• "dede koruk yer torunun dişi kamaşır" deyişini bildiniz mi? özetle mevzu bu aslında. fakat ben az uzatıp, lafı döndererek örnekli vs anlatacağım.

    epigenetik, deneyimlerin genler aracılığıyla kuşaklara aktarılabileceğini savunur.
    toplumun veya bir sülalenin başından geçen savaş, göç, hastalıkların yarattığı tahribatlar, aile bireylerinin erken vefatı, terk edilmeler, haksızlıklar, ihanetler, ebeveyn mutsuzlukları gibi üzüntü içeren olayların yarattığı travmalar; hücresel biyoloji, nörobilim, epigenetik ve gelişim psikolojisi araştırmalarına göre, beyin dalgaları halinde bir sonraki nesle aktarılabilir.
    yani epigenetik, göz ve ten rengi, kalıtsal fiziksel hastalıklar gibi; duygular, travmalar, inançlar vb soyut kavramların da, sonraki nesillere aktarımını araştırır, bu konularda çalışmalar ortaya koyar.

    sonraki nesiller, atalarının bu çözümlenmemiş travmatik vakalarını yeniden canlandırır, filmi yeni baştan oynatır. bilinçaltı, atalarının maruz kaldığı mental zorlanmaların yansımalarıyla kendi gerçekliğini yaratır, bu sanrılara uygun kodlamalar düzenler.
    freud buna "yineleme takıntısı" tanımı getirirken, jung, kolektif bilinç kapsamında "bilinçli sayılmayan ne varsa, kader olarak tekrar deneyimlenecektir" der. sack, "travmalar nesilden nesile aktarıldığı gibi, toplumdan topluma da aktarılabilir" ifadesini kullanır. alman psikolog bert hellinger, biyolojik ailelerimizle ortak bir bilinci paylaştığımız fikrini savunmaktadır.

    hayat boyu karşımıza çıkan mental hastalık veya problemlere farkındalık spotu tutmadıkça, bilinçaltı kalıpları kendini tekrarlar. ancak farkındalık kazanıp travmalar üzerinde çalışıldığında, beyin nöronlarında kalıtım yoluyla kurulmuş bağlar çözülür, kendini tekrarlayan kalıplar sona erer.
    profesyonel destek almak bu yüzden önemlidir. destek neticesinde ailesel-içsel şemaları görebilen ve yanlış bağlanmalarla yüzleşen birey, zihinsel düzenlemelerini yaparak sahip olduğu genetik gerçekliğine rağmen potansiyelinin optimum varyantını ortaya koyabilir.

    bu bilgiler gerçek hayatta ne işimize yarayacak diyenler için, o bitmeyen para problemleri, sonu gelmeyen ilişki sorunları, içsel huzursuzluk, depresyon, insomnia, ailede sevgisizlik, özdeğer eksikliği, patolojik kıskançlık gibi yaşam kalitesini azaltan meseleler, duvarda fotoğrafları asılı duran aile büyüklerinin travmalarından size miras kalmış olabilir. incelemeye değer konu.

    ---
    - geçmiş asla ölmüş değildir. geçmiş, geçmiş bile değildir. *
    - ebeveynlerim, büyükanne, büyükbabalarım ve daha uzak atalarım tarafından tamamlanmamış, cevaplanmamış halde bırakılan şeylerin ve soruların etkisi altında olduğuma kuvvetle inanıyorum. sıklıkla, bir ailede ebeveynlerden çocuklara geçen, kişisel olmayan bir karma var gibi görünür. her zaman, önceki nesillerin yarım bıraktığı, tamamlamam veya belki de devam ettirmem gereken ödevler var gibi gelmiştir. *
    - - -

    faydalı

    bu da

    bu da iyi

    burada pdf var

    deneylerden örnek

    sevgiyi miras bırakabiliriz(pdf)

    mark wolynn kitabıyla ilgili kısa söyleşi *
  • yaşarken kazanılan veya kazanılması gereken özelliklerin sonraki nesillere aktarımını açıklayan alan.

