9 entry daha
  • ...

    “dalmış olmalısın han’ım. sözümü kestiğinde tam da bu kenti anlatıyordum sana.”
    “biliyor musun onu? nerede? adı ne?”
    “ne adı var, ne yeri. onu neden anlatıyordum bir daha açıklayayım sana: öğeleri, onları birbirine bağlayan bir mantık olmaksızın bir iç kuraldan, bir perspektif, bir hikayeden yoksun bir şekilde yığılmış kentleri, düşlenebilir kentlerin sayısından düşmek gerekir. kentlerle ilişkimiz rüyalarla olduğu gibidir: hayal edilebilen her şey aynı zamanda düşlenebilir, oysa en beklenmedik rüyalar bile arzuyu, ya da arzunun tersi, bir korkuyu gizleyen resimli bir bilmecedir. kentleri de rüyalar gibi arzular veya korkular kurar, söylediklerinin ana hattı gizli, kuralları saçma, verdiği umutlar aldatıcı, her şey, başka bir şeyi gizliyor olsa da.”
    “ne arzularım, ne korkularım var benim,” dedi han, “benim düşlerimi ya düşünce, ya da rastlantılar oluşturur.”
    “kentler de düşüncenin ya da rastlantının eseri olduklarını sanırlar hep, ama ne biri, ne öteki ayakta tutmaya yeter onların surlarını. bir kentte hayran kaldığın şey onun yedi ya da yetmiş yedi harikası değil, senin ona sorduğun bir soruya verdiği yanıttır.”
    “ya da onun sana sorduğu ve ille de yanıtlamanı beklediği sorudur, tıpkı thebai’nin sfenks’in ağzından sorduğu soru gibi.”
    ...

    s.87
48 entry daha
hesabın var mı? giriş yap