6 entry daha
  • yönetmen "velvet goldmine" itibariyle bir sonraki filmini heyecanla bekledigimiz todd haynes, yönetmenin etkilendigi yönetmen hep izlemek isteyipte firsatini bulamadigimiz ama fassbinder'i etkilemesinden etkilendigimiz douglas sirk, dönem '50ler, konu irkcilik olunca, sigara parasini bi kenara ayirdiktan sonra kalan üc bes kurus parayi sinemaya yatirmak kacinilmaz oluyor idi; ve netekim evvelsi gece yaptigim sey oldu "far from heaven".
    lakin koskoca münüh sehrinde filmin oynadigi sinemalardan hangisine gitsem diye düsünürken, gecenin 22sinde baslayacak matinenin bir gey sinemasinda oynadigini nereden bilebilirdim? bilemezdim cünkü sinemanin ismi gey sinemasi degildi, ve bileti alirken gisenin yaninda duran derginin geylayf filan gibi bir ismi oldugunu göremeyip, direk sinema dergisi olduguna hükmettiydim. bu escinseller masonlardan beter bir örgütlenme icindeler, helal olsun vallahi filan diye düsünmek, liberal bir yaklasim sergilemek bir yana, bir de sinemanin kafeteryasinda filmin baslamasina azicik kala kola icerken kimse gelip ates istemesin diye sigara yakmaya korkmak veya irreversible tarzi bi ambiyans yasaniyordur korkusuyla tuvalete gitmeye cekinmek baska bir durum oluyor. escinseller arasinda azinlik olmak bu filme girmeden evvel iyi bir antreman oluyor.
    filmin baslamasina 2-3 dakika kala, sanki her an sinema salonunun icinden bir hemsire cikacakmis ta "müjde! cocugunuz erkek!" diyecekmis gibi salon girisinin önünde volta ataraktan ve camekandan görünen "gay point!" isikli tabelasinin anlamini cözmeye ugrasaraktan sigarami ictikten sonra iceri girdigimde en ön koltuga kuruldum, en ön koltukta yanima kurulan olmaz diye. kurulma islemini yeni tamamlamistim ki perdeye dumur icinde bakakaldim. böyle bir dizayn olamaz. sinema perdesinin önünde, demirden bir kafes ve kafesin üstüne kirmizili yesilli filan bir isiklandirma yapmis amcalar. sanki her an kafes iki yana dogru acilacakmista arkasinda beyaz perde yerine bir sahne olacakmis, o sahneden en önde oturan bendenize "young man, there's a place you can go!" diye bir cagri yapilacakmis gibi fantastik bir atmosfer.
    bütün bunlari anlatiyorum cünkü ilk paragraflarda belirttigim motivasyon sinemanin girisine gelir gelmez bu tür sebeplerden ikinci plana atilmis, dikkatim dagilmis idi. ama filmin baslamasiyla beraber bütün bu dikkat dagitici unsurlar unutuldu, ve böyle bir hayranlik ile izlenmeye baslandi.

    todd haynes velvet goldmine ile, "ben sinemayla oynamasini gayet iyi biliyorum" demisti, bu film ile "ben sinema dilini tamamen cözmüs bir bireyim" diyor, bunu soyleyelim oncelikle. film, görsel yapi ve yönetim itibariyle tamamen '50ler sinemasinin atmosferini bastan canlandirmayi beceriyor. yanlis anlasilmasin, 50leri degil, 50ler sinemasini canlandiriyor haynes. daha dogrusu canlandirmiyor, o ölmüs sinemanin ruhunu cagirip, o dönem canliyken söyleyemedigi seyleri söyleme firsati veriyor ona. bugünün bunlari söylemeye alisik cesur ama yine azinliktaki sinemasi söylese belki o kadar ilgi cekici olmayacak irkcilik veya escinsellikle ilgili kimi seyleri, o sinema günah cikarircasina söylerken insanin cok daha fazla etkilendigini söylemek lazimdir. ve haynes'in politik dogruluk adina hicbir cabada bulunmayip amerikan toplumuna bu derece sert ve bel altindan girmesi, salya sümük hikayelerinin arkasina saglam toplumsal elestiriler sikistirmaya uygun bir tür olan melodrami secmesi ve böylelikle irkcilik ve escinsellere zulümü hikayenin birinci planinda degilmis gibi, sanki bulunulan ortamin dogal verileriymis gibi göstermesi filmi izlerken sinirlerini geriyor insanin.
    tüm bu özellikleriyle cok basarili bir film far from heaven.
28 entry daha
hesabın var mı? giriş yap