4 entry daha
  • hüccetül islam yani islam’ın kanıtı denilen ve tasavvuf yolunun büyük üstadlar’ıdan.

    ebu hamid, sufiler arasında bilinen adıyla el gazzali, m.s. 1111 yılında tus’ta öldü. bağdat medresesi’nde sultan’ın himayesi altında büyük bir öğretmen ve ünlü bir kelamcıyken, birden bire, bütün bildiği veya bildiğini sandığı şeyler hakkında yaşanan varoluşun üzerine dayandığı şey hakkında boğucu bir kuşkuya düştü. kendine şöyle sordu:

    "uyurken düşlerinin karşı çıkılmaz bir gerçekliği olduğunu görmüyor musun? uyandığında ise onların gerçekte ne olduklarını, yani hiçbir dayanağı olmayan fantaziler olduklarını fark ediyorsun. o halde, uyanıkken, duyuların ve akıldan türeyen bir varoluşun güvenilir olduğuna seni kim ikna edebilir? içinde bulunduğun durumda bunlar gerçekmiş gibi görünebilir, ama uyandığın durumda olduğu gibi, şimdiki varoluş durumun da, başka bir varoluş durumuna geçildiğinde, gerçekliğini yitirebilir. öyle ki, bu yeni bölgede aklın vargılarının fantazilerden ibaret olduğunu fark edebilirsin. bu olan aklı durum belki de sufiler’in hal dedikleri şeydir; yani, onlara göre kendilerinde özümsedikleri ve duygu algılarını ve düşünce biçimlerini askıya aldıklarında görebildikleri bir hal. belki ölüm de, prygambere göre bu durumdur, çünkü o şöyle demiştir: “insanlar uykudadır, öldüğünde uyanır.” şimdiki yaşamımız bu gelecektekine göre belki de yalnızca bir düştür, ve insan, bir kez öldü mü, şimdi gözünün önünde olan şeyleri tümüyle farklı bir şekilde görecek ve kuran’daki şu sözleri anlayacaktır: “bugün gözlerinizden örtüyü kaldırdık ve görüşünüz açıktır.” böylesi düşünceler aklımı karıştırıyor ve bir kaçış yolu bulmaya çalışıyorum. ama nasıl?"

    duyduğu ıstırap, bütün bir aile yaşamı, entelektüel uğraşıları ve ünü ve biçimsel ibadetleri anlamdan yoksun hale gelinceye kadar arttı.

    "nihayet, bu durumdan kurtulmanın şeref ve zenginliği bırakmakla, ve hayatın bildiğim bütün bağlarını koparmakla mümkün olabileceğini gördüm. bir gün bağdat’ı terk etmeye ve her şeyi bırakmaya karar verdim:
    ertesi gün düşüncemi değiştirdim."

    bu kararsızlık m.s. 1096 yılında altı ayı aşkın bir dönem boyunca sürdü. kendisine varoluş tarafından dayatılan sessizlik, tutarlı yaşam örüntüsünden geri kalmış olanı parçaladı. bir şey yiyip içemez hale geldi ve hekimler öleceğini sandılar. ama birdenbire yol kendisine açıldı ve ona olanaksız görünen şey kolay hale geldi. çevresindekilere mekke’ye, hacc’a gideceğini söyleyip, öbür yandan gizlice suriye’ye gitmeyi planladı. bu çok saygıdeğer akademik görevi bırakması ülke dışında büyük yankılar uyandıracak denli büyük bir şaşkınlık yarattı. kimileri halife’yi, kimileri de öğretim yaptığı medrese’yi suçladı ama bu sonuçta, geri dönüşsüz bir gelişmeydi. gazzali, ne yaptığının ve ne yapmak istediğinin bütünüyle farkındaydı; ailesini, geçimlerini güvence altına aldıktan sonra terk etti. böylece yola çıkabilecek ve yeni yaşamına başlamayı umduğu sufi zaviyelerindeki dostluğu arayabilecekti. burada on yıllık bir tasavvufi uygulamadan sonra, nihayet, terkettiği dünyaya dönmeye hazır olduğunu hissetti ve geri dönünce de, elde ettiği şeyi aktarım yoluyla öğrenmeye başladı.

    "güvenilir bir kaynaktan, sufilerin, allah’a giden yol’un gerçek öncüleri olduklarını, onların yaşamından daha güzel ve daha övgüye değer bir şey olmadığını ve onlarınkinden daha saf bir davranış bulunmadığını öğrendim. düşünürlerin kavrayış yeteneği, felsefecilerin bilgeliği, en hünerli entelektüellerin bilgisi – işte bunların, kendi bilimlerini ve davranışlarını değiştirmek veya geliştirmek için gösterdikleri bütün çabaları birleştirmeleri boşuna olacaktır; bu olanaksızdır. bunlar sufilerin içsel veya dışsal dinginliği ve devinimiyle ışıkla aydınlanırlar."

    tasavvuf yolunun bu büyük üstadının kendini buluş süreci kaleme aldığı eserlerinde daha çarpıcı hakikatler ile anlatılmaktadır.
368 entry daha
hesabın var mı? giriş yap