55 entry daha
  • beş bölümden oluşan edip cansever şiiri.

    küle başlangıç
    puhu kuşu muydu, neydi, kanatlarını toplayıp durdu
    boşluktan yontulmuş tüneğinde
    sıradan bir cumartesinde, yazılı kâğıtların
    kalemle delinmiş yerlerinde
    uzaklardan, çok uzaklardan doğmuş kıyılar gibi
    yorgun, tozlu yol kokulu kıyılar gibi
    şaşırmış kalmış da sanki deniz fenerlerine
    öyle.

    havalandı birden yayarak kanatlarını
    gözlerini gözlerinde bileye bileye
    bir düğme iliklenirken, bir yapma çiçek
    yakaya iliştirilirken acele
    ve soluk bir gülüş ki eskiye eskiye
    anılara dönerken çaresiz
    havalandı kuş ve yitip gitti
    külrengi bir tarih bırakaraktan geride.

    küle geriliş
    hepsi kül. ah o zaman kül başka
    yüzümü tutuyordum sığ kıyısına anılarımın
    ayak bilekleri külden adam
    bir avuç kül doluydu ağzımda.

    hepsi kül. kirli, bulanık sular
    patlamış sonbaharın da memesi
    emzirir balmumundan bir göğü. damlarda
    gezdirir ürkerekten pas renkli dilini
    ve döner birer birer ülkesine acılar
    saplanırlar birden soluğuma
    bilirim, o kadar iyi bilirim ki ayrıca
    ve dökülmüş saçları avuçlarında
    bir bir anımsadığım şimdi
    yanmış hepsi, kül olmuş.

    yanmış hepsi, kül olmuş
    bir trendi sanki hiç inilmemişti
    çıplak gövdeleriyle kâğıt oynayan adamlar
    ve çürük dişleriyle
    ve geçmişi olmayan geleceği de
    herkesin kendine göre bir boynu vardı yalnız
    hüznün ve çaresizliğin eklem yerlerinde
    gözleri vardı kurtlu erikler gibi
    ne zaman ki bakılacaktı bir yere
    bakılırdı hep birden bir avuç gözle.

    ve yanık istasyonlar gördüm arada
    titrek dumanlarıyla bozkırı
    kuru, kupkuru otlar yakıyordu biri. çekerekten içine
    kır kızılı bir hanı
    han
    yıkılmış zaten o da, şurda burda üç beş duvar
    toplamış kanatlarını puhukuşu da
    boşluktan yontulmuş tüneğinde değil
    iri bir pençenin tırnaktan boşalan oyuğunda
    soğuyor bilmek için yaşadığı zamanı
    oysa görmüyor önünü bile, görmüyor
    bir başka puhukuşu koysan da karşısına
    bozulmasın istiyor kül, anlaşılan
    hiç bozulmasın

    ah her yanda küller her yanda.

    külün doğası
    vermediler kapının önüne düşürdüğüm
    sararmış yarasa iskeletini
    bir denizci vermişti bana çıkarıp da boynundan
    kapkara bir kasketi olan
    her limanda birkaç kere unutulan
    hemen hemen parmaklarıyla konuşan bir denizci
    ürkütür demişti azılı fırtınaları
    ve yırtıcı kuşlarını açık denizlerin
    oysa ne kuşlarla boğuşmuşluğum var bugüne kadar
    ne de fırtınalar gördüm azılı
    yaşadım günsüzlüğümü ve saatsizliğimi durmadan
    bazen bir sözüm oldu, sonra o sözün külü
    en çoğul
    en yaygın
    en ne zaman külü.

    ve dedim, anlaşıldı, küllerin doğasıdır yarasa
    bütün küllerin
    elbette yalan denizcinin konuştuklarıysa.

    sızar kül
    sızar saçaklardan, su borularından
    camlardan, kapılardan, yangın merdivenlerinden
    bir dönemeçten, ayaküstü konuşmalarından
    sorgulardan, alışverişlerden, pazar gürültülerinden
    bayraklardan ve gemilerden
    kıyılardan, varoşlardan
    bundan böyle konuşulmayacak bir yaşantıdan
    sanki bir benzin istasyonundan
    geride kalan bir benzin istasyonundan
    bir tankerin güvertesinden, hüzünlü bir benzin kokusundan
    bir menekşenin iki tek boyutundan
    garlardan
    bir gülün bir boyutundan
    bir duvarın duyarsızlığından
    yokluğun bir daha yok oluşundan
    ve kulak çınlamasından
    bir kentin resimli bir balon gibi patladı patlayacak olmasından
    üstünde bir yüzün yarısı olan bir puldan
    ve tutkal kokusundan
    tutkaldan
    isayı sırtından gökyüzüne yapıştıran
    fişlerden, bankalardan, kesilen makbuzlardan
    bir hayvanat bahçesinden
    bir yalvaçın ağlamaklı fotoğrafından
    bulaşık sularından, çöp kutularından
    parklardan parklardan parklardan
    bir homoseksüelin kırmızı kazağından
    oksijenli saçlarından
    vitrinlerden, mağaza patronlarından, sokak satıcılarından
    çanlardan
    bir doğurmamışlıktan, bir doğurma korkusundan
    yaşama korkusundan
    çelenklerden ve cenaze levazımatından
    bir ölüye kadar
    her şeyden.

    külden adamlar
    bir saat ne kadar yaşar bir eskici dükkânında
    bir ırmak bir taş köprüye sarmaşıksa.

    koşar bakışları külden adamlar
    ordan oraya
    soğuk etlere, sosislere, yumurtalara
    konservelere ve jambonlara
    itişirler, üşüşürler, saatlerine bakarlar
    koşuşurlar masalara, bardaklara, ayakta durmalara
    bir sosisli sandviç peynirli bir sandviçle
    bir işaret parmağı bir başka işaret parmağıyla
    bir ceket bir kazakla
    iki düğme birbiriyle.. sonra
    yavaş yavaş çiftleşir kalabalık
    yağlı kâğıtlar, cigara izmaritleri, ruj lekeleri kalır ortalıkta
    ve doğar ıslak ceseti külün
    bir daha doğar
    kurudukça savrulmaya başlar havada.

    her şey kül için! her şey kül için! her şey!
    bağırır bakışları külden adamlar
    toplanır tüneğinde puhukuşu da
    ve bakar bunca zamandır geldiği yola
    yorgun, tozlu yol kokulu yola
    açar kanatlarını, saldırır ötelere yeniden
    bu külle sıvanmış kentten
    dalar boşluğa.

    ah her yanda küller her yanda.
418 entry daha
hesabın var mı? giriş yap