4 entry daha
  • bu aralar wset level 3 ü vermeye çalışıyorum.bu sebepten dolayı youtube da "wine with jimmy" başlığında videolarını toplayan jimmy smith in videolarını izleyerek yol almaya çalışıyorum(şaraba meraklı olan herkese tavsiye ederim).geçenlerde bu abi dedi ki : bir üzüme karşı asla "ben bu üzümü sevmiyorum" denmemeli,bu sizi önyargılı gösterir.daha doğru yorum "ben henüz istediğim gibi bir stiline denk gelmedim o üzümün" demek sizi hem daha açık fikirli gösterir, hemde deneyemeye olan tutkunuzu vurgular.bunu kenara koyalım.

    ikinci bahsetmek istediğim abi; jean luc colin.bu abiyi kavaklıdere zamanında genç bir fransız önologken getiriyor.abi hem burda pişiyor hemde coğrafyamız ve üzümlerimizle aşina oluyor.şu an pamukkale başta olmak üzere bir sürü şaraphaneye danışmanlık veriyor.neyse konumuza dönelim geçenlerde bir röportajında dedi ki: "bence türkiye yi uluslararası arenada temsil edecek yerel üzüm kalecik karasıdır".daha öncesinde 2-3 yerli şarap uzmanın videosunda da bunu duymuştum ama jean luc deyince "tamam" dedim.daha önce hiç denemediğim bir üzümdü(benim favori yerli üzümüm öküzgözüdür).bir de kalecik karasını diğer üzümlerden ayıran bir pamuk şeker aroması olduğunuda duymuşum; bu da ilgimi katladı.neyse başladım denemeye.ilk deneğimde, dedim ki "yok abi bu üzümde istediğim stili bulamadım".ikinci şaraphaneninkini denedim "yok oda hoşuma gitmedi".hep "acceptable" ile " a good wine" arasında şaraplar.neyse çevremdeki şarap uzmanlarına soruyorum filan.yok abi yani en son dedim ki: "ben bu üzümü sevmedim".net sevmedim yani.bir üzümün bir tane güzel yorumu olmaz mı, olmuyormuş bazen demek ki.

    gelelim üçüncü abiye, yusuf sabit ağaoglu.filoksera diye bir bit hastalığı vardı bağcılıkta.bu bit kuzey amerika kıtasında yaşayan bir canlı iken insanoğlu nun amerika'dan getirdiği asmalar ile 1850 lerde avrupa ya geliyor ve hızla yayılıp, özellikle fransa bağların çoğunu mahvediyor.bu bit 1960 larda ankara'nın kalecik ilçesine geliyor ve bütün kalecik karası bağlarını yok ediyor.yusuf sabit ağaoğlu ise 1960 larda odtü de ziraat mühendisliği okuyan,1971 de almanya ya gidip çalışmalar yaparken, oradaki kürsüyü kalecik karası üzümünü yeniden yaşatma fikrine ikna ediyor ve yaptığı klon çalışmaları ile bir kaç kuru daldan yeniden hayat veriyor üzüme.kısacası kalecik karasını yok olmaktan kurtaran bir nevi şarap dünyası kahramanı kendisi.sanırım emekli oldugunda 5 yada 10 dönüm bir arazi hediye ediyorlar, o da tomurcukbağ ı kurup trajan diye bir şarap üretiyor kalecik karasından.benim kalecik karası maceramı bilen arkadaşlar da bana sürekli bunu denememi tavsiye ediyor.hep aklımda ama maalesef bulamıyorum.

    gel zaman git zaman, hanımla assos a tatile gittik.akşam yemeğinde ne içelim derken trajan a ilişti gözüm ve direk son bir sanş vermeliyim dedim ve söyledim.trajan ın şişesini biliyorum ama biraz farklı bir şişe geldi.aynı firmanın ama üzerinde bir hanımefendinin resmi var,"herhalde yeni seri" dedim kendi kendime.baktım ismi "gülcihanlı yıllar".şarap servis edildi ve ben bir yudum aldım, o an aklıma yukarıda ki 3 adam sırası ile geldi aklıma.önce "gerçekten doğru stili denememişim" dedim sonra "evet şimdiye kadar içtiğim en iyi lokal üzüm bu" dedim ve sonrasında da "helal olsun sabit amca" dedim fakat gözümü de şişedeki hanım efendiden alamıyorum.mekan sahibi geldi o ara."nasıl?" dedi. dedim "çok net bir a "very good wine" ama teyze kim?". "yusuf abinin eşi, allah rahmet eylesin" dedi. "yusuf abi eşine cok düşkündür.2017 yılında eşi vefat edince eşiyle yaşadığı son 3 yılın rekoltelerinden kupajlayıp yaptı bu şarabı" dedi.resmen boğazımız düğümlendi, sadece "vay be" diyebildik ve bir aşkın en güzel ifade biçimlerinden birine şahitlik ettik.

    görsel
hesabın var mı? giriş yap