    çok basit şekilde açıklamak gerekirse; sonraki nesillere aktarılan bilginin sadece genler üzerinde taşınmadığını ve genlerin nasıl çalışacağını kontrol eden gen dışı bilginin içeriğini yaşam sürecimizde oluşturduğumuzu söyleyebiliriz.
  • dna dizisini değil gen ifadesini etkileyen kalıtsal değişimleri inceleyen bilimdir.

    bilimsel tartışmalardaki nature vs. nurture ikiliğinin tamamen aşılmasını sağlamasa da bu ikisi arasında zannedildiği kadar net bir çizgi olmadığını ortaya koyar. zaten "epi-" antik yunancada "üzerinde" anlamına gelir, "epidermis"te olduğu gibi.

    bu kalıtsal değişimler dna sekansını hiç değiştirmeden şimdiye keşfedilmiş veya keşfedilmemiş olan pek çok mekanizma ile gerçekleşse de mekanizmalardan en çok bilinenleri arasında:

    1) rna interferans mekanizması (bkz: rnai/@highpriestess)
    2) dna metilasyonu
    3) histon modifikasyonları

    vardır. şimdi bunları örneklendirerek inceleyelim.

    * * *
    rna interferans mekanizması:

    okullardaki basit biyoloji derslerinde gen ekpresyonunun nasıl öğretildiğini herkes az çok hatırlayacaktır. dna'dan rna molekülü (mrna, trna ve rrna) senteziyle transkripsiyon ve rna'lardaki bilginin ribozomlardaki protein sentezine dönüşümüyle translasyon süreçleri bir bütün olarak gen ifadesini oluşturur. mrna, messengerdan gelir ve dna'dan ribozoma proteinin kodlanması için gereken enformasyonu taşır.

    rna interferans mekanizmasında mrna molekülleri etkisizleştirilir. böylece normal translasyon süreci engellenmiş olur. bu pathwayde rol oynayan moleküller kendi içlerinde çeşitli gruplara ayrılabilirler. mirna ve sirna gibi. bunlara non-coding rna molekülleri denir çünkü bu moleküller proteine dönüştürülmezler.

    bunun tıp pratiğinde pragmatik kullanımı patisiran gibi ilaçlardır. (bkz: rna terapisi/@highpriestess) patisiran, 2018'de piyasaya sürüldü. transtiretin ile ilişkili amiloidozların tedavisi için geliştirildi. hastalık yaşla bağlantılı transtiretin birikimi ile de ortaya çıkabiliyor, genetik bir mutasyon sonucu da ortaya çıkabiliyor.

    patisiran nasıl işe yarıyor?

    iki tip transtiretini de kodlayan mrna'yı hedefleyip susturarak işe yarıyor. böylece transtiretin üretimi azalıyor.

    işte, rna interferans mekanizmasında sentetik olmayan süreçler de aslında buna benzer bir mantıkla ortaya çıkıyor. bu süreçler fisyon mayası gibi tek hücreli maya türlerinde de var, bitkilerde de var, hayvanlarda da.

    örnek bir araştırma:
    common themes in sirna-mediated epigenetic silencing pathways

    bu araştırma sirna temelli bazı süreçlerin fisyon mayası ve bitkiler arasında korunduğu gibi ilginç bilgiler içeriyor.

    * * *
    dna metilasyonu:

    dna metilasyonunda dna'ya metil grupları ekleniyor. bu metil gruplarının dna sekansını değiştirmeden nelere vesile olabildiği, meşhur bir fare deneyi üzerinden açıklanabilir.

    deneyde anne fareler yavrularını yalama davranışlarına göre high-licking ve low-licking olmak üzere gruplara ayrılıyorlar. high-licking annelerin yavruları ileride high-licking olurken, low-licking annelerin yavruları ileride low-licking oluyor. bir noktada araştırmacılar, iki grubun yavrularını değiştiriyorlar. yavrular değiştiğinde genetik annelerinin davranışını değil diğer annenin davranışını gösteriyorlar.

    bu esrarengiz olay da moleküler düzeyde inceleniyor:

    epigenetic mechanisms and the transgenerational effects of maternal care

    low-licking ve high-lickinglerin gösterdikleri davranışlarla bağlantılı olabilecek bölgelerde dna metilasyonu ile ilişkili farklılıklar bulunuyor. metilasyon dna dizisini değiştirmiyor fakat belirli bir dna segmentinin aktivitesini modifiye edebiliyor.

