6 entry daha
  • carne ve prevert ikilisine les enfants du paradis'te (bkz: #144395555) bayıldığım için bu filme de çok hevesli gittim. ama itiraf etmek gerekirse biraz hayal kırıklığına uğradım. oyunculuklar abartılı, diyaloglar yer yer gücünü hissettirse de işte budur dedirtmiyor. bir de sisli ortam bana oldukça yapay geldi. daha gizemli bir atmosfer bekliyordum. jean'ın aydınlanmayan geçmişi haricinde bunu hissedemedik.
    jean asker olduğu için bir şekilde hemingway tarzı bir hikaye de bekliyordum. belki de beklentilerle gitmek çok da iyi bir fikir değildi.
    filmdeki favori karakterlerim panama, ressam ve köpekti. panama ve ressam'ın yalnız kaldığı ve sonrasında ressamın barı terk ettiği sahne etkileyiciydi. ve ressamı nereye gittiğini sorduklarında, panama'nın yanıtı:
    "insanlar geçip giderler"

    son olarak kim söyledi bulamadım ama birileri, savaşı, bu filmin finali yüzünden kaybettik demişti. bulursam onu da eklerim. filmlerin bulundukları dönemden etkilenmeleri zaten beklenen bir şeydir de böyle bir ters yönlü etkileşim yorumu, gerçekten ilginç.

    ekleme: yukarıda bahsettiğim yorumu senem erdine'nin şiirsel gerçekçilik yazısından hatırlıyormuşum. tam hâli şöyle

    marcel carne ve yazar ortaği prevert de birlikte yaptıkları iki film nedeniyle faşizme hizmet etmekle suçlanırlar. bunlardan biri tıpkı münih anlaşması sonrasındaki avrupa gibi kaçınılmaz ve trajik bir sona sürüklenen bir karakterin hikayesini anlatan le jour se leve, öbürü de bir hükümet sözcüsünün "savaşı kaybettiysek sisler rıhtımı yüzündendir" şeklindeki meşhur demecine konu olan le quau dees brumes. marcel carne'nin buna cevabı şöyledir:"fırtına için barometreyi suçlayamazsınız"
    ...
    bu bölümü okuyunca aklıma panama'nın sabitlenmiş barometresi geldi. dışarıda hava hep sisli ve kötü de olsa, yolunu kaybetmişlerin sığındağındaki barometre hep sabitti. içeri girerkenki şart da havadan bahsetmemekti. carne'nin yanıtı şimdi daha anlamlı.
1 entry daha
hesabın var mı? giriş yap