6 entry daha
  • kitabın tezi bağlamında evvela siyasi kurumlarımızı inceleyelim.

    al-i osman’ın ardından gelen güç, tüm erkleri elinde toplamış olan millet meclisi. cumhuriyet’i meclisin kurmuş olmasıyla, yeni devlet kapsayıcı kurumlar üzerine inşa ediliyor.

    (bülent ecevit, o dönemde dış politikada elimizi son derece güçlendirmiş olması dolayısıyla bu demokratik kuruluş döneminden büyük ibret aldığını belirtir. ona göre, gücünü tamamen milletten alan bir idare uluslararası müzakere masasına oturduğunda olabilecek en sağlam durumdadır. haşhaş krizinden kıbrıs sorununa kadar hep bu ilkeyle hareket etmeye çalıştığını açıklar. bugünkü ekran yıkayıcılara sorsan 28 şubatçı derler.)

    acemoğlu ve robinson’a göre, mutlaki rejimler yenilikçiliği teşvik etmediklerinden sürdürülebilir refah ve kalkınma sağlayamaz. büyük ihtimal, demokrasiye geçme arzusu olmadan sürdürülecek bir dikta rejimi sovyetler benzeri bir sonla karşılaşırdı.

    diğer ülkelerde iki yüzyıla yayılan güç dağıtım süreci, bizde yirmi sene içinde tamamlanmış. örneğin ingiltere’de glorious revolution’ın ardından gelen on yıllarda, toplumda huzursuzluk arttıkça ve hak talepleri yoğunlaştıkça aşama kaydeden reformlar sayesinde demokrasi tekamül etmiş.

    bizde imparatorluğun son döneminde, kim hangi adaletsiz uygulamalardan bunalmıştı ve hangi hakkı için mücadele etme azim ve kararlılığındaydı sorusu önemli.

    dönüm noktalarının ne kadar önemli olduğu ve ülkelerin kaderlerini ne kadar derinden etkilediğini vurgulamak için feodalite’nin ingiltere’de ve batı avrupa’da önce vebayla zayıfladığı, sonra ingiltere’de glorious revolution’la, kıta avrupasında fransız devrim ordusu’nun ve napolyon’un ihraç ettiği fransız devrimiyle yıkıldığı anlatılmış. bu etkilerden uzak kalan doğu avrupa ülkeleri avusturya-macaristan, osmanlı ve rus imparatorluklarının birinci dünya savaşı’na kadar büyük bir toplumsal-siyasi dönüşüm yaşamadan geldikleri hatırlatılmış.

    bizde ferman padişahın dağlar bizimdir diye isyan edenlerin başı; belki de taht tatarındır nidalarını bir daha duymamak için ya devlet başa, ya kuzgun leşe denilerek ezilmiş. emsalleri aristokratlar, soylular, tüccarlar tarafından tahttan indirilip tahta çıkarılırken, bizim hakanlarımız hanedan hiç değişmeden tanrı’nın gölgesi olmaya devam etmişler. nihayetinde onların tebaası gücü adım adım eline alıp, hakanlarını önce törensel bir makama indirip sonra tamamen yok ederken, bizim hakanlarımız tüm mülkü elinde tutup tebaaya keyfince dağıtıp, tepeden ıslahatlerle dünyaya yetişmeye çalışmış. budanıp yeni filiz veren ağaç gibi, devlet hal edilip yeni bir devlet kurulmuş. özetle devlette reform yapmaya çalışan da, sonunda yıkıp yenisini kuran da, gücü elinde bulunduran yönetici kesim.

    en kayda değer güç değişikliği yeniçeri ocağının kaldırılması. belki bir hanedan değişikliği yaşansaydı, veya zanaatkarların ve zengin tüccarların nüfusu, servetleri ve gücü; tahtı korumak için askerlere, paşalara verilen tavizlerden ve rüşvetlerden pay koparabilecek ölçüde olsaydı, siyasi gücün bir kısmının zamanla önce bu zümrelere, sonra tüm halka dağılması mümkün olabilirdi.

    öyle olmadı. halk bunaldığı ve buna karşı mücadele gücü olmadığı için devleti devirmedi; yıkılmış devletin yerine, elden giden vatanı kurtardığı için yeni rejime bağlandı. cumhuriyet halka eşit yurttaşlık, mülkiyet hakkı, teşebbüs hürriyetini verdi, gücü dağıttı. atatürk bu aşının ancak yurttaşlık bilinciyle tutacağının farkında olsa gerek ki, bulgar köylüsünün tavrına hayran oluyor: http://www.milliyet.com.tr/…013/1782859/default.htm

    bu zahmetsiz sürecin sonunda, günümüzde siyasi partilerin kravatlı tarikatlerden başka bir şey olmadığını görüyoruz. kimsenin seçtiği milletvekilini tanımadığı bir soytarılık düzeninde, dört senede bir en başarılı retorikleri seçip başa getiriyoruz. toplumun her kesiminin eşit temsil edildiği ve taleplerini dile getirip bunlara çözüm aradığı bir düzenden maalesef hala çok uzağız.

    70 yıllık seçim tarihimizde, şaşmaz bir şekilde hizmet vaatlerinin ideolojik partileri ezmesi de belki bu hak kavgasızlığının güzel bir örneği. tutarlı bir şekilde, atatürk dönemindeki propagandanın da pek ideolojik bir tarafı yok, hizmet ağırlıklı. son on yılın denetimsiz icraatlerine karşı halkı bilgilendirme çalışan tmmob’yi saymazsak, mesleki ve toplumsal örgütlenmeler son derece güçsüz ve etkisiz. sendikalar arpalık.

    halen tebaa olma eleştirisi çok basmakalıp fakat lütfen (bkz: court packing)

    bugünkü güç odaklarının samimi bir zavallılıkla onun bunun komplosu olarak gördükleri 28 mayıs 2013 taksim gezi parkı direnişi; tarihimizde ilk defa hak taleplerinin kaynama noktasına geldiğini gösteriyor. bugün demokrasiyle idare edilen hiçbir memlekette geri dönüşü olmadığı görülen bu süreci paketlemek uzun vadede mümkün görünmüyor. muhakkak daha kapsayıcı siyasi kurumlarla neticelenecektir.
161 entry daha
hesabın var mı? giriş yap