6 entry daha
  • //-edebiyattan tarihe, tarihten şiire: prof. dr. halil inalcik-

    yaz yeni başlamıştı. prof. dr. ilhan başgöz'ün bilkent'teki evinde sazlı- sözlü bir toplantı yapıldı. gecenin ilerleyen saatlerinde, büyük tarihçi halil inalcık cebinden çıkardığı şiirleri okumaya başladı. hepimiz şaşırdık, ne diyeceğimizi bilemedik. türk edebiyatı tarihine o gece tarihçi bir şair katıldı. prof. inalcık, güzel şiirlerini kanat'tan esirgemedi. edebiyatçı kimliğini ilk kez bize açıkladı. inalcık, edebiyatçı kimliğini şöyle anlattı:

    "halil inalcık 1916'da yahut 1917'de, 1. dünya harbi sırasında istanbul'da domatesler ve patlıcanlar yetişen bir bostanın içinde, dedesi bahriye binbaşısı seyit mehmet'in konağında doğdu. o sırada babası urfa taraflarında sürgünde idi. çocukluğu bu geniş bostanda beş-altı yaşına kadar sürdü. sonra babası ile mustafa kemal'in ve türkiye'nin yeni merkezi ankara'ya intikal ettiler. babasını 1934'te kaybetti. inalcık'ın duygusal yanı belki annesinden geliyor. yetim kalan inalcık her şeyi ile annesine sarıldı. o, çocuğu için her şeyi feda edebilen annelerdendi. inalcık'ı okuttu. bir yıl sivas'ta, iki yıl ankara'da, üç yıl da balıkesir'de muallim mekteplerinde okudu. çok yalnızlık çekti. balıkesir'de abdülbaki gölpınarlı'nın öğrencisi oldu ve ondan divan şiirini öğrendi. o çok duygusal yıllarda bir roman yazmayı da denedi. temel ilgisi edebiyattı. bu arada fransızca'yı adile abla'dan (adile ayda) iyi öğrendi ve fransız şairlerinden lamartine, victor hugo, baudelaire'i çok sevdi. lamartine'in romantizmine kapıldı. gölpınarlı ve türk şairlerinden fuzûlî, genç inalcık üzerinde en çok etki yapan kişilerdendir. daha on altı-on yedi yaşında fuzûlî'nin külliyatını bularak tamamını okudu. fakat sonunda 1935'te dil ve tarih-coğrafya fakültesi kurulduğu zaman bir üniversite tahsili için onun önünde yalnız bu fırsat vardı ve dil tarih'in yatılı imtihanını kazanarak bu fakülteyeve tarihçi girdi oldu. edebiyattan ayrıldığına bugün bile üzgündür''.

    ---

    -kit'a-

    dehr-i fânîden nice cân nice cânânlar geçer
    bezm-i işretten aceb mestâne yârânlar geçer
    bir nefesdir cânımız yâr leblerinde ber-karâr
    hey, bu fânûs-i safâ bir gün söner cânlar geçer

    bilkent, 1999

    ---

    -2000'de yilbaşi-

    başındayız üçüncü bin

    yaşıyoruz ne mutlu!
    bıraktık onbinleri
    betonların altında,
    sarsılan, sarası tutan
    kat kat saldıran
    ateş kaynayan yerin içinde,
    bıraktık ezilen, yanan, çırpınan
    anaları, kızları, yiğitleri
    ve masum bebekleri
    gülüşleri dudaklarında donmuş,
    gözleri açık, semaya bakan.
    tanrım, sana erişmez mi
    bu iniltiler,
    gökleri yırtan bu feryatlar;
    nazenin bedenler molozlar içinde,
    dişlerinde kalkıyor buldozerlerin,
    poşetlerde bekliyor sıcak ölüler
    gölcük kıyılarında
    martılar çığlık çığlık

    vuruyor betonlara, vuruyor deniz.
    ne mutlu yaşıyoruz

    bu sabah üçüncü binde.

    1.1.2000

    ---

    -hatira-

    nasıl unuturum o ânı nasıl,
    alaca karanlığında akşamın, el ele,
    yatıp üstünde rengârenk
    bir yörük kiliminin;
    çaykovski'nin
    inleyişlerini dinlediğimiz,
    dinmez bir hazzın denizinde
    kendimizden geçtiğimiz...
    o ânı nasıl unuturum, nasıl?

    bilkent, 1999

    ---

    -doğada dua-

    tanrım bu an düşüp dizlerimin üstüne,

    sana dua, dua etmek istiyorum candan;
    tanrım şimdi sen, şu meltemsi esen
    önünde ağaçlar serfürû eden
    çiçekler secdeye gelen;
    şimdi sen, beyaz bulutlarsın maviliklerde
    sonsuza kayıp giden,
    yıldızlara, kehkeşanlara;
    şimdi sen,
    güzellerinde botticelli'nin
    altın perçemleri dağılmış,
    tebessüm eden;
    ve sen, şimdi sen, bir cehennem,
    nabızlarımda vuran
    ateş damlalarla
    yanaklarımdan akan.

    bilkent, güz 1999 //

    kanat, sayı: 4/güz 2000

    kaynak:

    www.bilkent.edu.tr/~kanat/k0404.html

    ---

    (bkz: vay anasını sayın seyirciler)
703 entry daha
hesabın var mı? giriş yap