük bir takıma sınıf atlatmak için ter döktüyse bir insan… ve sonunda 55 bin nüfuslu kentin ekibine tarihindeki ilk şampiyonluk kupasını armağan ettiyse… onun önünde ayağa kalkıp ceketimizi ilikleyebiliriz ancak…

    ama biz ne yaptık? türk basketbolunun lokomotifi olduğunu iddia eden kulüp ne yaptı? hakaret eder gibi bir yıllık kontrat önerdi kunter’e… şu an yaşadığı şehir, onun adını bir sokağa verirken üstelik… bizimkiler, geçen seneki antrenörlerine uygun gördükleri ücretin yarısını teklif ettiler erman’a… buraya gelmesin diye… gelmesini gerçekten isteseler böyle mi yaparlardı? elbette hayır.

    ne demişler? adı çıkmış dokuza, inmez sekize… çakırkeyf bir zafer gecesinden kalma o mütebessim kare, bir kez daha girdi erman kunter’le türk basketbolunun arasına… “aman su bulanmasın, kimse uyanmasın, biraz daha idare edelim şu oturduğumuz koltuklarda” diyenlerin işine gelebilecek bir aday değildi erman… düşünüyordu bir kere… soru soruyordu. “bu ülkede sporun bir türlü değişmeyen makus talihi acaba nasıl ve nerede dönecek?” sorusunun peşinde çok uykusuz gece geçirmişti. üstelik yedi yıllık avrupa macerasında elin oğlu neyi, nerede, hangi yolla halletmiş, çocuklarına çağı nasıl yakalatmış, onları da görmüştü... yani daha da tehlikeliydi artık. tekere çomak sokabilirdi. bu yüzden elindeki konyak kadehi ile puro bir kez daha anımsatılabilir, medyaya “onu çok istiyoruz” açıklamaları yapılırken, yüz yüze görüşmeye bile tenezzül edilmeden, defter en kısa yoldan kapatılabilirdi. sonra gelsin iç’ler…

    basketbolumuzun ve erman kunter’in bunca yılına mal olacağını bilsem, o gece vurur eline, tuzla buz ederdim o kadehi.

    bilemedim, yapamadım. özür dilerim…

    yiğiter uluğ

    http://salsabasket.blogspot.com/…alji-23-erman.html
  • bir röportajında şu minvalde sözler söylemiştir:

    "artık oyunun bireysel yönü değil mücadele yanı ön planda. sertlik üst düzeyde, takım oyunu esas, takım oyuncuları ve oyunu çift yönlü oynayan isimler daha çok talep görüyor. ben mesela tek yönlü bir oyuncuydum, hücumda var savunmada yoktum, artık bu tarz oyun fayda getirmiyor."

    cümleler tam böyle değil tabii, röportajı da aradım mamafih bulamadım. burada dikkat ettiğim ve hoşuma giden nokta ise hocanın mütevazı tavrı ve kendisinin neden bir efsane kabul edildiğini ispatlarcasına yaptığı öz eleştirisi. sponsor, mali durum,vb şeyleri ikinci planda tutarak sırf işini yapmak için takımın başına geçmesi. her ne kadar kurduğu kadroda kartal, mehmet ali ve barış dışındaki oyuncular pek "genç" sayılmasa da milli takıma da buradan bir iki isim kazandıracağına şüphem yok. guard'ı kartal özmızrak olan bir milli takımı izlemek kulağa güzel geliyor.
hesabın var mı? giriş yap