6 entry daha
  • didaktizmden pek hoşlanmayan biriyim. din eleştirilerinden ise nefret ederim desem yeridir. bu sevmeyişim dini eleştirilemez bulmamdan ötürü değil, din eleştirilerinin ya sığ, ya da malûmu ilan nev'inden olmasıyla ilgili. bergman'ın filmi nispeten bu çizgiden ayrılmışsa da tam olarak aşabilmiş değil. aşamadığı kısmı kolayca anlaşıldığı gibi şiddet üzerinden marjinalize edilmiş ve peder üzerinde tecessüm ettirilmiş din imgesiyle alakalı. bana bu hep kolaycılık gibi gelmiştir. hakikatsiz bulduğumdan ötürü değil, din-din adamı üzerinden din adamının dinin bir metaforu olma liyakatine kavuşturulmasının insan öznelliğini işin içine kattığını, kavramsallaştırmanın önünü tıkayıp fabllardaki gibi tam bir temsil olanağı yaratmadığını düşünürüm. bu durumda filmi ancak din eleştirisi değil, dindar eleştirisi olarak algılama imkânı doğar. oysa göstergeselliğin niyeti bambaşkadır, pederi din olarak okumak gerekir.

    işte tam bu noktada bergman çizginin bir adım ötesine geçiyor, alexander'ın esini (hayal gücü ya da yalanları) ve babasından devraldığı tiyatral mirası iğrenç bilimselciliğin ya da dogmatizm eleştirisinin ötesinde bir mecra açıyor. içine zeus kaçmış tanrının karşısına dionysos'un ruhunu çağırarak karşı çıkıyor bergman. sanat hayat kurtarıyor, tanrısal esin tanrısallık iddiasındaki zorbalığı bir şekilde alt ediyor. rilke'nin bahsettiği bir döngüsellik vardır: "üç kuşak vardır daima: birinci, tanrıyı bulur; ikinci, tanrının üstüne daracık tapınaklar kurar ve onu zincire vurur; yoksul düşen üçüncüyse, kendi zavallı kulübeciklerini kurmak için taşlar taşır tanrının evinden. derken, tanrıyı yeniden araması gereken gelir." alexander bu mesih kuşağının fertlerinden biridir âdeta. insan gotik katedrallerde tepeden gelen ışığın altında ezilirken yakalayamaz bunu, burada (yerde) bir metafizik kurmalı, kendinde tanrıyı, tanrıda kendini yaratmalı, tanrısallaşmalıdır. sanat bu yolla özdeki cevhere doğru gnostik bir yolculuğa dönüşür. üstelik yolun kendisi nereye vardığının önüne geçmiştir. bergman'ın yolu hölderlin'le, rilke'yle nietzsche ile paraleldir.

    filmin benim için en eğlenceli yanı cenaze sahnesinde alexander'ın kanonik sövgüsü olmuştu. şöyleydi tam olarak:

    "sik, sidik, bok, osuruk,..sidik, cehennem, bok,..sik, osuruk, bok, sidik,.. osuruk, sik, bok, cehennem,..kaka, sidik, sik, göt, bok."

    daha sonra dinsel olanla sınanacak olan bu çocuğun aynı halden muzdarip, kendi kendini sınayan sevimli bir hali bizde de mevcuttur:

    http://img177.imageshack.us/…adamngtbokyemipy6.jpg/
41 entry daha
hesabın var mı? giriş yap