    * * *
    histon modifikasyonları:

    bunu anlayabilmek için kromatinin alt birimi olan nükleozoma bakalım:

    nükleozom diyagramı

    şekilde görülen sekizli protein kompleksinde h2a, h2b, h3 ve h4 histon proteinlerinin ikişer kopyası bulunuyor. dna histon çekirdeğini sarıyor. bu sistem nasıl modifiye olabilir? metil grubu bağlanırsa metilasyonla, asetil grubu bağlanırsa asetilasyonla, fosfat grubu bağlanırsa fosforilasyonla modifiye olabilir. (daha devamı da vardır)

    kokain, nikotin bağımlılığı, stres gibi konularda histon modifikasyonlarına dayanan araştırma çoktur. örnek olarak, histon asetilasyonu arttığında fareler kokaine, strese, ağrıya duyarlı hale gelirken, histon asetilasyonunu azaldığında duyarlılık azalır.

    histone acetylation in drug addiction

    bu tür sistemlere daha pek çok örnek verilebilir. ana fikir fenotip değişikliklerinin kalıtsal olabilmesi için dna sekansının değişmesi gibi bir zaruretin olmamasıdır.
  • kısaca, "deneyimlerin genetiğe aktarılışı" olarak bilinir.
  • genel olarak “deneyimlerin genetige aktarilisi” olarak tarif ediliyor ki bu yanlis. dogrusu su sekilde; deneyimlerin ve kalitimsalligin nesilden nesile aktarilmasinda genlerin etkisizliginin ispatlanmasi.” (genlerin kontrolunun epigenetik’te olmasi)

    epigenetik’in kesfedilerek adlandirilmasina kadar insanoglunda kalitsal aktarimin genler vasitasi ile oldugu saniliyordu. bir tereotunun 27 bin gen tasidigini dusunun. buna gore insanin yuzbini askin gene sahip oldugu ongorulebilir. oysa bilimsel sonuc hic de oyle degil; insan sadece 19.500 gen tasiyor. uzulerek soyluyorum ki tereotundan daha az gene sahibiz. gen sayisinda solucandan 500 gen ustunuz sadece. (2000’li yillardan once bilimadamlarinin ulastigi insanda 100 bin gen oldugu savi curutuldu. insanda 100 bine yakin gen sayilsa da esas genlerin 20 bin oldugu kalan 80 bin genin bu genlerin kopyasi oldugu sonucuna ulasildi)

    tum bu veriler isiginda cok net bir sekilde nesilsel aktarimda (genetik etki reddedilemese de) etken olan transfer yonteminin genler olmadigi ispatlandi.
    cunku ayni genlerin tasiyan ikizlerden biri x hastaligina yakalanirken digeri yakalanmayabiliyor.

    peki nasil oluyor da oluyor? epigenetigin kesfedilmis en onemli ozelligi genetik yapidaki bozukluklari susturabilmesi. ama hemen sevinmeyin, epigenetik ayni zamanda suskun bozukluklari da uyandirabiliyor. aniden uzulmeyin; bu mekanizma olumlu potansiyellerde de calisiyor.

    son yillarda yapilan arastirmalarla; epigenetik transferin nesiller arasi transferde cok gerilere gidilmeden aktarildigi bulundu. ustelik bu aktarim genlere yerlesmis bir olumsuzluk veya olumlulukla da olmayabiliyor. yani kisa gecmis zamandaki bir deneyim genlere ihtiyac duyulmaksizin babadan anadan kalitimlanabiliyor.

    soyle ki; kotu bir hamilelik doneminin etkilerini direk cocuga aktarabiliyorsunuz. hatta bebeklik ve cocukluk doneminin olumlu/olumsuz etkilerini de epigenetik vasitasiyla aktif/pasif hale getirebiliyorsunuz.

