4 entry daha
  • hayatın ilkokul hayat bilgisi kitaplarındaki naiflikte olmadığı gerçeği, onun işleyişini başka kitaplarda, biz büyüyüp, koca adamlar olup üniversiteye gidince okuyacağımız kitaplarda bulabileceğimizi de garantileyemiyor maalesef. üniversiteye gidince ne yapıyoruz? ya, ilkokulda sahip olduğumuz iyimserliği de yitiriyor ya da ne bulduysak onunla yetiniyoruz: bilgi kitap şeklinde haplarla gelince oradaki teorilerin en zor denklemlerde bile bilinmeyenleri önümüze dökeceği gibi saf bir inanca kapılıp ciddi adam tavırlarına kapılıyor, bilgiyi kuşatmış bir müderris havasına giriyoruz. paradigmalar da böyle ortaya çıkar, bir meselenin çözümünde son derece iyi niyetlerle kullanılmaya çalışılan teorik enstrümanlar gün gelip uygulamada tekleyince bilimsel bir muhafazakarlığın savaş aletlerine dönüşebilir. bir zamanlar bir şeylerin idrakinde yardımcınız olmasını umduğunuz paradigma artık kıçıkırık, köhne bir zihniyetin sığınağı, dini imanı olur.

    sanat eserleri de böyle. sırf siz mektepte bazı teoriler okudunuz diye sanat istediğiniz mekanizmayla çalışmaya başlamaz. siz teoriyi doğru olduğu savıyla her yere uygulamaya çalıştıkça mecrasından sapan bilginiz artık öznelleşir, siz onun esnekliğine inanıp her şeyi o cendereye sokmaya çalıştıkça yaptıklarınız da bir aşırı yorumdan öteye gidemez. buna gelen eleştirileri de, bana abarttı dedi, bana hakaret etti, ben abartmış olamam, abartmam düşünülemez hezeyanlarına kapılarak karşılayıp karşı saldırıya geçer, belaltına vurmaya çalışabilirsiniz.

    böylece bir anda robert dupea'nın hangi koşullarda yaşadığı bir anda simüle edilmiş olur, karşısına oturduğunuz "entelektüel"in kofluğu, seviyesizliği ortaya çıkar, başınızı alıp gitmek isteyebilirsiniz.

    ama ben başımı alıp gitmek istemiyor, "sınıf" gördüğümüz her şeyde olduğu gibi five easy pieces'ın da birebir marksist terminolojinin kavramlarıyla, ya da elimizdeki örnekte bourdieu'nun moda kavramı habitus'la açıklanamayacağını iddia ediyorum. bourdieu sınıf kavramının üzerine niye yatmıyor da geliştirme gereğini duyuyor? demek ki sınıf demek, sınıf çatışması demek her şeyi açıklayamıyor da bourdieu habitus'u ortaya atıyor. habitus da işe yaramıyorsa? "işte o zaman sözlere direnme sanatını öğretmek yararlı hale gelir, sadece istenen şeyi söyleme sanatını. herkese kendi retoriğini kurmasını öğretmek kamu yararına bir hizmettir." (bourdieu) (bkz: #9340039)

    habitus da five easy pieces'ta açıklayıcılığını yitiriyor bence. mujik'ten alıntılar yapıyorum:

    "kahramanimiz, ailesi ve sinifsal kokenleriyle kavgali" (bkz: #9553083)
    "robert bey’in davranışlarının sınıfsal kökeniyle ilgili olduğunu anladık. burjuvaziyle bir sorunu yoktur" (bkz: #9850449)

    ya da

    "ilk anda, proleter hayat tarziyla gayet uyumlu, araziye uyum saglamis bir goruntu çizmekte. fakat, zorunlu bir nedenden dolayi baba evine geri donmesi gerekince, halinde vuku bulan bir takim transformasyonlara tanik oluyoruz." (bkz: #9553083)

