6 entry daha
  • korku benim için alp billuriye demek. evde anneyle yaşanılan, alışverişe gideceğiz sen de geleceksin nous temalı kavgaların ana sebebi demek. koşturma yaşında koşturmana müsaade edilmeyen mekan demek. özde şirin bir sahip ve güler yüzlü çalışanlar barındırmasına rağmen çocuk aklınla cehennemi görmek demek.

    her şey bir tivoli ya da bir wimpy kandırmacısıyla başlardı. bu iki isim umudun taşıyıcılarıydı. çozel burger yaparlardı. ama bugün sorsalar dandirik bir burger için o bitmek tükenmek bilmeyen işkenceye katlanılır mıydı inanın bilemiyorum. tav olurduk o zamanlar. tav olmak da zorundaydık. anne kime bırakacak ki ufacık veledi. götürüyor kadın yanında ne yapsın? elbette bunları geç anlıyorsun. hoş anlamasan ne olacak, sonuç değişecek mi? tartışmasız hayır.

    adımların minik oluşundan mı yoksa küçük bacaklardaki zangırdama oranının fazlalığından mı bilinmez, alp billuriye'nin yolu bir türlü bitmezdi. yürüdüğün alt tarafı iki adım yol olmasına rağmen öyle bir zulüm gelirdi ki sormayın gitsin. arenaya doğru, gün sonunda yaşayıp yaşamayacağını bilemeden, ağır adımlarla ilerleyen gladyatörler ne hissediyorsa aynını hissediyordu bünye. orada anne ne derse desin, koşturacağını biliyorsun. tek hedef kırıp dökmemek. utançtan yerin dibine girmemek.

    ... ve kapıya gelinir. üzerinden kasvet akan tabela ve kapı bugün bile bazı kabuslarıma konu olmaktan çekinmez. açıkçası yıllar sonra biraz daha büyüdüğümde anladım bu korkunun ne menem bir şey olduğunu. o kapıda, o günlerde alp billuriye yazmazdı. welcome to the hell yazardı. alex ferguson ve şürekasının zamanında ali sami yen atmosferinden neden bu kadar çekindiğini görünce empati yetimi daha çok çalıştırmaya karar vermiştim. gerçekten bazı yerler, bazıları için fazlasıyla korkutucuydu.

    içeri girilir. ilk 25 dakika, yarım saat annenin eli bırakılmaz. anne de bu konuya özel ihtimam gösterirdi. fekat, doğası gereği kendini alışverişe kaptırmakla sınanmış hatun kişi ilelebet o eli tutamayacak, bırakmak zorunda kalacak ve o velet oradan oraya koşuşturmaya başlayacaktı. alp billuriye'de geçen ikinci yarım saatlik dilim, aksiyon sahnelerini aratmayacak görüntülere sahne olurdu. benim önden, annemin arkadan geldiği o sahnelerle ilgili bir fon müziği biriktirmemişim bellekte. o anları yalnızca ali kayakıt'ın anlatabileceğini düşünüyorum. minimum nefesle maksimum hareketi anlatmak. bir de üstüne bunu olanca heyecanla yapmak.

    kırıp dökmezdim genelde. hatırladığım taş çatlasa 3 tane bardak seti kırdığımdır. her kırdığımda üzülmüştüm. bugün bile aklıma düştüğünde özür dilerim annemden. hatta alp billuriye'ci amcadan da özür dileyesim var. gidip elini sıkasım. zamanında gösterdiği geniş yüreklilik ve hoşgörü için ona şükranlarımı sunasım var. buraları okuyorsan yerinde duramayan veletler olarak seni de çok sevdiğimizi bil istedik. akıl almaz mikrofon şovuna rağmen hem de. kusur ettiysek affola.

    gün sonunda ne olursa olsun tivoli veya wimpy cepteydi. tatlı hamburger ekmeğinin yanık pekmez kokusu genzime girdiğinde ne annemin beni utançtan utanca sürükleyen bakışları, ne kafamı ütüleyen tembihleri, ne de aba altından sopa gösterdiği tatlı dilli tehditleri kalırdı.

    alp billuriye utançtan yerin dibine girme korkusudur. sert hayatla ilk kez tanıştığın yerdir. o sınavdan çıkarsan her sınavdan çıkarsın. o yüzden, 80'lerin sonu ve 90'ların başında ankara'da büyümüş çocukların yüzüne sadece şöyle bir bakın. hepsinde o olgunluğu ve oturmuşluğu göreceksiniz.

    dünya üzerinde sadece anneyle gidilebilecek sanırım tek yerdir. hali hazırda çekilmezdi de, sen olmasan hiç ama hiç çekilmezdi be anne.
3 entry daha
hesabın var mı? giriş yap