    iyi nesiller yetistirebilmek icin ozellikle hamilelik ve cocukluk donemine dikkat etmelisiniz...
  • epigenetik, dna dizisindeki değişikliklerden kaynaklanmayan, ama aynı zamanda ırsi olan, gen ifadesi değişikliklerini inceleyen bilim dalıdır.
    terim ilk kez waddington tarafından 1942’de vücuttaki tüm hücrelerin aynı dna dizilimine sahip olmasına rağmen, farklı genleri ifade etmelerini açıklamak amacıyla kullanılmıştır.
    örneğin aynı genetik koda sahip olmalarına rağmen, kas, kemik ve beyinde ifade edilen proteinler birbirlerinden oldukça farklılık gösterirler.
  • kelime kökeni olarak “epi” latincede “üstünde” demektir. epigenetik için genlerin üstünde olarak tanımlayabiliriz. epigenetik, dna dizisinde herhangi bir değişiklik olmamasına rağmen, kromatin yapıdaki kalıtsal değişiklikler ile gen ekspresyonunun düzenlenmesi olarak tanımlanır. genlerin ne zaman, nerede ve ne kadar çalışacağını belirleyen bu mekanizmaya, bir diğer deyişle dna’ nın yapısında veya diziliminde herhangi bir değişiklik olmaksızın dna’ da kodlu olan genetik bilginin açığa çıkmasında meydana gelen değişikliklere “genler üstü genetik” anlamına gelen “epigenetik” denir.

    yaşam stili, beslenme alışkanlığı, spor gibi çevresel faktörlerin genlerin aktivitesini düşürmesi veya yükseltmesi ile ortaya çıkan rahatsızlıkları inceler. dna dizisinde hiçbir değişiklik gerçekleşmeden genlerin fazla ya da yeterli çalışmamasından kaynaklanan durumlardır.

    epigenetik fıkrası
    darwin ile freud’u birlikte gören dertli bir anne kızından yakınmış, “ey yeryüzünün en büyük dâhileri, kızımın bir derdi var, bu derdin nedenini ancak siz bilebilirsiniz.”

    darwin ve freud merakla sormuşlar “kızınızın neyi var?”

    “kızım çok mutsuz, kötümser, kavgacı, beni deli ediyor”.

    darwin hiç düşünmeden yanıtlamış, “kızınızın sorunu “genetik”

    freud ise “hayır” demiş, “sorun anneden kaynaklanıyor.”

    anne şaşırmış, çaresizce sormuş, “hanginiz doğru söylüyor?”

    tam o sırada yoldan geçen conradwaddington soruyu yanıtlamış, “ikisi de doğru söylüyor hanımefendi, sorun epigenetik”
  • genetik biliminin oldukça kompleks olduğunu bize gösteren kavram. şu deney üzerinden açıklayabiliriz;

    kiraz çiçeği koklatıldıktan hemen sonra elektrik verilerek şartlandırılan farelere bir süre sonra sadece koku koklatıldığında, korkudan titremeye başlıyorlar. buraya kadar normal... fakat ilginçtir, bu farelerin yavrularına elektrik verilmediği halde bu koku koklatıldığında aynı tepkiyi (titreme) veriyorlar. üstelik bu durum 2-3 kuşak kadar sürebiliyor.

    travmalarınızın tek sorumlusu siz olmayabilirsiniz...
  • hemen her şey gibi çok yanlış anlaşılmış olan kavram. yazarlara kusur bulmamak için yazılanları özellikle iyi niyetli şekilde irdelememe rağmen maalesef çoğu kişinin yine olayı anlamadığını fark ettim. sorun, epigenetik ve gen ifadesi kavramlarının aynı şey zannedilmesinden kaynaklanıyor. epigenetik kavramı kabaca, dna dizisindeki değişikliklerden değil gen ifadesindeki değişikliklerden kaynaklanan ırsi değişimler olarak ifade edilebilir. evet bu tanımdan epigenetiğin gen ifadesine dayandığını çıkarsarız; ama bundan, epigenetiğin gen ifadesini kapsadığı ya da onunla aynı şey olduğu anlamı çıkmaz. gen ifadesi, hücrelerde hangi genlerin aktif olduğuyla ilgili bir konudur ve illaki epigenetik olmak zorunda değildir.

