7 entry daha
  • hiçbir yere ait hissedememek... dönmek istemek, ama dönememek. gitmek istemek, ama gidememek, kalmak istemek ama kalamamak. “bu son... bu son...” diye diye temelli konamamak hiçbir dala. sıkıştığını hissettiğin bu yerler arasında, bitmek bilmeyen yollar yapmak kendine sonra. gittiğin ve döndüğün yerlerde, sana daha az yer kaldığını hissetmek git gide, varlığına daha az ihtiyaç olduğunu anlamak, nefes alabilmek için daha az havaya, görebilmek için daha az alana, sahip olduğunu farketmek. ne oraya, ne de buraya yetememek, daha da önemlisi yetişememek, ve daha daha önemlisi sığamamak, sığınamamak... üzülerek söylemeliyim ki; sevginin çözemediği şeyler büyüyor bazen içimizde. çok sevmenin dahi üstesinden gelemediği şeyler.

    bunlar öyle şeyler ki; sonunda bize yaptığı, yanıbaşımızda patlayan bir bombadan çok daha yaralayıcı olabiliyor. bombayı, “bomba” olarak hatırlamaktan başka seçeneğimiz yok çünkü. patlama anını, sesini, yaydığı ısıyı, onun etkisi ile gökyüzüne doğru havalandığımızı, uçtuğumuzu, sonra sert bir şekilde yere düştüğümüzü, duyduğumuz acıyı... tam da olduğu gibi, tam da o ana ait gibi, resmedebiliriz. ama öyle anlar var ki, ve o anların içinde öyle insanlar var ki, ne olursa olsun, ama ne olursa olsun, asla “onları öyle hatırlamak istemeyiz”. ve “öyle” resmedemeyiz. çünkü resmedersek, yüz yüze gelirsek, eninde sonunda kendi çığlığımızda boğuluruz.

    (ben de joachim trier’i bu filmle hatırlamak istemiyorum. umarım, bu filmden sonra yine kendi ülkesine ve diline geri döner. hafızayı didiklemeye, kendi coğrafyasında, kendi geçmişinde, kendi çığlında devam eder.)
26 entry daha
hesabın var mı? giriş yap