4 entry daha
  • antonioni filmlerinin izleyicisinde herhangi bir duygu uyandırma amaçlı olduklarını zannetmiyorum ya da bunlar açıklanacak, rasyonalize edilecek filmler değil. l'eclisse'de monica vitti'nin ısrarla ne hissettiğini bilmediğini söylemesi boşuna değil, çünkü bence onu antonioni de bilmiyor. gerçek hayatın sinemadan birçok farkı var takdir edersiniz, birisini izlemek yerine yaşıyor olduğun gerçeği şunu da beraberinde getiriyor: hayatını yaşarken bir muhakeme yapman imkansız, önüne anlar geliyor ve kararlarını verip geçiyorsun, bazen hislerinden bile emin olamıyorsun. işte antonioni sanki o anları yeniden yaratıyor ve yeniden gözden geçirmek istiyor. ama bu bir geçmişe özlem ya da kaçırılan fırsatın pişmanlığı gibi değil, onu yapan kar wai, daha çok varoluşsal düzlemde mesafeli bir şekilde anlatıyor. o yüzden özellikle bu üçlemede birçok defa başıboş bir şekilde dolanan kadın karakterler görüyoruz.

    ve l'eclisse'de bir borsa sahnesi var. uzunca bir sahne. burası alain delon'un mekanı. film boyunca monica vitti'nin oynadığı karakterin ne iş yaptığı üzerinde pek durmuyoruz, hatta onu neredeyse evinin içinde bile görmüyoruz. ya balkonda ya da karşı komşusunda, daha çok sokaklarda ve borsada. kapalı mekanlarda olduğu sürede hep erkeklerle birlikte, bunun en yoğun anları borsa sahnelerine tekabül ediyor. ayrıca bu sahneler çalışan erkeklerin de kareografisi, zira filmde de birçok defa 'kocasız' kadınlar kocalarının ne iş yaptığından bahsediyor. ancak filmin ritmini düşündüğümüzde o borsa sahneleri daha da önem kazanıyor, zira antonioni film boyu bomboş, sessiz sokaklarla kalabalık ve gürültülü borsa dahi çevresindeki caddeleri müthiş bir kontrast oluşturacak şekilde kurguluyor. ondandır bu sahneleri bir 'eleştiri' olarak görmek bana biraz iddialı gözüküyor.

    antonioni'nin kadın ya da erkeğe biçtiği roller belirgin. erkek ne istediğini bilen, parayla para kazanan, arabasını nasıl yenileyeceğinden bahseden ve ilginçtir, saçlarını boyattı diye terk eden bir karakter; sanki gustav klimt'in the kiss tablosundaki kadını sıkıştıranla (breh breh) aynı haleti ruhiye içerisinde. kadın ise ne istediğini bilmez bir halde: kelimenin tam manasıyla bakınıyor. o yüzden keşke seni hiç sevmeseydim ya da daha fazla sevseydim sözü çok anlamlı; bu bir kararsızlığa ya da motivasyon arayışına işaret. hem zaten filmin başında vitti'yi sevgilisinden ayrılırken görüyoruz ama neden ayrıldığını bilemiyoruz, oysa evin içine girdiğimizde (alain delon'un evinin dizaynını ve bunu diğerlerin nasıl ayrıldığını hatırlayın) gördüğümüz kitaplar, o fütüristik dizayn filmin devamında vitti'nin evine girdiğimizde de bize hiç yabancı gelmiyor, yani aslında o adam sanki daha uygun biri gibi. ancak orada yolunda gitmeyen bir şeyler var ve bu antonioni'yi çok fazla ilgilendirmiyor.

    dediğim gibi sokaklarda dolaşan bir kadın ve onu kapalı mekanlara hapsetmeye çalışan bir erkek var. ancak o ıssız sokaklar ve kapalı mekanların(borsa) çok ilginç ortak bir özelliği de var bence: tam manasıyla bir post apokaliptik hissiyat hakim her ikisinde de. borsada sanki kıyamet öncesi bir kargaşa, sokaklarda ise büyük bir felaket sonrasını andıran ıssızlık. l'eclisse zaman zamansa adeta bir bilimkurgu filmi: sallanan bayrak direkleri, mantar şeklinde bina vs.

    ezcümle film o kadar iyi ki o çözümsüzlüğü, varoluş kaynaklı farklılıkları iliklerinize kadar hissediyorsunuz. yanında sosyal mesajlı zenci dansları, ölüm anları servis ediliyor; bana kalırsa antonioni kadına torpil geçiyor ama o pasolini'nin mamma roma'sında da gördüğümüz karanlık sokakları da ondan başka kimse bu kadar güzel gösteremiyor, ve o sonla belki de gerçekten sinema tarihinin en tüyler ürpertici finallerinden birine imza atıyor.
37 entry daha
hesabın var mı? giriş yap