    insan gibi çok hücreli karmaşık organizmalar birçok farklı tipte hücre içerirler. sinir hücresi kas hücresinden ya da deri hücresinden farklı yapıdadır; ama bunlar tamamen aynı genetik bilgiyi içerirler. öyleyse bunları farklılaştırıp özelleştirilmiş fonksiyonlarını sağlayan belli genler vardır ve bu genler, sadece ilgili hücre tipinde aktive edilir. gen ifadesini düzenleyen çeşitli transkripsiyon ve translasyon faktörleri vardır, hangi genlerin hangi hücrelerde ne düzeyde aktif edileceğini düzenleyen genler. işte bunlar gen ifadesinin konusudur. birçok defa bu konu, epigenetik başlığı altında hatalı olarak anlatıldığı için bunu özel olarak belirtiyorum. aynı şekilde, işçi larvalarının kraliçe larvalarıyla aynı genoma sahip olduğu halde, farklı beslenmeden dolayı bunlarda farklı genlerin ifade edilmesi yine gen ifadesidir, epigenetik değil. epigenetik gen ifadesinin özel bir durumudur sadece, eğer gen ifadesine atfedilen etki, dna dizisindeki bir değişime bağlı olmadığı halde, organizmanın sınırlarını aşıp sonraki nesillere aktarılıyorsa epigenetiktir. buna birçok yazar zaten yeterince örnek vermiş, o yüzden yeni örneklerle değil çıkarımlarla ilgileneceğim.

    öncelikle konu hala taze, bu yüzden de şarlatanların saldırısına fazlasıyla açık; ondan dolayı beyin dalgalarının aktarımı, geçmişin bilgeliği gibi saçmalıklar cirit atıyor. bir defa bu metafiziksel değil, bilimsel bir konu; eğer epigenetikçiler fiziksel bir mekanizmaya dayanmadıklarını iddia ediyorlarsa şarlatanlık peşindedirler. bu bir yana, basit bulgulardan devasa sonuçlar çıkaranlar bir diğer sorun. örneğin yazarlardan birisi çıkıp "insanlarda 19.500 gen var solucanlarda 500 eksik, o yüzden kalıtsal aktarımda genlerin bir rolü neredeyse yok" diyebilecek kadar yanılmış. öncelikle "gen sayısı" muğlak bir veridir, bunun yerine insan-solucan özelinde genom büyüklüğüne bakmak daha sağlıklı olabilir. insanın genom büyüklüğü solucanlardan bariz şekilde farklıdır; ama bu, daha büyük genoma sahip canlıların daha karmaşık olduğu anlamına da gelmez. karmaşıklık bir noktaya kadar genom büyüklüğüyle ilintilidir; çünkü genetik verinin boyutu sınırlı olduğunda karmaşıklık da sınırlı olacaktır. belli bir noktadan sonraysa genom büyüklüğü fuzuli bir veridir, insan genomundan 120 kat daha büyük genoma sahip bir amip türü vardır; ama kimse bu amipin varlığına dayanarak kalıtsal aktarımın genlere dayalı olmadığı sonucuna varmaz. bu amip dnasının büyük bölümü gereksiz tekrarlardan ibarettir hepsi bu. ortaokul biyolojisinde öğretilen doğru bilgilerden biri, genom boyutu ya da kromozom sayısının tek başına canlının karmaşıklığını belirlemediğidir. yani insanı insan, solucanı solucan yapan şey bunların genomlarıdır temelde; ama tek başına kromozom/gen sayıları ya da genom büyüklükleri değil. daha başka sonuçlara işaret eden bulgulardan epigenetiğe atıf yapılmasıysa yine bir başka yanlış anlamanın eseri. örneğin anne karnındaki gelişim, annenin hamileliğindeki alışkanlıklarından büyük ölçüde etkilendiği için buradan epigenetik lehine bir sonuç çıkarmak zordur, anne karnındaki faktörlerin bebeğe yansıması epigenetiğin değil, gelişim biyolojisinin konusudur. babanın yaşam tarzının çocuğu etkilemesiyse ilginç bir konudur; ama sigara tüketimi gibi fiziksel etkiler, nasıl ki sperm dnasında mutasyonlara neden olarak genetik bir etkiye sebep olabiliyorlarsa spermdeki dnanın düzenlenme biçimini etkileyerek epigenetik bir etkiye de sebep olabilirler.

