1 entry daha
  • kabaca biz insanlar görüntü yönetmenleri gibiyiz. bilmeyi murad ettiğimiz şeyi kadraja alırız (kadraj dörtgen bir çerçeve demektir haddizatında) ve o "görüntü" (örüntü de denilebilir) biz aynasında, biz aynasının konumu, ebadı ve parlaklığı ölçüsünde tecelli eder. tecelli eden o "görüntü" bize o şeyin mutlak bilgisini vermez. biz bir şeyin hakikatini gerçek mahiyetini bilemeyiz; ancak o şeyi bir yerde zuhur ettiğinde ya da bir yerde tecelli ettiğinde o tezahür eden şeyin bizdeki yansımaları cihetiyle (biz ayn'asındaki tecellileri babında) o kadarcığını biliriz. rubûbiyet sıfatlarının künhünü çevreleyen hakikî bilgiye ulaşmak zaten muhaldir. ihâta edilemeyen/sınırlanamayan zât karşısında küçüklüğünü (hadd burada bu) idrak, marifetin en temel düsturu olsa gerek; zaten gazali de âriflerin allah'ı bilme/tanımalarının son hududunun o'nu bilmek/tanımaktan aciz kaldıklarını bilmeleri olduğunu söylemiştir. efendimizin "allah'ım bana eşyanın hakikatini göster" şeklindeki duası önemli. yaratılmaları dilenen ve yaratılan şeylerin (eşya) hakikatini bilemeyen biz fanilerin onların yaratıcısını mutlak mânâda bilmesi imkânsızdır.
21 entry daha
hesabın var mı? giriş yap