    ilk alıntılar alenen çelişik, çünkü dupea'nın sınıfsal kökeniyle çatışmalı olup olmadığını anlayamıyoruz. burjuvaziyle bir sorunu var mı, yok mu belirsizleşiyor. ama burjuva habitusuyla yetiştiği için yeri gelince alt sınıflara karşı düşmanlaşabiliyor demek istiyor mujik. ama son alıntıya bakınca habitus'un sadece ailesiyle birlikte olduğunda açığa çıktığını belirtmek istediğini görüyoruz. yani alt sınıfa karşı sadece eve dönünce bir tepki gösterebilir hale geliyor olması gerek. o zaman, henüz ailesinin yanına dönmeden yol kenarındaki kafeteryadaki garsona neden aynı sınıfı paylaştığı "ezilmiş", mazlum biri gözüyle bakmayıp hasmane davranıyor ya da yolda rastladığı alaska'ya iş bulmaya giden alt sınıftan bir kadını neden yol ortasında bırakıyor belli değil. hani ailesiyle bir araya gelince alt sınıflara tepki duymaya başlayacaktı? aynı dupea için "işçi sınıfından arkadaşlarının bayağı sohbetlerinden buyuk bir zevk almakta, onlarla televizyon izleyip, birasını yudumlamaktadır filmin giriş sahnelerinde." deniyor. burjuva habitusu işçilerle ilk beraberliklerde neden patlak verip bir uyumsuzluk yaratmıyor peki? bu nasıl bir habitus? sadece işimize geldiğinde mi ortaya çıkıyor yoksa?

    belli ki habitusla işler yürümüyor, o zaman ben devam edeyim: dupea burjuva bir aileden gelen ama kendi ayakları üzerinde duramayınca işçi oluvermiş bir adam. sosyal mobilite hep yukarı doğru işlemiyor işte, bazen düşüşler de olabiliyor. ama dupea bu mobilizasyondan, mağduriyetten daha büyük bir bıkkınlık yaşıyor. seksî bir sevgili buluyor, yok. işçi olmasına rağmen maddi bir sıkıntısı yok, adamın arabası var, ı ıh. bir tatmin yaşayıp sıkıntısını üzerinden atamıyor. çünkü dupea beat kuşağını yollara döken, çiçek çocuklarını isyana sürükleyen bir çizginin devamında, önceki entryde saydığım politik nedenlerin de etkisiyle amerikan tarzı bir varoluşçuluğun mağduru. bu yüzden kafede müşteriye yemeğin yanında ekmek verilmesini yasaklayan saçmasapan kuralları bir bezginlikle bertaraf etmeye uğraşıyor, bu yüzden artık kafa sikme noktasına gelen bir otostopçuyu arabasından atıyor. parası da dahil her şeyini geride bıraktıktan sonra da guguk kuşu'ndaki hastanenin yolunu tutabilir ya da professione reporter'de italyan usulü bir varoluşçuluğa devam edebilir.

    ama sadece sınıflarla ya da habitusla açıklanabilecek bir derdi yok. çünkü sınıf üzerinden işe girişmek bahsedilen dönemin filmlerine konu olan pek çok çaresiz adamın büyük resmini (scarecrow'da nerden gelip nereye gittiği bilinmeyen al pacino ve gene hackman'ı hatırlayalım en azından) açıklamakta zorlanıyor. beat kuşağını yollara döken burjuva kökenli proleter oluşları değildi, keza 68 kuşağını da. diyelim bunuel'in burjuvazinin gizli çekiciliği derken elini belli edip kodlarını açıkladığı gibi sınıfsal bir vurgusu yok bu filmin zaten. bir vurgu varsa o da yönetmen rafelson'ın 68 kuşağı kökenli ve easy rider gibi bir filme fikir babalığı yapacak bir formasyona sahip olması olabilir.

    o halde, bu büyük resmi anlamlandıran şeyler "liseden kalma tarih bilgisi" olmaktan çıkar, her derde deva sanılan kavramların bir obskurantizm hırsıyla kullanılınca ayaklarının yerden kesildiğini, artık ayağa düşmüş bir "ben böyle görüyorum, sen böyle görüyorsun" göreceliğini alımlama estetiği şekline sokup her yanlış değerlendirmeyi o kılıfla meşru hale sokamayacağımızı da anlarız, mukadder yakupoğlu tarzı, böyle şeyleri yeni duyuyorum bunlar da ne şeklinde gülünç çıkışlar da yapmayız belki.

    çünkü sinefil olmak için sadece hep film izlemek yeterlidir ama sosyolog olmak için sadece sosyoloji okumak yetmez.
27 entry daha
hesabın var mı? giriş yap