16 entry daha
  • şiirsel gerçekçilik temasında sinematek sinema evinde gösterime giren bir film.
    büyük beklentilerle gitmedim. şiirsel gerçekçilik'in ne olduğunu birkaç kere okusam da, itiraf etmeliyim, şimdi anlat nedir deseler tarif edemem.
    siyah beyaz bir film izleriz, farklı bir dünyaya götürür, eski abartılı oyunculuklara bakar biraz güleriz , zaten savaş yoklugunda çekilen bir filmde bir sürü hata da vardır diye düşünüyordum.
    hatta utanmadım; "üç saat de çok uzunmuş kesin uykumuz gelir" de dedim.
    ne mümkün! ne kadar aptalım!
    film bir efsane.
    neresinden başlayıp anlatacağımı bilmiyorum. o yüzden filmin başından başlayacağım.
    1800ler paris'inin, kalabalık bulvar sahnesi açılışı görkemli. 1945 paris'inde çekildiğini düşünürsek, savaşın harap ettiği sokaklarda bu atmosferi yaratabilmek çok büyük bir başarı.
    dönem seçimi de sebepsiz değil. 1830 fransız devrimi zamanları.
    illa benzeteceksek a tale of two cities'in paris'i mesela. sefil halk, gizli saklı devrimciler, şifreli mesajlar... şimdi bir de bu filmin çekildiği 45 senesini düşünelim. nazi işgali altındaki paris ve direnişçiler var. iki dönem de devrim ve direniş dönemi ama biz d'sini bile duymuyoruz.
    katalogda figuranların gizli direnişçilerden ve zorla kadroya dahil edilen nazi destekcilerinden oluştuğu yazılı. her iki durumda da gizli devam eden bir direniş var, filmde izleyemeyeceğimiz ama arkada var olduğunu bildiğimiz. sanki film, yaratıldığı gerçek zamanın bir kopyasını gösteriyor bize. gösteriyor derken bununla ilgili tek bir şey göstermiyor ama figüran kalabalığına bakarken benim aklımdan geçenler buydu.
    hadi sahne arkasını geçip tekrar filme dönelim.
    bir tiyatro gibi perdesini kaldırarak başladığımız filmin içinde tiyatro izliyoruz. baptiste kendi yazdığı mim gösterilerini sahneliyor, ama konularını da gerçek yaşamından alıyor.
    ilk katman: filmdeki hayatı kopyalayan bir gösteri
    baptiste ayrıca sokaklarda dolaşan gammazcıdan da hiç hoşlanmıyor. hatta filmde sürekli ondan ne kadar nefret ettiğini duyuyoruz. neden? çünkü direniş ortamında en nefret edilen gammazcılardır, yani nazi destekçileri.
    ikinci katman : gerçek hayatla filmin geçişmesi
    eklemedikleri tek katman; baptiste'in hayalleri, orayı ay ışığında bırakmışlar.
    uzun lafın kısası; filmdeki katmanların iç içe oluşu, gerçek hayat- filmdeki hayat- filmde sahnelenen hayat geçişleri beni büyüledi. illa şiirden bahsedeceksek ben bunu oldukça şiirsel buldum.
    bu yetmezmiş gibi, ilk dakikadan itibaren diyaloglar da mükemmeldi. bu noktada bir duruğ, jacques prévertin adını yanında yıldızlarla geçirmemek olmaz. tüm karakterlerin, ki en dramatik nathalie'nin bile, bu kadar gerçekçi diyaloglara sahip olması hayret verici.
    bunlar nasıl karakterler?
    en iyisinden, en kötüsüne, en düzenbazından en gamsızına, sanki bir iksir içmişler, yalan dolan yok, nasıllarsa öyle konuşan, davranan insanlara dönüşmüşler. bu kadar gerçeklik de gerçek hayatta bile yok, öyle bir gerçeklik.
    zaten filmde bir de gerçeğin çıplaklığı gösterisi var. kelime oyunu yapmıyorum, 45 senesinde çekilen ve kadın baş karakterin memelerini görebildiğimiz bir gösteri. gösterinin adının anlamından öte o dönemde böyle bir cüretkarlık da beklemiyordum.