    her yeni konuda olduğu gibi abartılı epigenetik hikayeleri anlatılmaya da erkenden başlanıldı. örneğin alkol kullanan birinin çocuğunun, sırf babası alkol kullandığı için alkol kullanmaya yatkın olması hikayesinde herhangi bir tutarlılık göremiyorum. alkol kullanımının organizma üzerinde bir etkisi olduğu muhakkaktır; ama alkol kullanımı, gen ifadesi üzerinde herhangi bir değişikliğe sebep olsa bile alkol(ya da sigara) kullanma eğiliminin yavruya aktarılması için hiçbir sebep yoktur. ilgili gen ifadesi değişikliği, alkol kullanma eğiliminin bir sonucu olabilir ancak, alkol kullanımını teşvik edici bir eğilime neden olması için içsel hiçbir sebep yoktur. bunun gibi dedenin travmasından kaynaklı belirli gen ifadesi değişiklikleri olsa bile, bu gen ifadesi değişiminin organizmanın tamamına(özellikle üreme hücrelerine) sirayet etmesi için belli bir neden yoktur, üreme hücrelerine etki etmeyen herhangi bir etkiyse "epigenetik" bile olsa gelecek kuşağa aktarılamaz.

    epigenetik konusunda son söylemek istediğim, epigenetiğin lamarckçılığı dirilttiğini düşünmenin hatalı olacağıdır. öncelikle epigenetik etki varsa bile bugüne kadar en fazla birkaç nesil öteye giden bir etkiden bahsedildiği için bunun evrim sürecine herhangi bir etkisi olmayacaktır. bir diğer sorun, organizmanın yaşamı boyunca edindiği kötü etkilerin sürekli aktarımı, eğer bir şekilde birikimli olsaydı organizmayı sürekli geliştirmek bir yana gerileteceği için evrimi yürütecek bir süreç değil, baltalayabilecek bir süreç olurdu ancak. lamarckçılığın yanlış olmasının en bariz sebeplerinden biri budur zaten, edinilmiş özellikler bir şekilde kalıtsal olsaydı bile bunların organizmayı yıpratıcı etkiler olması daha olası olduğu için sonuçta organizmayı geriletecektir. kedilerin beslenme alışkanlığının yavrulara epigenetik bir miras bıraktığı şeklinde örnekler verilmiş ama bu örnekler üzerinden doğru bir çıkarım yapılamamış. hamile annelerin beslenme düzenindeki değişiklikler, bebeğe yansıyabilir ama bu epigenetikle değil, gelişimle ilgilidir. annenin beslenmesi eksikse, hemen her yavru kuşak bir eksiklikle doğabilir; ama bu etki birikimli değildir, her kuşak yine birbirinden bağımsız olarak, anne karnındaki kötü koşulların bir kurbanı olur. zaten bu değişimin epigenetikle aktarılması muhtemelen bir facia olurdu, yabani hayvanlar hayatlarının büyük bölümünde istenilen gıdaya erişme konusunda sıkıntı çekerler, bu açlıksa onlarda muhtemelen bir stres oluşturur. yaban hayvanlarının hayatlarını etkileyen bu kötü etkiler çok fazla olacağı için bırakın bunları yavruya aktarmayı yavruya aktarmamanın bir yolunu icat etmek gerekirdi. epigenetiğin geleceği ne olacak hepimiz zamanla öğreneceğiz elbette; ama genel ilkelerden yola çıkarak sonuçlar çıkarmanın yanlış olmadığını düşünüyorum. yanılıyorsam da bunu, yeni bilimsel keşifler gösterecektir.
  • (bkz: epigenetics)
hesabın var mı? giriş yap