2 entry daha
  • murathan mungan ın doğduğum yüzyıla vedasından.
    "hey joe!
    biliyorsun sen bunu:
    en son duyulan ayak sesleri ve üzerine kapanan demir kapı.
    çıkıyor musun bu sefer, yeniden mi giriyorsun içeri,
    anlaşılmıyor şarkıdan,
    anlaşılmıyor joe!

    gençliğimizin polisiye günleri:
    kendi romanlarımız için ayırdığımız adlar:
    sanki o romanlar sahi de, yaşadıklarımız yalan:
    aynadaki ölü, zebra cinayeti, kandaki tuz, timsah
    sokaği cinayeti, profesyonel kin, suç bayrami, sudaki
    yalan, benekli karanlik, kumun seyrek zamani, cesedi
    su akarken birak köprüden, kan durağinda inecek
    var, tek tabanca, bakimsiz bahçede birkaç ölü.

    hey joe!
    orada mısın?
    kapının arkasında mısın?
    her zamanki gibi saklanıyor musun?
    her geldiğinde bir başkası mısın?
    her geldiğinde yaptığın gibi saklanıyor musun hayallerinden?
    orada mısın sahiden?
    işığa çık, buraya gel, bütün oyunlarına varım ben.
    bir şiirimin duvarına asılı kalan
    unuttuğun deri ceketini almaya mı geldin?
    led zeppelin’in dört yanımda bıraktığın remizlerini?
    beni yatağa bağlayacak mısın yine?
    ağzındaki şarabı ağzıma dökerken
    akşama çocukları da al gel,
    sen, ben, çelik bilek, kinova, dr.no.
    ne kadar kana benziyor kardeşlik
    nabızdaki sızının büyük yemini
    damarlarımızda dolaşan yabancı tadı kendinin kılmak
    ne kadar çok giyersek birbirimizin kazaklarını, montlarını
    birbirimizin teni, kokusu oluyorduk
    önceki zamanlarını kıskanıyorduk birbirimizin; ama belli etmiyorduk
    bir kitaba çalışır gibi çalışıyorduk hayatı
    geleceği birbirimizin geçmişinde arıyorduk
    kendimize geceden bir ülke yapmıştık, ikimizden bir zaman
    kundakçı bir dil kullanıyorduk dünyaya karşı
    uydurduğumuz sözcükleri bir tek biz anlıyorduk,
    okulu kırar gibi hayatı kırıyorduk
    yol için, keouac, spanish caravan, love street
    bedenlerimiz için, kokulu bahçe!
    ütopyalarımız için, güneş ülkesi!
    arkadaş evlerinde unutulmuş siddharta,
    yarım ay birinci paketi,
    kalın dumanını araladığımız ot
    içimizde nepal, içimizde tibet
    pencere camlarında arkadaş ıslıkları
    bodrum’da zıpkın yemiş bir yazdan
    çıplak yara göğsümüze dizilmiş deniz kabukları
    içimizde bir türlü yatışmayan
    yaralı hayvan
    kendimizi dünyaya çarpa çarpa kırmaya çalıştığımız kabuk
    neye küsmüşsek küsmüşüz bir kere, içimizde küs çizgisi
    denize benzeyen ya da denizsizliğe
    el ele tutuştuğumuzda, bir yazgı gibi avucumuzun içinde
    canımdaki ateş olmasa bunca yıl sonra söylemezdim şiirini joe,.....
    ..
    çık ortaya saklandığın yerden!
    yoruldum, azaldım beklemekten.
    bazen düşünüyorum da!
    var mıydın sahiden, yoksa bir şarkının anısı mı uydurdu seni?
    hiçbir şey benzemiyor değil mi, şimdi geçmişten daha çok bizim
    olan gençliğimize?
    bilmem ki, karşılaşsak bile birbirimizi hatırlayabilir miyiz yeniden?
    ikimiz de artık bir başkasıyken,
    gene de sen bilirsin joe, sen bilirsin,
    öyle iyiydi, bir düşün istersen."
93 entry daha
hesabın var mı? giriş yap