    gösterinin kahramanı, güzelliğin beden bulmuş hali, femme fatale, garance.
    isminin anlamı kırmızı bir çiçek adıymış. bu öyle çok tekrar ediliyor ki acaba kırmızı başlıklı marianne gibi o dönem direnen fransa'yı mı temsil ediyor garance diye düşünmedim değil. seneler seneler sonra fahişe lola'nın almanya'yı temsil etmesi gibi. erkeklerin, vatanlarını düşkün kadınlara benzetmesi görülmemiş şey değildir.
    tabii ki film bir direniş değil aşk filmi.
    herkes garance'ın peşinde.
    garance'a değil hayalindeki bir ideale aşık baptiste'de de kendini bulan olur, baptiste'in ideal aşkına aşık garance'da da. diğer yandan garance'ın güzelliğine hayran ve ona sahip olmak isteyen bir kontta kendini bulan olmaz veya kendine aşık pierre-françois'da da herhalde. ama buna rağmen böyle tanıdıkları vardır mutlaka. insanın kendisini bulmadığı karakterlerde mutlaka tanıdığı birilerinin olması da bana hep komik gelir.
    filmde ise bu farklıydı. herkes kim olduğunu öyle iyi biliyordu ki! mesela kont baştan diyordu ki
    "sen çok güzelsin. güzel kadınlara aşık olunmaz. güzellik hayata bir başkaldırıdır. ve erkekler güzel kadınlara aşık olmazlar, onlara sahip olmayı ve onları yok etmeyi arzularlar. "
    işte gerçek hayatta kendini bilmeyen - ama tanıdığımız- kontlardan farklı olarak bu kont kendinin son derece farkında. o yüzden gerçek derken aslında hiç de gerçekçi bir karakter değil ama söyledikleri gerçek.
    veya pierre-françois. onun da bir diyaloğu vardı,
    "beni kendimle bıraktılar. ama kötü dost insanı yoldan çıkarır, kendimle dost olunca yoldan çıktım. insanlardan nefret ediyorum. nefret etmediğim tek kadın sensin." veya
    "talihsizlik bir kralın başına gelirse* trajedi olur. bizim gibi basit insanların başına gelirse vodvil. "
    peki ya insan olmayan, hem herkes hem hiç kimse olan büyük oyuncu frédérick lemaître ?
    "geçmişteki bütün o önemli adamlar oyunlarını oynayıp bu hayattan çekildiler. ama ben onları sahnede tekrar tekrar canlandırıyorum. mezarlarından kaldırıp onlara can veriyorum" derken. duygusunu avuç içlerine alıp ona baka baka tarif ederken, ondan daha büyük bir oyuncu hayal edebiliyor muyuz?
    nathalie'yi izlerken içimizde bir utanma duygusu yükseliyor. hoş aşkını, aşık olduğunu söylediği kişiye, baptiste'e yönelten, tek dolaysız aşık da oydu. evet utanç verici, evet aşkı için her şeyi göze alıyor, gururunu ayaklar altına alıyor evet. ama aşkın gurur verici veya akıllıca bir şey olduğunu kim iddia edebilir ki zaten?
    "sen onu sevemezsin. çünkü baptiste'e dair dünya üzerindeki tüm sevgiler bendedir"
    üst dudağını titreterek konuşması, gözleri yaşlı... çığlığı hala kulağımda "baptiste!"
    deli kadın.

    yan karakterlerin bile; avril, bilet satıcısı, baptise'in babası, üç yazarlar vs. özenle işlendiği bu filmi nasıl üç saate sığdırabilmişler, müthiş.
    bir de çok önemli değil ama garance'ı canlandıran arlettynin cekimlerde neredeyse 47 yaşında olmasına da hayret ettim. kadının öyle bir havası var ki filmin sonunda, neşesini kaybedince, birden yaşlanıyor.

    --- spoiler ---
    ben pierre-françois ile baptiste'in abi kardeş olduğunu da düşünüyorum. pierre-françois'nın bahsettiği yarım akıllı kardeş, film boyunca tek bir sahne hariç birbirlerini görmezden gelseler de bence baptiste'di.
    --- spoiler ---
1 entry daha
hesabın var mı? giriş yap