3 entry daha
  • holivud'un altin caglarinda calismis yönetmenler icinde, kanimca en avrupai filmleri yapmis kisidir william wyler, belki ernst lubitsch ile birlikte.. fazla kültürlü, mürekkep yalamis bir insan olmayip, sasirtici bir icgüdüyle ulasmistir filmlerinde mükemmeliyete. filmlerinin hikayelerinde genel olarak hep bir yerden sonra bir yanlislik, olmamislik sezilir sanki. basyapit olacak filmlerin kaza eseri güme giden olasiliksal versiyonu gibidir (ne lan bu laflar?)

    ve fakat hikayeler genel acidan kimi firsatlari kacirsa da, william wyler sahneleri, bastan asagi en sahane, en derinlikli bir bicimde tasarlanmis türden sahnelerdir. defalarca yazip bozup ideal hale getirtir sahneyi wyler. sonra olabilecek en sade bir bicimde, hani nerdeyse robert bresson'u filan andiracak kadar, sade bir bicimde filme alir. kamera fazla hareket etmez, zaruri olmadikca kesme yapilmaz, yakin planlardan kacinilir, müzik fazla abartmaz, tadinda girer, illaha girecekse.

    wyler'in zirveye ciktigi anlar, sessiz ama duygusal yogunluklu anlardir. misal the desperate hours'da, humphrey bogart'in evden ciktigi sahne gibi. son derece sade anlatim o kadar fazla nüansi ayni anda yakalar ki, bir anda bogart'in kafasinin icine girer, her düsündügünü gözlerinden anlariz, hicbir hareketi anlamsiz gelmez insana. veya yine ayni filmde, bogart'in agabeylik ettigi cocugun telefon kulübesinde vuruldugu sahne, ki o kadar dahiyane bir sahneye az rastlanir, iki üc cut ile, basit bir polise yakalanma sahnesinin nasil da coenvari, trajikomik bir derinlige bürünebilecegi konusunda ders gibidir.

    holivud usülü senaryolardan ders cikarmak isteyen insan, senaryolarin bütünlügü konusunda billy wilder'in ilk dönem eserlerine (double indemnity, sunset boulevard, the lost weekend...) bakmaliysa; bir sahneye senaryo asamasinda katilabilecek ve nihai sonucta alelade bir sahneye hayat katabilecek psikolojik ayrintilar konusunda da wyler'i dikkatlice incelemelidir nacizane görüsümce.
8 entry daha
hesabın var mı? giriş yap