8 entry daha
  • filmin bir adı da “ağır işsizlik” olabilirmiş...

    1997 yılı yapımı bir bruno dumont filmi. humanity‘i bu filmin devamı gibi yorumlayan olmuş... o konuya girmiyorum...

    (dikkat!!! ağır spoiler içerir)

    --- spoiler ---

    film, kuzey fransa’da geçiyor. avrupa’nın zengin sofrasının tam ortasında mutsuz, amaçsız, işsiz ve bir o kadar şımarık gençlerden biri olan freddy’nin bomboş yaşamına odaklanıyoruz. freddy, elinin altında her şeyi olan, kendisi gibi işsiz güçsüz arkadaşları ile takılan 20’li yaşlarda bir genç. marie adında bir kıza aşık. komşu kızı konsepti. fransız olmanın verdiği genişlik ile, kâh freddy’nin evinde, kâh dağda bayırda sikişip duruyorlar (hatta, freddy’nin annesi, “marie geldi. odanda. git, kızı bekletme”, diyür. böylesine bir genişlik var).

    ancak, bu gençler, yaşamlarındaki işsizliği, anlamsızlığı ve boşluğu yaratan sisteme yönelik öfkelerini aynı kasabada yaşayan arap göçmenler üzerinde yoğunlaştırıyorlar. ırkçılık ve ayrımcılık, ailelerin seyirci kaldığı ve gençlerin tecrübe ettiği yoğun çürüme içerisinde yeşeriyor.

    aslında, normal şartlar altında, kader ismindeki arap genci ile çok iyi arkadaş olabilirlerdi... kader, son derece düzgün bir çocuk; deli dolu, motorsikletlerden anlıyor, atak, kendine güvenen ve zeki bir delikanlı. ancak, sistem, çürüttüğü beyaz çocuklar ile arap göçmenlerin çocukları arasına görünmez ama kalın bir duvar örüyor. harcında anlamsız bir nefretin olduğu bu duvar, beyaz fransızların tecrübe ettiği işsizlik ve o işsizliğin yarattığı anlamsızlık ortamında örülüyor. emeğin olmadığı yere gericilik ve ırkçılık giriyor; öfke oluşuyor. filmde, ilk bakışta, seyirciler freddy ile kader arasındaki çatışmanın marie’den kaynaklandığını düşünebilirler. oysa ki, marie’yi başka birinin düzmesi freddy’nin umurunda değildir. freddy için de marie bir et parçasıdır zaten. işin garibi, marie de kendisini öyle görmektedir. “bizim kültürde bu işler özeldir. erkek, kadın peşinden koşar. kadın da naz yapar”, diyen kader’e, “benim için fark etmez. hemen sikişebiliriz”, diyen marie de kendisine toplum tarafından biçilen rolü kabul etmiştir — burada hemen ekleyelim; freddy’nin tombik annesi de marie’yi çocuğunun seks oyuncağı olarak görmektedir (belki, kendisi de gençliğinde bu rolü oynamıştı ve başka bir ailenin kızına bu rolü biçmeyi garipsememektedir).

    bu cinsel ayrımcılık ve şiddet sadece marie’ye karşı da uygulanmamakta. okulun ortasında kilolu bir kız çocuğuna yönelik yapılan aşağılama ve o kız çocuğunun külodunun indirilerek taciz edilmesi, buna herkesin sessiz ve seyirci kalması... o kız çocuğunun ağlayarak evine doğru yürümesi... freddy’nin annesinin, “senden utanıyorum” demekle yetinmesi ve kızın ailesine ödenecek “ceza parasını” dert etmesi...

    freddy’nin içindeki ölümcül öfke, bu işsizliğin ve anlamsızlığın ikliminde yeşermiştir. öyle ve o kadar ki, freddy, aslında çok iyi arkadaş olabileceği bir yaşıtını acımasızca döverek öldürür. çatışmanın sonu ise, freddy’nin içindeki hesaplaşmadır. o hesaplaşmada “ben ne bok yedim. yıllarca yatıcam” pişmanlığı yoktur (freddy’nin ifadesini alan polis memuru da, bir anlamda, “o arap’ı öldürmen senin suçun değil”, diyerek bu vandal eylemi destekliyor ve freddy’nin kaçmasına göz yumuyor). sanki, o çürtülmenin kalın örtüsü yırtılmış, freddy’nin o bönlüğü ve soğukluğu altından insanlığı çıkmaya başlamıştır... belki de bruno, burada isa’nın yaşamı, çatışmaları ve doğuşunu anlatmak istemiş...

    ve fakat, kapitalist ilişkilerin insanları birbirine ve kendilerine yabancılaştırdığı, ayrımcılık ve ırkçılığı yeşerttiği bir ortamda doğan bir “isa” ne kadar uzun ömürlü olabilir, bunun yanıtı verilmemiş... filmin sonunda da olduğu gibi; güneşi perdeleyen kara bulutlar dolanıyor üzerimizde...

    --- spoiler ---
3 entry daha
hesabın var mı? giriş yap